Hûd Suresi'nde İman, İnkâr ve İlahi Adalet
Hûd
Suresi'nde İman, İnkâr ve İlahi Adalet
Kur’an-ı Kerim, iman edenler ve
inkârcılar arasındaki temel farkları ve bu farkların sonuçlarını detaylı bir
şekilde ele alır. Hûd Suresi'nin 16.-24. ayetleri, ahirette inkâr edenlerin
akıbetini, iman edenlerin ödüllerini ve bu iki grup arasındaki karşıtlıkları
açıklar. Bu ayetlerde, dünya nimetlerine aldanan inkârcıların ahirette nasıl
büyük bir hüsranla karşılaşacakları, müminlerin ise sabır ve salih amelleri
sayesinde cennetle mükâfatlandırılacakları vurgulanır. Bu yazıda yanıtları
aranacak araştırma soruları şunlardır: “Kâfirlerin ahiretteki durumu nasıl
olacaktır? İman edenlerle inkârcılar arasındaki temel farklar nelerdir? Allah’a
karşı yalan uydurmanın getirdiği sonuçlar nelerdir? Kâfirlerin Allah yolundan
alıkoyma faaliyetleri nelerdir? Allah’ın azabından kaçılabilir mi? Hüsrana
uğrayanların ahiretteki durumu nasıldır? Müminleri ahirette nasıl bir hayat
beklemektedir? İman edenlerle inkârcılar hangi açılardan farklılaşmaktadır?”
Makalede Hûd Suresi'nin bu ayetlerinin içerdiği evrensel mesajlar ve günümüz
insanlarına yönelik ibretler detaylı bir şekilde incelenecektir. Ayrıca, klasik
ve modern tefsirlerin ışığında bu ayetlerin anlamları derinlemesine analiz
edilecektir.
Ahirette
İnkâr Edenlerin Akıbeti
Dünya nimetlerinin ötesine
zihinlerini kapamış olanlar, dünyada yaptıkları iyilikleri varsa onları
Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle yapmadıklarından ahirette karşılık olarak
ateşten başkasını bulamayacaklardır: “Bunlar ahirette kendileri için ateşten
başka bir şey olmayanlardır. Orada işledikleri boşa gitmiştir ve yapmakta
oldukları da geçersizdir.” (Hûd 11/16). İnsanda bir “ebedilik arayışı”
vardır. Tüm hesabını geçici dünya üzerine inşa eden kimsenin yaptığı hiçbir şey
ona kalmaz. Ölüm sonrası ebedi hayatta dünyada yapıp ettikleri boşa gitmiştir.
Onu ateşten artık ne adamları ne biriktirdiği malı ne de Allah rızasını
gözetmeksizin yaptığı işler koruyabilir.
İman
Edenler ve İnkârcıların Karşılaştırılması
Tüm hesabı dünyaya dönük
olanlarla (Hûd 11/15-16) Resülullah’a (s) tabi olan ve Kur'an’a uygun bir hayat
yaşayan kimseler eşit değildir: “(Sadece dünya hayatını isteyen kimse), şu
kimse gibi olur mu ki o rabbinden bir delil üzerinde bulunur, ayrıca O'ndan bir
şahid de onu takib eder. Ondan (Kur'an) önce de bir imam ve rahmet olarak
Musa'nın kitabı var. İşte onlar ona (Kur'an) inanırlar. Topluluklardan kim onu
inkâr ederse onun yeri ateştir! Ondan (Kur'an) hiç kuşkun olmasın. Muhakkak o,
Rabbinden gelen gerçektir. Fakat insanların çoğu inanmaz.” (Hûd 11/17).
Ayetteki “açık bir delil” ifadesine din, Resulullah, Kur'an, Kur'an’ın
gayb haberleri anlamları verilmiştir. Yine “O'ndan bir şahid de onu takip
eder.” ifadesindeki şahidin; Cebrail, Resülullah (s), Kur'an’ı koruyan
melek, Kur'an’ın icazı ve Kur'an’ı okuyan dil olduğu yorumları yapılmıştır.
Resülullah’ın (s), “yaşayan Kur'an” olması gerçekten de güzel bir şahitliktir.
Müslümanlar da onu örnek almalı ve Kur'an’ın canlı şahitleri olmaya çaba
göstermelidirler. Yine ayetin “onu takip eder” kısmı, Kur’an’dan önceki
Tevrat’ı ve İncil’i anlatıyorsa bu durumda o iki kitap tâbi, Kur'an da onlar
üzerinde hâkim olmuş olur. Tevrat’ın Kur'an ve Resülullah’ı (s) müjdelemesi de
kastedilmiş olabilir. Ayrıca “onu takip eder” “Onu okur (tilavet).”
anlamı da verilebilir. Onu okuyan Cebrail, Resülullah (s) ve müminlerdir.
