İlahi Mesaj ve İnsanların Sorumlulukları: Hûd Sûresine Giriş
İlahi Mesaj ve İnsanların Sorumlulukları: Hûd Sûresine Giriş
Kur’an-ı Kerim’in her bir suresi, derin hikmetler ve evrensel dersler içermektedir. Hûd sûresi de bu bağlamda hem inanç esaslarını pekiştirir hem de insanlara ahlaki sorumluluklarını hatırlatır. Aynı zamanda insanları Allah’a ibadet etmeye, O’ndan başkasına kulluk etmemeye davet eder ve bağışlanma dilemenin, tövbenin önemini vurgular. Mushaftaki sıraya göre 11. Sırada yer alan bu sûre; Allah’ın kudretini, dünya ve ahiret hayatının gerçekliğini, insanların karşılaştığı imtihanları ve bu imtihanlar karşısında sergilemeleri gereken tavırları ele alır. Ek olarak müminler için bir rehber, inkârcılar için ise bir uyarı niteliği taşır. Bu yazıda elde edilen veriler değerlendirilirken “mesaj muhtevası”nın asıl özelliklerini ortaya koymayı hedefleyen içerik analizi yöntemine[1] başvurularak Hûd Suresi’nin ilk yedi ayeti üzerinde durulacaktır. Yazının araştırma soruları şunlardır: “Kur’an’ın ayetlerinin sağlamlaştırılmış ve açıklanmış olması ne anlama gelmektedir? Bu ifadeler, Hûd sûresinin ilk ayetlerinde nasıl açıklanmaktadır? Allah’tan başkasına kulluk etmeme ve yalnızca O’ndan bağışlanma dilemenin önemi nedir? Dönüşün yalnızca Allah’a olması ve O’nun her şeye kadir olması, inanç ve amel açısından nasıl bir mesaj vermektedir? Münafıkların ve inkârcıların göğüslerini bükerek hakikatten kaçma tavırları, nasıl betimlenmiştir? Bu tutumların günümüz Müslümanlarına mesajı nedir? Yeryüzündeki her canlının rızkının Allah’tan olması ve dünya hayatının bir sınav olması, nasıl ele alınmaktadır? Bu kavramların ahiret inancıyla bağlantısı nedir?”
Kur’an’ın Özellikleri
Hûd sûresi girişinde olduğu gibi Kur’an’ın bazı sûreleri harflerle başlamaktadır. Bu harflerle sonrasındaki konuya dikkat çekmiş olmanın yanında inkârcılara, “Bu harfler sizde de var. Madem inkâr ediyorsunuz benzerini ortaya koyunuz.” mesajı da verilmiş olmaktadır: “Elif. Lam. Ra. (Bu), ayetleri sağlamlaştırılmış sonra hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan (Allah) tarafından etraflıca açıklanmış bir Kitap’tır.” (Hûd 11/1). Ayetlerin “sağlamlaştırılmış” olması, onların tümünün nazmının düzgünlüğünü, anlamlarının yerindeliğini ve çelişkiden uzak oluşunu, batıl karşısında zindeliğini ve ona alternatif bir kitap ortaya konulamayacağını gösterir. Müteşabih ayetlerin varlığı hesaba katılarak yorumlanacak olursa o zaman bu ayetteki “sağlamlaştırılmış” olma “bir kısım ayetlerin muhkem kılınması” anlamında olur. “İnsanoğlu nankördür.” dediğimizde bir kısmını kastettiğimiz gibi. Önceki kitaplardan farklı olarak bu kitabı nesheden başka bir kitap gelmeyecektir. Yüce Allah, verilmek istenen temel mesajı (şirksiz iman ve o doğrultuda bir hayat) “etraflıca açıklanmış” bir şekilde yani örnekler ve kıssalarla somutlaştırarak vermektedir. Ayetleri aşama aşama göndererek izah etmiştir. Ayette açıklamanın Allah tarafından yapılması, “Kur’an’ın Kur’an ile tefsirini”[2] akla getirdiği gibi Resulullah (s) aracılığıyla açıklamış olması anlamına da gelebilir. Ayetteki “etraflıca açıklanmış” olma, “fasılalı (aralıklı) oluş” şeklinde de yorumlanmıştır. Kısa surelere mufassal (fasılalı) denilmesi de ayetler arasındaki fasılaların çok olmasından dolayıdır. Yani bu surelerin mesajı kısa ve etkilidir.
