Hûd Suresi Bağlamında Nuh Kıssası -1
Hûd
Suresi Bağlamında Nuh Kıssası -1-
İnsanlık tarihi boyunca, toplumsal ve bireysel rehberlik ihtiyacı
ilahi mesajlar ve peygamberler aracılığıyla karşılanmıştır. Kur’an kıssaları,
bu rehberliğin en çarpıcı örneklerini sunarak insanlığın hem geçmişine hem de
geleceğine ışık tutmaktadır. Hûd Suresi’nde yer alan Hz. Nûh kıssasının Hûd
11/25.-33. ayetlerin yer aldığı kısım, tevhid mücadelesi ve peygamberlerin
karşılaştıkları zorluklar açısından derin anlamlar barındırmaktadır. Bu
çalışmada Hz. Nûh kıssasının kavramsal temelleri ele alınmış, kıssanın
mesajlarının hem tarihsel hem de evrensel boyutları incelenmiştir. Araştırmanın
temel sorusu, Hz. Nûh’un mücadelesinin günümüz insanı için ne tür bir rehberlik
sunduğudur. Ortaya konan bulgular, kıssanın sadece bir tarih anlatısından
ibaret olmadığını, aynı zamanda birey ve toplum için yol gösterici nitelikte
olduğunu göstermektedir. Bu bağlamda, çalışma, Kur’ân kıssalarının güncel
anlamlarını yeniden değerlendirmek için bir zemin sunmayı hedeflemektedir.
Şirksiz inanca davet
Yüce Allah Kur’an’da zaman zaman “melik dili” kullanmakta ve “(biz)
gönderdik” demektedir. Bu üsluba Nûh kıssası anlatılırken de yer verilmiştir: “Ant
olsun, biz Nûh’u kavmine elçi gönderdik. Onlara, ‘Ben (dedi), sizin için apaçık
bir uyarıcıyım.’” (Hûd 11/25). Yüce Allah’ın elçi gönderdiğini söylemesi, O’nun
kullarını kendi haline bırakmadığını gösterir. Yani Müslüman deist olamaz. O,
her an Allah’ın gözetiminde olduğu bilinciyle yaşar. Hz. Nûh’un apaçık uyarıcı
olması, muhataplarının inkârcılardan oluşmasından dolayıdır. Onlar müjdelenecek
bir tavır göstermemiştir. Hz. Nûh’un apaçık uyarıcı olması, bu görevini
layıkıyla yerine getirdiğini göstermektedir. Ne yazık ki onun uyarıları o
inkârcılara fayda vermemiştir.
Acıklı bir azaba karşı uyarı
Hz. Nûh, Allah’tan başkasına ibadet edenleri tufan cezasıyla ya da
ahiret azabıyla korkutmaktadır. Korkutma nedeni ise muhataplarının Allah’tan
başkasına ibadet etmeleridir: “Allah’tan başkasına tapmayın! Ben, size
(gelecek) elem verici bir günün azabından korkuyorum.” (Hûd 11/26). İslam,
insanları Allah’a inandırma mücadelesi vermekten ziyade O’na ortak koşulmaması
gerektiğine vurgu yapar. Azabın bu ayette Allah’a değil güne atfedilmesi bir
mecazdır. Yani azabın o günde gerçekleşecek olmasından dolayıdır.
İnkârcı itirazların muhtevası
Hz. Nûh dönemi kâfirleri, kendilerine gönderilen peygamberi “bir
insan” olduğu gerekçesiyle peygamberliğe uygun görmüyorlardı. Hâlbuki
insanların maslahatına, örnek alabilecekleri insan peygamber gönderilmesi daha
uygundur: “Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Biz seni sadece bizim
gibi bir beşer olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt
tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir
üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.”
(Hûd 11/27). Kimileri beşer oluşu insan oluşun bir alt kademesi olarak
tanımlamaktadır. Ne var ki bu ayette beşer oluşun peygamber oluşa engel
oluşturmadığı nettir. Ayette kâfirlerin Hz. Nûh’a, “Biz seni sadece bizim
gibi bir beşer olarak görüyoruz.” demeleri, Mü’minûn suresinde geçen “sizin
gibi bir beşer” (el-Mü’minûn 23/34) şeklindeki ifadelerinden
farklılık arz etmektedir. Orada seçkinci bir tarzı benimsemişlerken burada
göreli olarak daha mütevazı bir üslup kullanmaktadırlar. Yine bu ifadede “biliyoruz”
gibi kesin bir ifade kullanmaktan kaçınmaları, insaflı ve objektif bir tutuma
sahip kimseler oldukları izlenimi vermek içindir. Kâfirlerin “basit
görüşlü” dediği kimseler, müminlerden olmayı seçmiş kimselerdir. Bu durumda
inkârcılar, “ileri görüşlü” (!) olmaktadır. İnkâra sapanlar ayrıca kendileri
gibi ileri gelenlerden olmayanların iman öncesi durumunu aşağıladığı gibi iman
etmelerinin ardından da onlara karşı bir tutum değişikliğine gitmemektedir.