Ayette Hz. Mûsâ’ya verilen kitaba “imam ve rahmet” denilmiş olması, onu
önder edinenler nedeniyle ona verilen değeri ve Kur'an aracılığıyla devam eden
hükümlerinin insanlar için rahmete kavuşturucu birer nimet olduğunu gösterir.
Hz. Mûsâ’ya verilen kitaptan söz edilmesinin ardından, “İşte onlar ona
(Kur'an) inanırlar.” denilen kimseler Abdullah İbn Selâm vd. gibi
Yahudilerden iman edip Müslüman olan kimseler olsa gerektir. Ayetteki “Topluluklardan
kim onu inkâr ederse onun yeri ateştir!” denilen kimseler; Kureyşli
inkârcılar, Yahudiler, Hristiyanlar ya da tüm inkârcılar olabilir. Bu ifadenin,
İslam’ı inkâr etmeyenlerin ebediyen ateşte kalmayacağına bir ima içerdiği
söylenebilir. Yine “Bundan hiç şüphen olmasın.” denilirken kasıt,
kendisinde şüphe olmayan Kur'an (el-Bakara 2/2) olabileceği gibi inkârcıların
ateşe gireceği de kastedilmiş olabilir. Ayetin sonunda “Fakat insanların
çoğu inanmaz.” denilmesi, tarih boyunca yaşanan bir durumu ifade
etmektedir. Bunda insanların dar görüşlü, inatçı ve kibirli olmaları rol oynar.
Tebliğ ile karşılaşmayan ya da İslam hakkında hep olumsuz mesajlarla muhatap
olan kimseler, Kur'an’ın anlattığı İslam karşıtı kâfirler gibi değildir.
Onların ahiretteki akıbetini en iyi yüce Allah bilir.
Allah'a
Karşı Yalan Uyduranların Zalimliği
“Allah vahiy indirmez.” diye
Allah’ın birliği inancına çağıran Kur'an’ı ve dolayısıyla Resülullah’ı (s)
inkâr eden, yüce Allah’a oğul ya da kız atfedenden daha zalimi var mıdır: “Allah'a
karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir? Bunlar rablerine sunulurlar ve
şahitler de ‘rablerine karşı yalan söyleyenler işte bunlardır.’ derler.
Haberiniz olsun, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.” (Hûd 11/18).
Ayetteki soru, Allah’ın ortağı var şeklindeki şirk inancından daha büyük suç
olmadığını ifade etmektedir. Bu zalimler hakkında “Bunlar rablerine
sunulurlar.” denilmesi, onların ahirette suçlarından dolayı hesaba
çekileceklerini anlatmaktadır. “Bunlar” ifadesi, inkârcıları küçümsemek
içindir. Başkaları da hesaba çekilecek olmasına rağmen (el-Kehf 18/48), onların
hesaba çekileceğinden söz edilmesi, onların işlediği suçun ve bu suçun
cezasının büyüklüğünden dolayıdır. Yüce Allah’ın mekânının olamayacağını
düşünenler, “rablerine sunulurlar” ifadesini “Hesap görülecek yere
götürürler.” şeklinde yorumlamışlardır. Ayetteki “şahitler”; melekler,
elçiler ya da insanların organları olabilir. Yüce Allah her şeyi bilmesine
rağmen, şahitlerin şahitliğinden söz edilmesi, ahiret hesabının önemine dikkat
çekmek içindir. Yani foyalarının ortaya dökülmesiyle suçlular, ahirette iyice
rezil olacaktır. Yine ayetteki “Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.”
kısmı, onların dünyadaki durumunu ifade etmekle birlikte inkârcıları ahiretteki
akıbetleriyle de korkutmaktadır. Cehennemde ateşe dayanabilecekleri kadar suç
işlemeleri gerekir!
İnkârcıların
Allah'ın Yolundan Alıkoymaları
Müşrikler, Müslümanları hak
yoldan uzaklaştırmaya çalışırlar. Bu açıdan onlar, insan şeytanlardır: “Onlar
Allah'ın yolundan alıkoyar ve onu eğriltmeye çalışırlar. Onlar aynı zamanda
ahireti inkâr edenlerdir.” (Hûd 11/19). Kur'an’ın kendisinde şüphe
olmamasına rağmen (el-Bakara 2/2), inkârcılar onu eğri göstermek için
ellerinden geleni yapar. Onlar hurafelerle örülü, kula kulluğun revaçta olduğu
ve şehvetlere hitap eden bir yol peşindedir. Kâfirlerin ahirete
inanmamalarından söz ederken iki defa hum (onlar) zamirinin
kullanılması, inkârda ısrarlı oluşlarını belirtmek içindir.
