Hurûf-ı Mukatta, Uyarı, Öğüt ve İtaat
Kur’an’a yönelen her bilinçli kalp bilir ki onun her sûresi bir kapı açar; bazen aklın derinliğine, bazen kalbin sükûnetine, bazen de hayatın merkezine... A‘râf sûresi de işte böyle bir kapıyla başlar: “Elif, Lâm, Mîm, Sâd” (el-A`raf 7/1). İlk bakışta suskun duran bu harfler, aslında vahyin eşiğine çağıran sessiz bir tokmaktır. Hemen ardından gelen ayetler (el-A`raf 7/2-3), bu kapıdan içeri giren okuyucuya şu soruyu yöneltir: Sana indirilen bu kitapla ne yapacaksın? Onun yükü seni daraltmasın, çünkü bu kitap bir uyarıdır, bir öğüttür ve sana emanettir; fakat insan, çoğu zaman hakikate sırt çevirip başka dostlar edinmeyi tercih eder. Bu tercihler, sadece bir inanç meselesi değil; aslında bir yönelişin, bir hayat biçiminin ifadesidir. Yazının devamında, bu üç ayetin hangi mesajları ön plana çıkardığına, bize neyi fısıldadığına, nelerden sakındırıp neye çağırdığına birlikte bakacağız.
Hurûf-ı
Mukatta ve Bâtınî Yorumlara Eleştiri
A`raf sûresi huruf-ı mukatta ile
başlar: “Elif. Lâm. Mîm. Sâd” (el-A`raf 7/1). Bu harflerin yemin,
Allah’ın isimlerinden biri ve sûrenin adı olduğu söylenmiştir. Bu harflerden
hareketle cümle takdirleri (Sözgelimi “Ben Allah’ım, bilir ve ayrıntılı
açıklarım.”) yapmak bâtınîliğe[1] kapı aralar. Bâtınîlik ise
çıkmaz yoldur. Bu harfler özne kabul edilirse sonraki ayetin (el-A`raf 7/2) ilk
kelimesi olan “kitap” harfler hakkında bilgi vermiş olur. Yani “Elif, Lâm, Mîm,
Sâd harfleriyle adlandırılan bu sûre bir kitaptır.” anlamına gelir.
Kitabın
İndirilişi ve Peygambere Teselli
Kitabın yüce Allah katından
gelmesinden şüphe olmadığı için onun indirilişinden edilgen bir fiil ile söz
edilmiştir: “Bu, sana indirilen bir kitaptır. Göğsünde ondan bir sıkıntı
olmasın. Onunla (insanları) uyarman ve mü'minlere bir öğüt için.” (el-A`raf
7/2). “Göğsünde ondan bir sıkıntı olmasın.” ifadesi, vahyin Allah
katından geldiğinden şüphe etme, emirleri yeterince yerine getirememekten
dolayı üzülme, inkârcıların yalanlamalarından dolayı darlanma konusunda Resülullah’a
(s) uyarı niteliğindedir. Kitap ile uyarılanlar tüm insanlarken öğüt sadece
Müslümanlaradır. Nedeni, öğütten faydalanların onlar olmasındandır.
Hidayet
Yolunda Tâgūtlardan Uzak Durmak
Yukarıdaki ayette Resûlullah’ın
“uyarma” görevinden söz edilmişti. Bu doğrultuda ayette yüce Allah’ın yolundan
uzaklaştıran insanları ve cinleri dost edinmenin öğüt almaktan uzak kimselerin
yapacağı bir iş olduğuna şöyle dikkat çekilmektedir: “Rabbinizden size
indirilene tâbi olun. O’ndan başka dostlara tabi olmayın. Ne de az öğüt
alıyorsunuz.” (el-A`raf 7/3). Ayette insanlara vahiy indirilmediği hâlde “size
indirilene” denilmesi, vahyin muhatabının Resûlullah (s) ile sınırlı
olmadığı, vahyin ulaştırıldığı kimselerin de vahye tabi olmaları gerektiğini
vurgulamak içindir. Resûlullah’a (s) hitap eden yukarıdaki ayetten
farklı olarak bu ayette hitap geneldir. Ayette genelde insanlara özelde
müşriklere “indirilene tâbi olun” denilmesi, Kur'an dışında vahiy
gönderildiğini düşünenlere göre “Peygamber size neyi verdiyse onu alın ve
size neyi yasakladıysa ondan sakının.” (el-Haşr 59/7) ayetinin de işaret
ettiği gibi sünneti de kapsamaktadır. Bununla birlikte ayetteki “indirilene”
sünnetin de dâhil olması, hükmen (açık ve doğrudan) değil, delaleten (dolaylı)
olabilir. Doğru yolda olanlar, hayatlarını İslam’ın belirttiği helal ve
haramlara göre şekillendirenlerdir. Bu ayette (el-A`raf 7/3) önce ne yapılacağının
(size indirilene tâbi olun) sonra da ne yapılmaması gerektiğinin (Ondan
başka dostlara tabi olmayın.) söylenmesi, vahye tabi olmanın önemini
iyice pekiştirmektedir. Yani müminler, yüce Allah’ı dost (veli) edinirler.