Hâlbuki yoksulluk, hayatın anlamını doğru kavramaya engel değildir. Kâfirler
ise “Madem makam, mevki, para vs. bizde demek ki ileri görüşlü olan biziz.”
diye düşünüp şeytanın tuzağına düşmektedir. Yüce Allah, insanoğluna ulaşılması
gereken hedef olarak rızasını dolayısıyla ahirette cenneti hedef
göstermektedir. Bunu ıskalayanlar, dünyada makam ve para sahibi kimseler
olsalar da gerçekte onların aklı kıttır. Tersine yoksul kimselerden dünyayı
geçici ahiret nimetlerini kalıcı görüp ona göre bir hayatı seçenler ise gerçek
anlamda akleden kimselerdir. Kâfirlerin, “bize karşı bir üstünlüğünüzü de
görmüyoruz” demeleri üstünlüğü Allah korkusunda (takva) değil, makamda ve
parada gördüklerine işaret etmektedir. Ayrıca bu inkârcılar, mümin insanları
aşağılamakta ancak taştan, tahtadan vs. yapılan putları yüceltmektedir!
Hz. Nûh’un inkârcı tezlere itirazı
Kur’an’a göre Hz. Nûh’a, mesajını destekleyici türden açık bir
delil verilmiştir; ancak rahmet olan bu delilin ne olduğu belirtilmemiştir: “(Nûh)
dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından (bildirilen) açık bir delil
üzerinde isem ve O bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli
tutulmuşsa buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona
zorlayacak mıyız?” (Hûd 11/28). Delil basirettir, onu inkâr körlüktür. Hz.
Nûh, inkârcıların donmuş zihinlerinin buzlarını çözmeye çalışmaktadır. Bu
noktada delili vahiy de olabilir akli delil de olabilir. Her ikisi de
rahmettir. Bu ayetteki Hz. Nûh’un susturucu delilleri âdeta inkârcıların, “Bizden,
basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu
görmüyoruz.” (Hûd 11/27) şeklindeki önceki ayette yer alan sözlerine bir
yanıttır. Basit görüşlü olan müminler değil, kâfirlerdir. Söz konusu delilin
Hz. Nûh’a verilen bir mucize olduğu da söylenmiştir ancak ona mucize verilmiş
olsa bile Kur’an, onun niteliği konusunda ayrıntı vermemiştir. Hz. Nûh’un “O
bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa”
şeklindeki sözü, inkârcıların göremedikleri/bilemedikleri bir şeyden sorumlu
tutulmaları şeklinde anlaşılmamalıdır. Onların delillere karşı kör kalmaları,
hakikatin onlara gizli kalması sonucunu getirmiştir. Allah’ın varlığına ve
tekliğine ilişkin söz konusu deliller vahiy kapsamındakiler olabileceği gibi
evrendeki deliller de olabilir. İnkâr etme yolunu seçenleri her iki tür delil
de etkilememektedir. Ayetin sonundaki “Siz onu istemediğiniz hâlde biz sizi
ona zorlayacak mıyız?” ifadesi, istemedikleri hâlde insanların Müslüman
yapılamayacağı ilkesinin Hz. Nûh döneminde de geçerli olduğunu göstermektedir.
Hz. Nûh’un insanların Müslüman olmasına odaklanması
Kâfirlerin, muhtemelen iman etme izlenimi vererek, Hz. Nûh’tan
yoksul Müslümanları çevresinden kovma talepleri karşılıksız kalmıştır: “Ey
kavmim! Allah’ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal
istemiyorum. Benim ödülümü verecek olan ancak Allah’tır. Ben iman edenleri
kovacak değilim; çünkü onlar Rablerine kavuşacaklardır; fakat ben sizi,
bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.” (Hûd 11/29).
