Giriş

Nûh Tufanın sona ermesi, Hz. Nûh'un oğlunun kurtuluş gemisine binmemeyi tercihi ve Tufan Sonrası durumun ele alındığı bu yazıda Hûd suresinin 44. ve 49. ayetlerine odaklanılmıştır. Amaçlanan şey, bu ayetleri analiz ederek başlıkta belirtilen konu hakkında bilgi vermek ve anlatılanların dinî, ahlakî ve manevi açıdan önemini vurgulamaktır. Bulgulara göre söz konusu ayetlerde yüce Allah'ın cansız varlıklara dahi emirler verdiği ve bu emirlerin yerine getirildiği vurgulanmaktadır. Ayrıca Hz. Nûh'un oğlunun münafık olabileceği ve Hz. Nûh'un onu Müslüman sanıp gemiye davet ettiği ihtimali de gündeme getirilmektedir. Dinî aidiyetin üstünlüğü ve Allah'a sığınmanın önemi bu ayet grubunda yer alan konulardandır. Hz. Nûh'un oğlunun inançsızlığı sebebiyle ailesinden ayrıldığı, dinî bağın Allah katında akrabalık bağından daha değerli olduğu ve Hz. Nûh'un yüce Allah'a olan bağlılığının eksiksiz olduğu ifade edilmektedir. Ek olarak tufandan kurtuluş sonrası dönemde herkesin Nûh dönemi inananlarının yolunu sürdürmeyeceği, Kur'an'ın Nûh kıssasının gayb haberleri arasında yer aldığı ve bu kıssanın sabırlı bir kulluk anlayışını hedefleyenlere ibretler sunduğu belirtilmektedir.

Tufanın Sonu ve Hz. Nûh’un Oğlunun Durumu

Bu bölümde klasik ve modern tefsirler mihverinde Hûd suresi 44.-45. ayetler ele alınacak ve şu iki sorunun yanıtları aranacaktır: “Yüce Allah, cansız varlıklara da hitap eder mi? Hz. Nûh, oğlu için rabbine dua etmesi nedeniyle oğlunun inkârını gizlediği ihtimali söz konusu olabilir mi?”

Allah’ın cansız varlıklara hitabı

Kur'an, yeryüzüne ve göğe canlı varlıklar gibi hitap edildiğini belirtir: “(Nihayet) ‘Ey yer suyunu yut! Ve ey gök (suyunu) tut!’ denildi. Su çekildi; iş bitirildi; (gemi de) Cûdî (dağının) üzerine yerleşti. Ve ‘O zalimler topluluğunun canı cehenneme!’ denildi.” (Hûd 11/44). Yere ve göğe yapması istenen şeylerin meçhul (edilgen çatı) kalıp ile (denildi) emredilmesi, emredenin (Allah) yüceliğine dikkat çekmek içindir. Cansız varlıklar bile Allah’ın rızasına uygun hareket ediyorsa canlı ve akıllı varlıkların bundan ibret alması ve Allah’a kullukta kusur etmemesi beklenir. Sonuçta Allah’ın dediği olmaktadır. Bu kalıpla ayrıca bu sözü söyleme konusunda yüce Allah’tan başkasının akla gelmesinin imkânsızlığına dikkat çekilmiş olmaktadır. “Ey yer suyunu yut!” denilmesiyle tutulacak su, tufanın suyudur. Yani emir tatlı suların çekilmesini kapsamamıştır. Gökyüzüne de “Ve ey gök (suyunu) tut!” denilmesi, ondan azap amaçlı indirilen yağmuru durdurmasının istenmesi anlamındadır. Önce göğün değil yerin muhatap alınması, tufan azabının yeryüzünde gerçekleşmesinden dolayıdır. Madem o inkârcılara, “O zalimler topluluğunun canı cehenneme!” denilmiştir demek ki akraba da olsalar onlardan herhangi birinin bağışlanması talebinde bulunulmamalıdır. Onlar, ahirette yaptıklarının karşılığını bulacaktır. Ayrıca bu ifade, bu kıssaya ilişkin önceki bir ayeti hatıra getirmektedir: “Gözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!” (Hûd 11/37). Bu sahnede “Hepsi helak oldu!” şeklinde bir ifadeye yer verilmemiştir; çünkü anlatılanlar zaten helakin gerçekleştiğini net olarak betimlemektedir. Bu durumda akla şu soru gelebilir: İnkârcıların çocukları niye helakte öldü? Bu soruya şöyle yanıt verilebilir: Yüce Allah onların ömrünü o kadar takdir etti. İnkârcı toplumun günahını paylaşmadan ahirete gitme imkânı buldular. Onların bu sayede ebedi mutluluğa kavuşmuş olmaları umulur. Şöyle de denebilir: Allah yaptıklarından hesaba çekilemez!

