Hûd Suresi Bağlamında Nuh Kıssası -3
Hûd Suresi Bağlamında Nuh Kıssası -3
Bir hikâye düşünün ki yüzyıllar öncesinden bugüne kadar canlılığını
korumuş ve yalnızca bir topluma değil, tüm insanlığa hitap eden mesajlar
taşımış olsun. Hûd sûresi bağlamında Nûh kıssası, evrensel ve derin bir
anlatıdır. Bu yazıda Hûd 11/44-49. ayetleri üzerinden yalnızca geçmişe bir
pencere aralamakla kalmıyor, aynı zamanda yaşadığımız problemlere ışık tutan ve
sorularımıza cevap arayan bir metodoloji geliştirmeyi amaçlıyoruz. İlahi
emirlerin cansız varlıklara bile nasıl nüfuz ettiğini, bir peygamberin ailesine
duyduğu merhametin sınavla nasıl şekillendiğini ve tüm bu sahnelerin günümüze
yansıyan etkilerini birlikte inceleyeceğiz. Kısacası, bu kıssa sadece bir tarih
anlatımı değil; içinde kavramsal bir derinlik, insanı sorgulamaya sevk eden
bulgular ve bizi düşünmeye davet eden sorular saklı. Bu yazıda amaç, bu kadim
hikâyenin izini sürmek. Başlayalım…
Allah’ın cansız varlıklara hitabı
Kur'an, yeryüzüne ve göğe canlı varlıklar gibi hitap edildiğini
belirtir: “(Nihayet) ‘Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!’ denildi.
Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de) Cûdî (dağının) üzerine yerleşti. Ve ‘O
zalimler topluluğunun canı cehenneme!’ denildi.” (Hûd 11/44). Yere ve göğe
yapması istenen şeylerin meçhul (edilgen çatı) kalıp ile “denildi”
şeklinde emredilmesi, emredenin (Allah) yüceliğine dikkat çekmek
içindir. Cansız varlıklar bile Allah’ın rızasına uygun hareket ediyorsa canlı
ve akıllı varlıkların bundan ibret alması ve Allah’a kullukta kusur etmemesi
beklenir. Sonuçta Allah’ın dediği olmaktadır. Bu kalıpla ayrıca bu sözü söyleme
konusunda yüce Allah’tan başkasının akla gelmesinin imkânsızlığına dikkat
çekilmiş olmaktadır. “Ey yer suyunu yut!” denilmesiyle tutulacak su,
tufanın suyudur. Yani emir tatlı suların çekilmesini kapsamamıştır. Gökyüzüne
de “Ve ey gök (suyunu) tut!” denilmesi, ondan azap amaçlı indirilen
yağmuru durdurmasının istenmesi anlamındadır. Önce göğün değil yerin muhatap
alınması, tufan azabının yeryüzünde gerçekleşmesinden dolayıdır. Madem o
inkârcılara, “O zalimler topluluğunun canı cehenneme!” denilmiştir demek
ki akraba da olsalar onlardan herhangi birinin bağışlanması talebinde
bulunulmamalıdır. Onlar, ahirette yaptıklarının karşılığını bulacaktır. Ayrıca
bu ifade, bu kıssaya ilişkin önceki bir ayeti hatıra getirmektedir: “Gözlerimizin
önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana
(bir şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!” (Hûd 11/37). Bu sahnede “Hepsi
helak oldu!” şeklinde bir ifadeye yer verilmemiştir; çünkü anlatılanlar zaten
helakin gerçekleştiğini net olarak betimlemektedir. Bu durumda akla şu soru
gelebilir: İnkârcıların çocukları niye helakte öldü? Bu soruya şöyle yanıt
verilebilir: Yüce Allah onların ömrünü o kadar takdir etti. İnkârcı toplumun
günahını paylaşmadan ahirete gitme imkânı buldular. Onların bu sayede ebedi
mutluluğa kavuşmuş olmaları umulur. Şöyle de denebilir: Allah, yaptıklarından
hesaba çekilemez (el-Enbiyâ 21/23)!
Hz. Nûh’un oğlunun “ailesinden sayılmaması”
Hz. Nûh, dua ederken oğlunun ailesinden olduğuna dikkat çekse de
yüce Allah’ın doğru hüküm verdiği konusunda teslimiyeti tamdır: “Nuh Rabbine
dua edip dedi ki: Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin ise
elbette haktır. Sen hakimler hakimisin.” (Hûd 11/45). Hz. Nûh’un, “oğlum
da ailemdendir” demesi, oğlunun boğulmaktan kurtarılması talebini içerdiği
şeklinde yorumlanmıştır. Hâlbuki oğlu boğulanlardan olmuştur (Hûd 11/43). Dolayısıyla
Hz. Nûh’un oğlunun “ahirette kurtulanlardan olmasını” istediği düşünülebilir.