İnkârcıların ne yaratanın ne de ona kulluğa yönelen ihtiyaç sahibi kimselerin
değerini bilmeleri söz konusudur. İnkârcıların Hz. Nûh’tan İslam’ı seçen
yoksulları yanından kovmasını istemeleri, o inkârcılardaki kibri
göstermektedir. O yoksul kimselerin rablerine kavuşacaklarına inanmaları onları
değerli kılmaktadır. İnkârcıların “sığ görüşlü” bulduğu o ihtiyaç sahibi
Müslümanlar, gerçekte iki hayatı (dünya ve ahiret) doğru kavramış aziz
kimselerdir. Onların kovulması, bir peygamberden istenecek şey değildir. Kovsa
dini tebliğ görevini gereği gibi yapmamış olur ve bu yaptığı şey, ahirette
karşısına çıkar. Gerçekte “sığ görüşlü” olanlar, o yoksul Müslümanlar değil,
dünya hayatına kanan kâfirlerdir. Fakirliği alçak, zenginliği yüksek görmeleri,
insan onurunun ne olduğu konusundaki cahilliklerinin kanıtıdır. Benzer bir
talep, son peygamber Hz. Muhammed (s) için de söz konusu olmuş, Allah asla
böyle bir şey yapmaması konusunda onu uyarmıştı: “Rablerinin rızasını umarak
sabah akşam O’na yalvaranları yanından kovma. Onların hesaplarından senin
üzerine senin hesabından da onların üzerine bir sorumluluk yok ki onları
yanından kovup da zalimlerden olasın.” (el-En`am 6/52).
Yoksul Müslümanlardan uzak durmanın kabul edilemezliği
İnsanın fakir müminleri yanından uzaklaştırması azap sebebi
olabilir: “Ey kavmim! Ben onları kovarsam beni Allah’tan (onun azabından)
kim korur? Düşünmüyor musunuz?” (Hûd 11/30). Yoksul Müslümanlar ebedi
nimete kavuşacaktır. İnkârcılar ise dünyada ne kadar zengin olurlarsa olsunlar
bir gün ellerindeki nimetlerden ayrılmak zorunda kalacaklardır. Ahirette ise
onları bekleyen ateştir.
Peygamberliğin
özellikleri ve alt gelir gruplarıyla ilişkiler
Hz. Nûh
kendisini olağanüstü bir şahsiyet olarak tanıtmaz: “Ben size, ‘Allah’ın
hazineleri benim yanımdadır.’ demiyorum, gaybı da bilmem. ‘Ben bir meleğim.’ de
demiyorum. Sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için ‘Allah onlara asla bir
hayır vermeyecektir.’ diyemem. Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir.
Onları kovduğum takdirde ben gerçekten zalimlerden olurum.” (Hûd 11/31).
Ayette “‘Ben bir meleğim.’ de demiyorum.” ifadesiyle Hz. Nûh, beşer
oluşuna işaret etmektedir. Bu sözü meleklerin peygamberlerden de üstün olma
ihtimalini akla getirmektedir. “Hor gördüğünüz” kimseler yerine, “Sizin
gözlerinizin hor gördüğü kimseler” denilmesi, inkârcıların yoksul
müminlerin dış görünüşüne odaklandıklarını ve bu nedenle o müminlerdeki
erdemliliği göremediklerine işaret etmektedir. Hz. Nûh’un, yoksul müminler için
“Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir.” diyememesi, o müminlerin
hem dünyada hem de ahirette nimete kavuşamayacaklarını söyleyemeyeceği
anlamındadır. O konu, Allah’ın ilmindedir. Hz. Nûh’un yoksul Müslümanlar
hakkında kâfirlere, “Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir.”
demesi, inkârcıların yoksul Müslümanları “inanıyormuş gibi yapmakla”
suçladıklarını gösterir. Hz. Nûh’un, “Onları kovduğum takdirde ben gerçekten
zalimlerden olurum.” demesi, düşmana benzeme riskini bertaraf etme
örnekliğidir. Mazlumları çevresinden uzak tutmaya çalışmak, zalim kimselerin
özelliğidir.
İnkârcıların
risalet karşıtı tutumu
Hz. Nûh,
tevhide dair sağlam deliller getirdiğinde mesajı yoksul kesimlerin ilgisini
çekti; fakat inkârcıların deliller karşısındaki tutumu ise olumsuzdu: “Dediler
ki: Ey Nuh! Bizimle mücadele ettin ve bize karşı mücadelede çok ileri gittin.
Eğer doğrulardansan kendisiyle bizi tehdit ettiğini (azabı) bize getir!” (Hûd
11/32). İnkârcıların, “bize karşı mücadelede çok ileri gittin” demeleri,
Hz. Nûh’un uzun soluklu tebliğ çabasında ne kadar ısrarlı olduğunu gösterir. O,
delillere dayanırken inkârcılar ise cehalette ve batılda ısrarlı davranmıştır.