Yeryüzünde
Allah'ın Azabından Kaçışın Olmaması
Yeryüzünün neresine kaçarlarsa
kaçsınlar inkârcıları Allah’ın azabından koruyacak kimse yoktur.
Nankörlüklerinin cezasını çekeceklerdir: “Onlar yeryüzünde (Allah'ı) aciz
bırakacak değillerdir. Onların Allah'tan başka dostları da yoktur. Azap onlar
için kat kat artırılır; çünkü onlar (hakkı) işitmeye güç yetiremezlerdi ve
göremezlerdi de.” (Hûd 11/20). İnkârcılara azabın hemen gelmemesi, Allah’ın
rahmetinden dolayıdır. Onları hemen cezalandırmayarak yüce Allah, onlara tövbe
fırsatı vermektedir. Bununla birlikte onlar, bu fırsatı değerlendirmemişler ve
inkârda inatları nedeniyle kat kat azabı hak etmişlerdir. Belki de daha
kuvvetli neden, kötülüklerinin çağdaşlarını hatta sonraki nesilleri etkileyip
küfre sürüklemesidir. Onlar kendilerini hakikate kapadıkları ve batıl yolu
seçtikleri için hakka dair bir şey duyamaz, ayetleri göremez hâle gelmişlerdir.
Ayette işitme ve görme yokluğu ifade edilirken ilki Arapça cümle yapısı gereği
daha kuvvetli bir yoksunluktur. Dolayısıyla onlar vahye karşı kulaklarını bilinçli
bir şekilde tıkamışlardır. İşitme, görmeye göre daha seçici bir özellik kabul
edilir. Kâfirlerin dünyada işitmeye güç yetirememeleri ve görememeleri, dünyada
onlara verilen bir ceza şeklinde de yorumlanmıştır. Yani onların ahiretteki
durumu, kulaklarının ve gözlerinin mühürlenmesiyle dünyadayken Allah tarafından
kesinleştirilmiştir.
Kendilerini
Zarara Sokmuş Olanlar
Kâr zarar hesabı yapıp duran
insanoğlu, ebedi olanı bırakıp geçici olanın peşine düştüğünde onu bekleyen şey
kayıptır: “İşte onlar kendilerini zarara sokanlardır ve uydurdukları
yanlarından kaybolmuştur.” (Hûd 11/21). Putlara tapmakla hem vakitlerini
hem nakitlerini boşa harcamak suretiyle inkârcılar, kendi kendilerini
aldatmışlardır. Bunun nedeni, putperestliğin hedefinin kısa süreli dünya
kazancı olmasıdır. Ebedi hayatla kıyaslandığında putperestlik merkezli hayat,
putperest kimseyi zarara uğratmaktadır. Allah’tan başka tapılan varlıkların
ahirette ise kızgın ateşten kurtarma konusunda yapacakları hiçbir şey yoktur.
Şirkin kişiyi hüsrana uğrattığı kesinleşmiştir.
Ahirette
En Fazla Zarar Görecekler
Ahirette en fazla hüsrana
uğrayacak kimseler, hep dünyayı isteyenlerdir: “Şüphesiz onlar, ahirette en
fazla zararlı çıkanlardır.” (Hûd 11/22). Onlar şirki tevhide, değersiz
olanı (dünya hayatı) değerli olana (cennet) tercih etmişlerdir. Ebedi cennet
ehli olmaktansa ateş ehli olmayı yeğlemişlerdir. O ateş hakkında şöyle denilir:
“O ne zaman sönmeye yüz tutsa hemen alevini artırırız.” (İsrâ 17/97).
Ayette (Hûd 11/22) onların suçluluklarını vurgulamak için iki defa “onlar”
(ennehum … hum) denilmiştir.
Müminlerin
İman ve Amelinin Karşılığı
Önceki ayetlerde inkârcıların
yaptıklarından ve sonuçlarından söz edilmişti. Bu ayette ise Müslümanların
yaptıklarından ve akıbetlerinden söz edilmektedir: “İman edip iyi işler
işleyen ve rablerine gönülden boyun eğenlere gelince işte onlar
cennetliklerdir. Onlar orada sonsuza kadar kalacaklardır.” (Hûd 11/23).
Ayetteki iman, şirksiz imandır. İyi işler ise Kur'an ve sünnette emredilen ve
övülen işlerdir. Müminlerin iyi gördüğü işler de bu kapsamdadır. İyi işler hem
Allah’a hem kullara dönük fiilleri içerir. İman ve amel bütünlüğü, “Kalbim
temiz, ibadete gerek yok.” diye düşünenlerin düşüncesinin batıl olduğunu
gösterir. Bu ayette müminlerin cennette ebedi kalacakları belirtilirken
kâfirlerin cehennemde ebedi kalacaklarından söz edilmemesi, yüce Allah’ın merhametine
işaret etmektedir.