Allah’tan Başkasına Kulluk Etmeme Uyarısı
“Uyarma”nın müjdelemeden önce gelmesi, -bu bağlamda- kötülüklerin önce bertaraf edilmesi gerektiğine dikkat çekmek içindir. Yani fayda temini, zararların uzaklaştırılmasından sonraki bir hedeftir: “Öyle ki Allah’tan başkasına kulluk etmeyin. Ben size O’nun tarafından bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim.” (Hûd 11/2). Ayetteki “Allah’tan başkasına kulluk” etme yasağı, hayatı kompartımanlara bölüp bir kısmında dinin bir kısmında din dışı prensiplerin yürürlükte olmasını reddetmektedir. Önceki ayet ile birlikte düşünüldüğünde ayetlerin ayrıntılı açıklanmasının amacı, insanların sadece Allah’a kul olmalarını sağlamaktır. Aksi takdirde insanlar, yanlış yoldan gitme konusunda mazur olurlardı. Kur’an, bu açıdan felsefi eserlerden farklıdır. Onun anlaşılmak gibi bir amacı vardır.
Bağışlanma ve Tövbenin Önemi
Yukarıda Allah’tan başkasına kulluk yapmama uyarısının ardından bağışlanma dilenmesinin istenmesi, şirkten pişman olunduğunun beyan edilmesi talebidir: “Ve Rabbinizden bağışlanma dileyin; sonra O’na tövbe edin ki sizi belirli bir süreye kadar güzel nimetlerden yararlandırsın ve her ihsan sahibine kendi ihsanını versin. Eğer yüz çevirirseniz gerçekten ben sizin hakkınızda büyük bir günün azabından korkarım.” (Hûd 11/3). İnsan ibadetini yeterince güzel yapamadığında da bağışlanma diler. Yani bağışlanma dilemek için illa günah işlemiş olmak gerekmez. Ayette istenen “tövbe”, günahtan sözlü olarak da fiilen de uzak durmayı içerir. Tövbenin bağışlanma talebinden “sonra” olması, ikisinin sıra takip etmesi anlamında düşünülmek zorunda değildir. Zira Arapça’da “sonra” (sümme), bazen “ve” anlamında kullanılır. Ayette ikisinin (bağışlanma ve tövbe) farkına dikkat çekilmiş olması mümkündür. Ayette bağışlanma dileme ve tövbe ile dünyevi nimetlere kavuşma arasında bir ilgi kurulmuş olması dikkat çekicidir. Yine ayetteki nimetlerin cazipliğini azaltıcı “belirli bir süreye kadar” ifadesi, “güzel nimetler” ifadesinin dünyevi nimetlere işaret ettiğini göstermektedir. Bu nimetlere “azaptan beri olmak” da dâhildir. Söz konusu nimetler cennet nimetlerini kapsamaz. Zira cennet nimetleri süresizdir. Bağışlanma talebi ve tövbe sonrası dünyevi nimetlerin gelmesi konusunda yine Hûd sûresinin ayetlerinden biri şöyledir: “Ey kavmim! Rabbinizden bağışlanma dileyin sonra O’na tövbe edin ki üzerinize gökten bolca yağmur göndersin ve sizin gücünüze güç katsın. Suçlular olarak yüz çevirmeyin.” (Hûd 11/52). Ayetteki (Hûd 11/3) “her ihsan sahibine kendi ihsanını versin” denilenler, farzların ötesinde fazladan ibadet etmeye azmetmiş kimselerdir. Hâliyle nimetlerden onlara fazla fazla verilecektir. Yine diğer bir ifade “büyük bir gün” (Hûd 11/3) ise kıyamet günüdür. Bununla birlikte onu dünya hayatıyla irtibatlandıranlar, “Bedir günüdür.” demişlerdir. Dinden yüz çevirmenin cezası, dünyevi ceza da uhrevi ceza da olabilir. Ayette “büyük bir günün azabı” denilerek cezadan en on söz edilmesi, öncelikle cezalandırılmaya neden olan şirk, bağışlanma ve tövbeden uzak durma suçlarından söz edilmesi gerektiği içindir. Suçsuz ceza olmaz.
Allah: Ahirette Tek Otorite
İman ve salih amel sahiplerinin ödüllendirilmesine, şirk ve zulüm içinde yaşamış olanların cezalandırılmasına yüce Allah’ın gücü yeter: “Dönüşünüz sadece Allah’adır. O, her şeye güç yetirendir.” (Hûd 11/4). İlk defa yaratan Allah, ikinci defa yaratmaya da güç yetirir. Ona hiçbir şey zor gelmez. Ayetteki “Dönüş”, kıyamet günü gerçekleşecektir. Dönüşün “sadece” Allah’a olması, ahirette tek otoritenin Allah olmasına işarettir. Aslında dünya hayatında da O’nun dediği olmaktadır; ancak sebep-sonuç ilişkisine odaklanan onun arkasındaki gücü yani yüce Allah’ı göz ardı eden insan, her şeyi yapabileceğini sanıp doğru yoldan uzaklaşmaktadır. Bu ayet kâfirlere tehdit, müminlere de müjdedir.