En doğrusunu Allah bilir. Hz. Nûh’un, “Sen hakimler hakimisin.”
şeklindeki hitabı, başına bir dert geldiğinde rabbine seslenen Hz. Eyyûb’un şu
hitabını anımsatmaktadır: “Sen, merhametlilerin en merhametlisisin.”
(el-Enbiyâ 21/112).
Dinî bağın, ailevi bağdan daha değerli oluşu
Hz. Nûh’un kâfir oğlu o kadar günaha batmıştı ki yüce Allah bu
nedenle onun için “kötü iş yapan bir kimse” demek yerine “o kötü bir iştir”
ifadesini kullandı: “Allah buyurdu ki: Ey Nûh! O asla senin ailenden değildir;
çünkü o kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme!
Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.” (Hûd 11/46). Hz. Nûh’a, “O
asla senin ailenden değildir.” denilerek oğlunun, gemiye binip
kurtulanların -özelde de aile bireylerinin- dışında kaldığı ifade edilmiş
olmaktadır. Ayetteki “kötü bir iş”, lafzen “iyi olmayan bir iş”
anlamındadır. Yani “fesatçı” biri olsa bir gün belki vazgeçer ama o, o kadar
kötüdür ki ne yaparsa yapsın yaptığı iyi olmayacaktır (ġayru ṣāliḥ). Ayetteki
“kötü bir iş”, Hz. Nûh’un “inkârcı olan oğlunun kurtulmasını istemesi”
şeklinde de yorumlanmıştır. Yine “Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye
ederim.” ifadesi, Hz. Nûh’un âlim bir kimse olduğunun kanıtı sayılmış, ona
cahil seviyesine inmemesi uyarısının yapıldığı söylenmiştir. Bu uyarı,
inkârcılar iman edecekler diye düşünüp mucize göstermeyi arzulayan Hz.
Muhammed’e (s) yapılmış şu uyarı gibidir: “Artık sakın cahillerden olma.”
(el-En`am 6/35).
Yüce Allah’a itaatsizlik durumunda yine O’na sığınma
İlahi uyarıyı alan Hz. Nûh, “oğlunun kurtuluşu” talebinden hemen
vazgeçmiştir: “Nûh dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan
şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen ben ziyana
uğrayanlardan olurum!” (Hûd 11/47). İnkârcı olarak ölen yakın için edilen
duanın o yakına faydası olmaz. Ayetteki “sana sığınırım” ifadesinin
tövbe de dâhil bir sığınma olduğu ifade edilmiştir. Yani o, “Bilgim olmayan bir
şeyi istememeliydim. Bir daha böyle bir şey yapmayacağım.” demek istemektedir.
Bununla birlikte Hz. Nûh’un bilgisi olmayan bir konuda talepte bulunmakla suç
işlemediği aksine iki iyiden daha iyi olanını tercih etmediği için bağışlanma
talep ettiği söylenmiş ve bu yorum, Hz. Muhammed’den (s) Mekke’nin fethi
sonrası Allah’ı yüceltmesi, bağışlanma dilemesinin istendiği Kur'anî ifadelerle
desteklenmiştir: “Allah'ın yardımı ve fetih geldiği, insanların akın akın
Allah'ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, artık rabbini hamd ile tesbih et
ve O'ndan bağışlanma dile. Şüphesiz O tövbeleri kabul edendir.” (en-Nasr
110/1-3). Yani bu yaklaşıma göre fetih gerçekleştirdiğinde Hz. Muhammed’den (s),
Allah’tan bağışlanma dilemesinin istenmesi illa da onun bir günah işlemiş
olmasını gerektirmez. Benzer şekilde Hz. Nûh’un hakkında bilgisi olmayan bir
şeyi istemesi sonucu bağışlanma dilemesi, onun günah işlemiş olmasını
kesinleştirmez.