İnkârcılar
ve Müminler Arasındaki Fark
İnkârcı kimse; gözü görmeyen ve
işitmeyen kimse gibiyken mümin bunun tam tersidir: “Bu iki topluluğun
durumu, kör ve sağır ile gören ve işitenin durumu gibidir. Bu ikisinin
durumları bir olur mu hiç? İbret almıyor musunuz?” (Hûd 11/24). Betimlenen
bu iki topluluk asla denk olmaz. Kâfir kimse yüce Allah’ın ayetlerini görmezden
gelir, vahyi de işitmekten hoşlanmaz. Mümin kimse ise yaratılmış olan ne varsa
bakarken ibret alma amacıyla bakar, vahyi duyduğunda ona kulak kesilir.
Karşılaştırılan iki grubun (kâfir ve mümin) ne nitelikleri ne de hâlleri
birbirini tutar. Onlar zıt kutuplardadır. Bu iki kesim yüce Allah katında eşit
olmadığı gibi müminler de onları eşit göremez. Ayette toplam dört nitelik (kör,
sağır ve gören, işiten) belirtilmesine rağmen “Bu ikisinin” denilmesi,
ilk iki özelliğin bir gruba (kâfir) ve diğer iki özelliğin de diğer bir gruba
(mümin) ait olmasından dolayıdır. Yani meseldeki kör kişi aynı zamanda sağır;
gören kimse de aynı zamanda işitendir. Ayetin son cümlesinde “İbret almıyor
musunuz?” denilmesi, kâfirlerin kör ve sağır oluşlarının onların kaderi
olmadığını ve isterlerse yanlışlarından vazgeçebileceklerini göstermesinin
yanında buna teşvik de içermektedir.
Sonuç
Hûd Suresi'nin 16-24. ayetleri,
iman edenlerle inkârcılar arasındaki derin ayrımı vurgulayan, ahiretteki
akıbetleri hakkında önemli dersler veren ve ibret almaya davet eden güçlü bir
mesaj içermektedir. İnkârcıların dünya nimetlerine aldanıp ahireti unutmaları,
onları kaçınılmaz bir hüsrana sürüklerken, iman edenlerin sabır ve salih
amelleri sayesinde cennetle ödüllendirilecekleri açıkça ifade edilmektedir. Bu
ayetler, dünya hayatının geçiciliğine karşı ebedi ahiret hayatının önemini
vurgular. İman edenler, dünya hayatını bir araç olarak görüp Allah'ın rızasını
kazanmak için çalışırken, inkârcılar dünya nimetlerine taparcasına sarılarak
ahireti unutur. Bu durumda, inkârcılar ahirette ateşten başka bir şey
bulamazken, müminler cennetin sonsuz nimetlerine kavuşacaklardır.
İnkârcıların Allah'a karşı yalan
uydurmaları, onları en büyük zalim yaparken, Allah'ın azabından kaçamayacakları
ve bu azabın katlanarak artacağı belirtilir. İnkârcıların, Müslümanları hak
yoldan alıkoyma girişimleri ve ahireti inkâr etmeleri, onların kör ve sağır
gibi davranmalarına sebep olur. Bu durum, onların dünyada işitme ve görme
kabiliyetlerini yitirmelerine ve ahirette büyük bir zarara uğramalarına yol
açar. Müminler ise iman ve salih amelleri sayesinde Allah'ın rızasına kavuşur
ve cennette ebedi bir hayata sahip olur. İman edenlerle inkârcılar arasındaki
bu karşıtlık, Kur'an'ın evrensel mesajını bir kez daha gözler önüne serer:
Dünya hayatı geçici, ahiret hayatı ise ebedidir ve bu hayat, kişinin iman ve
amellerine göre şekillenecektir.
Sonuç olarak bu yazıda ele alınan
ayetler, günümüz insanına önemli dersler sunmaktadır. Dünya nimetlerine aldanıp
ahireti unutmanın büyük bir hata olduğu, Allah'a karşı yalan uydurmanın en
büyük zulüm olduğu ve müminlerin ahirette cennetle mükâfatlandırılacağı
unutulmamalıdır. Her insan, bu ayetlerin içerdiği çağrıları dikkate alarak
hayatını yeniden gözden geçirmeli ve ebedi hayat için gerekli adımları
atmalıdır. Bu ayetler, iman edenler için bir müjde, inkârcılar için ise büyük
bir uyarıdır. İbret almayanlar içinse sonuç bellidir: Ahiretteki büyük hüsran.