Hz. Nûh’un
inkârcılara yanıtı
Allah azap
etmeyi dilediğinde O’nu engelleyecek de azaptan kaçabilecek de yoktur: “(Nûh)
dedi ki: Onu size ancak dilerse Allah getirir. Ve siz (Allah’ı) âciz bırakacak
değilsiniz.” (Hûd 11/33). Azap getirmek peygamberlerin yetkisinde değildir.
Bu nedenle kâfirlerin azabı acele istemeleri karşısında peygamberlerin elinden
bir şey gelmemektedir.
Allah bir
toplumu yoldan çıktığı için helak etmek isterse onlara verilen öğüt, onları
azaptan uzaklaştırma açısından yarar getirmez: “Eğer Allah sizi azdırmak
istiyorsa ben size öğüt vermek istesem de öğüdüm size fayda vermez. (Çünkü) O
sizin rabbinizdir. Ve (nihayet) O’na döndürüleceksiniz.” (Hûd 11/34).
Ayetteki “Allah sizi azdırmak istiyorsa” ifadesiyle kastedilen şey, yüce
Allah’ın onların sapıtmalarına izin vermesi anlamındadır. Bu sapmanın
kendisinden ziyade sonucu, yani azap (helak) kastedilmişse bu durumda ayette
azap gelince inanmanın fayda vermeyeceği kastedilmiş olur; çünkü artık
inkârcıların aleyhine hüküm verilmiştir. Öğüdün fayda vermesi, azap gelmeden
önce iman edilmesi durumunda söz konusu olur. Ayrıca Hz. Nûh’un, “öğüdüm
size fayda vermez” demesi, öğüdün yararsız olduğu anlamında değildir. Öğüt
veren sevabını alır, muhatabın bu öğüde kayıtsız kalması kendi bileceği iştir.
Onun inkârcılara, “O, benim rabbimdir.” yerine “O sizin rabbinizdir.”
demesi, inkârcıların inkârlarını sorun etmeksizin tebliğini sürdürdüğünü
göstermektedir. Ayetin sonunda “O’na döndürüleceksiniz.” şeklindeki Hz.
Nûh’un sözü, inkârı seçenlere tehdit niteliğindedir. Yani Allah’a, kullarına ve
kendine karşı kötülük yapanların yaptıkları cezasız kalmayacaktır!
Sonuç
Hûd Suresi’nde yer alan Hz. Nûh kıssası, tevhid mücadelesinin
evrensel bir örneğini sunmaktadır. Çalışmamızda, bu kıssanın Hûd 11/25.-33. ayetlerindeki
bölümünün bir anlatıdan öte, insanlık için ahlaki ve ilahi bir kılavuz olduğu
ortaya konulmuştur. Özellikle kıssanın, iman, sabır ve adalet kavramlarına
yaptığı vurgu, modern dünyada da anlamını korumaktadır. Araştırmada ulaşılan
bulgular, kıssanın yalnızca bir dini öğreti değil, aynı zamanda bireyin ve
toplumun karşılaşabileceği sorunlar için dersler içerdiğini göstermiştir. Bu
çalışma, literatüre Hz. Nûh kıssasının evrensel boyutları üzerine bir katkı
sunmayı amaçlamış ve kıssanın sosyal ve ahlaki mesajlarını günümüz okuyucusuna
daha anlaşılır bir şekilde aktarmaya gayret etmiştir. Ele alınan kısım, insanın
hayat yolculuğunda karşılaşacağı zorluklara sabır ve imanla yaklaşması
gerektiğini vurgulamaktadır.
Günümüz insanı için bu kıssa, maddi kazanç ve toplumsal statü gibi
geçici değerlere değil, hakikat ve erdeme yönelmenin gerekliliğini
hatırlatmaktadır. Hz. Nûh’un kararlı mücadelesi, insanın inandığı değerler
uğruna sabır ve gayret göstermesinin önemini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda
Hûd Suresi’ndeki Hz. Nûh kıssası, sadece bir dönemin hikâyesi değil, her döneme
ışık tutan evrensel bir mesajdır. İnsanın dünya hayatını, ahiret bilinciyle
şekillendirme sorumluluğunu hatırlatır. İman edenler için bu kıssa, ilahi
yardımın ve rahmetin her zaman yakın olduğunu, bu yardıma layık olmak için
samimiyetle çaba göstermenin zorunluluğunu ifade eder. Bu mesajların hayatımıza
yansıması hem bireysel hem de toplumsal olarak bizi daha adil, erdemli ve
sabırlı bireyler haline getirecektir.