Tufan sonrası kuşakların serencamı
Hz. Nûh’un ve gemiye binenlerin yüce Allah’a yönelişi ödüllendirilmiştir:
“Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve
bereketlerle in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden
kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır. (Hûd
11/48). Bu ayette Hz. Nûh ve onunla beraber olan ümmetlerden kasıt, ataları
gemideki müminler olan nesillerdir. Hz. Nûh’a ve onlara Allah’tan bir esenlik
vaadi varken başka bir ayette bu vaat doğrudan Hz. Nûh’a yapılmıştır: “Âlemler
içinde selam olsun Nuh’a.” (es-Sâffât 37/79). Ayetteki bereket vaadi de
gemiden karaya inme sonrası o ve onun yolundan giden toplumların dünyada
geçimlerini sağlayabilecek bir ortam bulabileceklerini gösterir. Hz. Nûh’un
yolundan gitmeyip inkâra yönelenler bir süre geçimlerini sağlayabilecek olsalar
da müminler için söz konusu olan esenlik ve bereketten yoksun kalacaklar ve
onlar için azap söz konusu olacaktır. Kıyamete kadar toplumlar için söz konusu
olan yasa budur. Yüce Allah’ın “selam ve bereketlerle in” demesinden
kastedilen şey, “gemiden inmeleri” olabileceği gibi “dağdan daha kolay yaşam alanı
olan ovalık bir yere in” emri de olabilir. Ayette Müslümanlara esenlik ve
bereket vaadi varken inkârcılara bu vaatte bulunulmamış onlara “dünyalık”
verileceğine işaret edilmiştir. Yani Müslümanlar, dünyada kendilerine verilen
nimetler az olsa da selamet ve bereket onları kuşatmıştır. Kâfirlerin dünyevi
imkânları çok olsa da onlara esenlik ve bereket nasip edilmemiştir. Hz. Nûh
sonrası nesiller, soy olarak ona dayanmak zorunda değildir; çünkü gemide onun
ailesinden olmayan müminler de vardı: “Ey Nûh ile birlikte taşıdıklarımızın
soyundan gelenler!” (el-İsrâ 17/3). Ayrıca Nûh toplumu dışında o dönemde
başka toplumlar da yaşamışsa insanlar onların soyundan da devam etmiş olabilir;
çünkü Hz. Nûh’un inkârcı toplumuna gelen tufan cezasının onların da dünya
hayatını sona erdirdiği kesin değildir.
Nûh kıssasının gayb haberi oluşu
Hûd suresindeki Nûh kıssası konulu son ayet şöyledir: “İşte
bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen
biliyordun ne de kavmin. O halde sabret; çünkü iyi sonuç (sabredip)
sakınanlarındır.” (Hûd 11/49). Ayette “Bundan önce onları ne sen
biliyordun ne de kavmin.” denilmesi, onların Nûh kıssasını hiç bilmediği
anlamında değil, gerçek bilgiye ve gerekli ayrıntılara sahip olmadıkları
anlamındadır. Nûh kıssasının anlatımından sonra “sabret”
denilmesi, Hz. Muhammed’e (s) dönük Mekkeli müşriklerin eziyetlerine karşı
yılmamak gerektiği mesajıdır. Hz. Nûh gibi sabrederse Mekke toplumunda da
müminler, esenliğe ve berekete kavuşacak kimseler olacaktır. İnkârı sürdürenler
içinse söz konusu olacak şey azaptır.
Sonuç
Görüldüğü gibi Hûd sûresi bağlamında Nûh kıssası, insanlığa ilahi
hikmet ve sorumluluk bilinci sunmaktadır. Hûd 11/44.-49. ayetleri bağlamında bu
kıssa, Allah’a teslimiyetin, sabrın ve manevi değerlerin, dünyevi bağlardan
üstün olduğunu vurgular. Cansız varlıkların bile ilahi emirlere itaat ettiği
bir düzende, insanın gaflete düşmesi ne büyük bir kayıptır! Bugün de farklı
şekillerde karşımıza çıkan tufanlar, çevre felaketlerinden toplumsal yozlaşmaya
kadar uzanırken, her bireyin kendi “gemisini” inşa etmesi gerektiğini
hatırlatır. Aileden başlayarak topluma yayılan bir bilinçle, dinî ve ahlaki
değerlere sarılmak, gerçek kurtuluşun anahtarıdır. Tufanların geçici, Allah’a
teslimiyetin ve ona uygun bir hayatın ise ebedi hayatın anahtarı olduğunu
unutmadan, sabır ve azimle mücadele edenlerden olmalıyız; çünkü gerçek
kurtuluş, ilahi kurtuluşta saklıdır.