Hz. Nûh’un oğlunun “ailesinden sayılmaması”

Hz. Nûh, dua ederken oğlunun ailesinden olduğuna dikkat çekse de yüce Allah’ın doğru hüküm verdiği konusunda teslimiyeti tamdır: “Nuh Rabbine dua edip dedi ki: Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vaadin ise elbette haktır. Sen hakimler hakimisin.” (Hûd 11/45). Hz. Nûh’un, “oğlum da ailemdendir” demesi, oğlunun kurtarılması talebini içermektedir. Oğlunun boğulanlardan olmasına rağmen bir kısım müfessir, Hz. Nûh’un, oğlunun kurtulmasını yüce Allah’tan istediği yorumunu benimsemiştir. “Gözetimimiz altında ve vahyimize uyarak bir gemi yap, zulmedenler için af dileme benden, şüphe yok ki sularda boğulacak onlar.” (Hûd 11/37) uyarısına rağmen Hz. Nûh bu talepte bulununca onun, oğlunu Müslüman sandığı akla gelmektedir. Böyle sanmasına gerekçe; oğlunun kâfir olduğunu beyan etmemesi, yüksek bir yere çıkmanın kurtulmak için yeterli olduğunu söylemesidir. Bu durumda o, daha tercih edilir olan gemiye binmeyi değil, yüksek bir yere çıkmayı yeğlemiştir. Diğer bir yorum da Hz. Nûh’un, oğlunun dünyada değil, ahirette kurtulanlardan olmasını istediği yönündedir. Hz. Nûh’un, “Sen hakimler hakimisin.” şeklindeki hitabı, başına bir dert geldiğinde rabbine seslenen Hz. Eyyûb’un şu hitabını anımsatmaktadır: “Sen, merhametlilerin en merhametlisisin.” (el-Enbiyâ 21/112).

Görüldüğü gibi Hûd suresi 44.-45. ayetlerin yorumunda Yüce Allah’ın; cansız varlıklara da emir verdiğinden ve bu emirlerin yerine getirildiğinden, Hz. Nûh’un oğlunun münafık olabileceğinden ve bu nedenle Hz. Nûh’un onu Müslüman sanıp gemiye davet ettiğinden söz edilebilir.

Dinî Aidiyetin Üstünlüğü ve Allah’a Sığınma

Bu kısımda Hûd suresi 46-.47. ayetler dolayımında Hz. Nûh’un oğlunun niçin ailesinden sayılmadığı, Hz. Nûh’un yüce Allah’a bağlılığı, inananlarla birlikte kurtuluş gemisinden inişi ve sabretmenin önemine değinilecektir. Konu ele alınırken “Kur'an’ın Kur'an’la tefsiri” yöntemine başvurulacaktır. Yazıda amaçlanan şey, Nûh peygamber örnekliğini sergilemektir.

Dinî bağın, ailevi bağdan daha değerli oluşu

Hz. Nûh’un kâfir oğlu o kadar günaha batmıştı ki yüce Allah bu nedenle onun için “kötü iş yapan bir kimse” demek yerine “O kötü bir iştir.” ifadesini kullandı: “Allah buyurdu ki: Ey Nûh! O asla senin ailenden değildir; çünkü o kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.” (Hûd 11/46). Hz. Nûh’a, “O asla senin ailenden değildir.” denilerek oğlunun, gemiye binip kurtulanların -özelde de aile bireylerinin- dışında kaldığı ifade edilmiş olmaktadır. Ayetteki “kötü bir iş”, lafzen “iyi olmayan bir iş” anlamındadır. Yani “fesatçı” biri olsa bir gün belki vazgeçer ama o, o kadar kötüdür ki ne yaparsa yapsın yaptığı iyi olmayacaktır (ghayru ṣāliḥ). Ayetteki “kötü bir iş”, Hz. Nûh’un “inkârcı olan oğlunun kurtulmasını istemesi” şeklinde de yorumlanmıştır. Yine “Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim.” ifadesi, Hz. Nûh’un âlim bir kimse olduğunun kanıtı sayılmış, ona cahil seviyesine inmemesi uyarısının yapıldığı söylenmiştir. Bu uyarı, inkârcılar iman edecekler diye düşünüp mucize göstermeyi arzulayan Hz. Muhammed’e (s) yapılmış şu uyarı gibidir: “Artık sakın cahillerden olma.” (el-En`am 6/35).