Allah’tan “başka dostlara tâbi” olanlar ise insan ve cin şeytanlarının yani
tâgūtların[2] saptırıcı söylem ve
vesveselerine tabi olup batıl din ve ideolojilere göre hayatlarını düzenlerler.
Bu durumda yüce Allah’tan başkasına kulluk etmiş olurlar. Düşünseler böyle bir
yanlış yola girmezlerdi. İnkârcılara “Ne de az öğüt alıyorsunuz.”
denilmesi onların inkârını küçümsemek içindir. Yoksa batılla karışık hak inanç
ve uygulamalarının Allah katında makbul olduğu anlamında değildir.
Sonuç
İnsan, her çağda bir şeyin
izinden gider; kimi hakikatin, kimi ise hakikat gibi görünen aldatıcı seslerin…
A‘râf sûresinin ilk üç ayeti (el-A`raf 7/1-3), bizlere indirilen bu kitabın bir
suskunluk değil, bir ses olduğunu fısıldar: Uyarıcı bir ses, öğüt verici bir
nefes… Fakat o sesi duyabilmek için kalbin şüpheden, kulağın anlamsız sözlerden
arınması gerekir. Bu yazıda, hem Resûlullah’a (s) hem de bizlere hitap eden bu
ayetlerin, vahye yaklaşımda nasıl bir iç disiplin ve yöneliş gerektirdiğini,
batınî yorumların insanı nasıl yoldan çıkarabileceğini ve tâgūtlara yönelmenin
özünde bir kulluk sapması olduğunu ele aldık. Elbette burada yaptığımız
çözümleme, sadece birkaç ayetle sınırlı bir yolculuğun ilk durağıdır. Fakat her
durak, bize yeni bir yön çizer. Bu ayetlerden alınan her ilham, gündelik yaşamda
“Ben kime kulum, kime tabiyim?” soruların verilecek birer yanıta dönüşebilir.
Zira Kur’an’ın gerçek muhatabı, onu duvarlara asıp bırakan kimse değil, yüreğinde
taşıyandır.
Anahtar Kelimeler: Tefsir, A`râf, Hurûf-ı Mukattaa, Vahiy, Tâgūt.
[1]
Bâtınîlik nasları zâhir-bâtın ayırımına tâbi tutarak te’viller yapan, İslâm’ın
temel hükümlerini (zarûrât-i dîniyye) bütün Müslümanların anlayışından farklı
olarak yorumlayıp din anlayışlarını inkâr veya ibâha sınırına kadar götüren
itikadî fırkalar yanında, son derece gizli bir şekilde teşkilâtlanmış örgütler aracılığıyla
merkezî yönetime karşı girişilmiş isyan faaliyetlerine liderlik eden türlü
politik gruplar için de kullanılmış ortak bir lakaptır. Bk. Avni İlhan,
“Bâtıniyye”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Erişim 11
Haziran 2025).
[2] Tâgūt, hak
yoldan saptıran, bazılarınca yaratılmışlık üstü konumunda tutulan varlık
anlamında bir Kur’an terimidir. Bk. “Tâgūt”, TDV
İslâm Ansiklopedisi (Erişim 08 Haziran 2025).