Göğüslerini Bükenler: Münafıkların Tavrı
Bir şeye yönelen kimse yüzünü, göğsünü o tarafa çevirir. Hakikat karşısında münafıkların tavrı ise bunun tersidir: “İyi bilin ki onlar ondan gizlenmek için göğüslerini bükerler. Yine iyi bilin ki onlar elbiselerine bürünürlerken O, onların gizlediklerini de açığa vurduklarını da bilmektedir. Şüphesiz O, gönüllerde olanı bilendir.” (Hûd 11/5). Ayette, “gizlenmek için göğüslerini bükerler” denilen kimselerin kullandıkları beden dili, onların münafıklığının kinayeli anlatımıdır. Bu tutumlarıyla aslında onlar kendilerine zarar vermektedir; çünkü inkârlarını yüce Allah’tan gizleyemezler. Yüce Allah’ın önce onların “gizlediklerini” bildiğini söylemesi, Allah için gizli ile aşikâr olan arasında bir fark olmadığını mükemmel bir şekilde ortaya koymak içindir. Yani kişinin kalbindeki düşünce pratiğe dökülmeden önce Allah onu bilir. Söz konusu kimseler, İslam’a karşı tutumlarıyla Hz. Nûh dönemi inkârcılarına benzemektedir: “Ben, senin kendilerini bağışlaman için onları ne zaman davet ettiysem parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerini üzerlerine çektiler, (küfürlerinde) direndiler ve büyüklük tasladıkça tasladılar.” (en-Nûh 71/7). Kur’an okunduğu zaman dinlemek istemeyen, başka tarafa yönelen, “Ne zaman bitecek bu?” dercesine esneyip duran ve Müslüman olduğunu beyan edenler de münafıklara benzememek için kendilerini gözden geçirmelidir.
Yeryüzündeki Her Canlının Rızkı Allah’tandır
Madem rızık Allah’tandır, o hâlde O’na tevekkül etmek gerekir: “Yeryüzünde rızkı Allah’a ait olmayan hiçbir canlı yoktur. O, onun karar kıldığı ve emanet bırakıldığı yeri bilir. Bunların hepsi apaçık bir kitaptadır.” (Hûd 11/6). Allah, her şeye rızkını veriyorsa bu onun yarattıklarına olan lütufkârlığını gösterir. O’nun her şeyin rızkını vermesi, “kullarına rızıklandırma sözü” verdiği şeklinde de anlaşılabilir. Allah, her canlının nerede doğacağını, yaşayacağını, kimin kimin çocuğu olacağını bilir. Ayetteki “canlı” kelimesini insan olarak yorumlayanlar, çocukların karar kıldığı yerin doğmadan önce babalarının nutfesinde oluşları, emanet bırakıldıkları yerin ise ana rahmi olduğu değerlendirmesini yaparlar. Ayetteki “apaçık bir kitap”, her şeyin kayıtlı olduğu Allah katındaki levh-i mahfuzdur.
Dünya Hayatının Sınav oluşu ve Ahireti İnkâr
Önceki iki ayette yüce Allah’tan hiçbir şeyin gizli kalmayacağı anlatılmıştı. Bu ayette ise onun yaratıcılığına dikkat çekilmekte böylece O’nun sonsuz bilgi ve kudreti vurgulanmaktadır: “Hanginizin amelinin daha güzel olduğu hususunda sizi denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur. Bundan önce ise O’nun Arş’ı su üzerindeydi. Onlara, ‘Siz ölümden sonra diriltileceksiniz.’ desen inkâr edenler mutlaka, ‘Bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir.’ derler.” (Hûd 11/7). İtaatkâr, şükreden ve muttaki kulları ortaya çıkaran şey imtihandır. İmtihan ile ortaya çıkacak “güzel amel” ile kimin daha iyi aklettiğinin ortaya çıkmasının kastedildiği yorumu da yapılmıştır. Zaten amel, bedensel bir eylemlilik olmak zorunda değildir. İmtihandan amacın “daha güzel” amelin ortaya çıkışı denilmesi, çirkin amel ile güzel amelin ayırt edilmesinden de öte güzel amel ile daha güzel amelin ortaya çıkması olarak görünmektedir. Yine ayette “çok amel” değil, “güzel amel” denilmesi, yapılan şeyin çokluğundan ziyade Allah’ın rızasına uygunluğunun önemini vurgu amaçlıdır. Yani bela kötüdür ama bir açıdan da insan kalitesi zirvede olanlar bu sayede ortaya çıkar. Bu elde edilen sonucun bir de değerlendirilmesi gerekir ki onun yeri de ahirettir. Dolayısıyla bu dünyada imtihan varsa ahiret de kesin olarak vardır. Gökler ve yerin yaratılmış olması üzerine düşünüp ibret almayan ve doğru yola yönelmeyen kimseler sınavı kaybetmiştir. Böylesine mükemmel bir evreni var eden Allah, hâliyle o evrenden çok çok daha mükemmeldir. O hâlde onun var ettiği insanoğlunun O’na kulluk etmemesi olacak iş midir? Bir anda yaratması mümkünken yüce Allah’ın “gökleri ve yeri altı günde” yaratması, yeryüzü halifesi özelde de onun yaratılış üzerine düşünmesi içindir. O, gücü yettiği hâlde yaratmada bir süreç gözetmeyi dilemiştir. Madem evren aniden var olmadı, insanoğlu da yapmak istediklerini bir çırpıda gerçekleştirmeye çalışmamalıdır. Bu beklenti insanoğlunun gücünü aşan bir beklentidir. Dolayısıyla yapacaklarını kademe kademe ve sağlam yapmalıdır. Ayetten anlaşılan şey, mahiyetini pek bilemediğimiz “Arş”ın ve suyun göklerden ve yerden önce var olduğudur. Geçici dünya nimetlerine yapışıp kalan ve ahireti göz ardı eden inkârcılar, imtihan yurdu dünyanın doğal sonucu olan “imtihanın sonuçlarının değerlendirileceği ahiretin varlığı” inancını sihir olarak görmektedir. Yani onlara göre peygamberler, insanları ahirete imana çağırarak kandırmaktadır. Bütün çağlarda inkârcılar, ahiret inancını sihir diye nitelemişlerdir.[3] Ayetteki, “Bu apaçık bir sihir”, ifadesi “Bu apaçık bir sihirbaz” anlamına da gelebilir. Bu durumda kastettikleri şey, Peygamber’in (s) sihirbaz yani yalancı olduğu olmuş olur. Hâlbuki kendilerine yüce Allah’ın, vahyin, peygamberin, cennetin ve cehennemin olmadığı bir hayat kurmaya çalışan kâfirler, sihirbazın ta kendisi, kurmaca hayat tasavvurları da bizzat sihir değil midir?
Sonuç
Hûd sûresinin ilk yedi ayetinde ortaya konan ilahi mesajlar, sadece tarihsel bir anlatım değil, aynı zamanda günümüz insanlarına da önemli dersler sunmaktadır. Bu ayetlerde Allah'ın mutlak kudreti, insanlara doğru yolun gösterilmesi ve onların ahiretteki durumu üzerine derin hikmetler yer almaktadır. Ayetlerin “sağlamlaştırılmış” ve “etraflıca açıklanmış” olması, Kur’an’ın evrensel ve değişmez hakikatlerini ortaya koyarken, insanların bu hakikatler karşısında nasıl bir tutum sergilemeleri gerektiğini de vurgulamaktadır. Allah'tan başkasına kulluk etmeme, bağışlanma dileme ve tövbe etme çağrısı, insanlara dünya hayatında nasıl bir yol izlemeleri gerektiğini açıkça göstermektedir. Ayrıca, münafıkların ve inkârcıların hakikati görmezden gelme ve hakikatten kaçma tavırları, günümüz Müslümanlarına da ibret verici bir uyarıdır. Allah’ın her canlının rızkını verdiği ve dünya hayatının bir sınav olduğu gerçeği, insanlara tevekkül ve sabır telkin etmektedir. Sonuç olarak Hûd sûresinin ilk ayetleri, inananlar için rehber, inkârcılar için ise bir uyarı niteliğinde olup, her dönemde ve her koşulda geçerliliğini koruyan evrensel mesajlar içermektedir. Günümüz insanları, bu ilahi mesajları dikkate alarak hayatlarını şekillendirmeli ve ahirette hesap vereceklerini unutmadan yaşamalıdır.
[1] Kimberly A. Neuendorf, The Content Analysis Guide Book (California: Sage Publications, 2002), 52.
[2] Kur'an’ı yorumlamak konusunda en sahih yöntemin Kur'an'ın Kur'an'la yorumlanması olduğu ifade edilir. Kur'an’da bir yerde kısaca anlatılanlar, başka bir yerde ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Bir yerde özel olarak anlatılanlar (الخاص) başka bir yerde genişletilerek ifade edilmektedir bk. İbn Teymiyye, Muḳaddime Fî Uṣûli’t-Tefsîr, 39.
[3] Murat Kayacan, Kur’an’da Peygamberlere Karşı Tavırlar ve Sonuçları (İstanbul: Ekin Yayınları, 2023).