Yüce Allah’a itaatsizlik durumunda yine O’na sığınma

İlahi uyarıyı alan Hz. Nûh, “oğlunun kurtuluşu” talebinden hemen vazgeçmiştir: “Nûh dedi ki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen ben ziyana uğrayanlardan olurum!” (Hûd 11/47). İnkârcı olarak ölen yakın için edilen duanın o yakına faydası olmaz. Ayetteki “sana sığınırım” ifadesinin tövbe de dâhil bir sığınma olduğu ifade edilmiştir. Yani o, “Bilgim olmayan bir şeyi istememeliydim. Bir daha böyle bir şey yapmayacağım.” demek istemektedir. Bununla birlikte Hz. Nûh’un bilgisi olmayan bir konuda talepte bulunmakla suç işlemediği aksine iki iyiden daha iyi olanını tercih etmediği için bağışlanma talep ettiği söylenmiş ve bu yorum, Hz. Muhammed’den (s) Mekke’nin fethi sonrası Allah’ı yüceltmesi, bağışlanma dilemesinin istendiği Kur'anî ifadelerle desteklenmiştir: “Allah'ın yardımı ve fetih geldiği, insanların akın akın Allah'ın dinine girdiklerini gördüğün zaman, artık rabbini hamd ile tesbih et ve O'ndan bağışlanma dile. Şüphesiz O tövbeleri kabul edendir.” (en-Nasr 110/1-3). Yani bu yaklaşıma göre nasıl Hz. Muhammed’in (s) gerçekleştirdiği Mekke fethi ile ondan bağışlanma dilemesi istenmesi illa da onun bir günah işlemiş olmasını gerektirmemektedir. Benzer şekilde Hz. Nûh’un hakkında bilgisi olmayan bir şeyi istemesi sonucu bağışlanma dilemesi, onun günah işlemiş olmasını kesinleştirmez.

Görüldüğü gibi Hûd suresi 46-.47. ayetlerde Hz. Nûh’un oğlunun inançsızlığı nedeniyle ailesinden sayılmadığı, dinî bağın Allah katında akrabalık bağından değerli olduğu ve Hz. Nûh’un yüce Allah’a bağlılığının eksiksizliği anlatılmaktadır.

Tufandan Sonrası Durum ve Gayb Bilgisi

Bu bölümde Hûd suresi 46.-47. ayetler çerçevesinde şu soruların yanıtları aranacaktır: “Kur'an tufandan kurtuluş sonrası dönem hakkında nasıl bir bilgi vermektedir? Geçmişte yaşanmış bir olayın (Nûh Tufanı) gaybi bir bilgi olmasının anlamı ve bu kıssa bilgisinin faydası nedir?” Konu, klasik ve çağdaş dönemde yazılmış tefsirlerin ışığında ele alınacaktır. Bu bölümde amaçlanan şey, azaptan Allah’ın rahmetiyle kurtulan müminlerden hep mümin nesiller gelip gelmediğini ve Nûh kıssası ile insanî erdemlerden sabır arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktır.

Tufan sonrası kuşakların serencamı

Yüce Allah, Hz. Nûh’un yönelişini ödüllendirmiş ve onu affetmiştir: “Denildi ki: Ey Nuh! Sana ve seninle beraber olan ümmetlere bizden selam ve bereketlerle in! Kendilerini (dünyada) faydalandıracağımız, sonra da bizden kendilerine elem verici bir azabın dokunacağı ümmetler de olacaktır. (Hûd 11/48). Bu ayette Hz. Nûh ve onunla beraber olan ümmetlerden kasıt, ataları gemideki müminler olan nesillerdir. Hz. Nûh’a ve onlara Allah’tan bir esenlik vaadi varken başka bir ayette bu vaat doğrudan Hz. Nûh’a yapılmıştır: “Âlemler içinde selam olsun Nûh’a.” (es-Sâffât 37/79). Ayetteki bereket vaadi de gemiden karaya inme sonrası o ve onun yolundan giden toplumların dünyada geçimlerini sağlayabilecek bir ortam bulabileceklerini gösterir. Hz. Nûh’un yolundan gitmeyip inkâra yönelenler bir süre geçimlerini sağlayabilecek olsalar da müminler için söz konusu olan esenlik ve bereketten yoksun kalacaklar ve onlar için azap söz konusu olacaktır. Kıyamete kadar toplumlar için söz konusu olan yasa budur. Yüce Allah’ın “selam ve bereketlerle in” demesinden kastedilen şey, “gemiden inmeleri” olabileceği gibi “dağdan daha kolay yaşam alanı olan ovalık bir yere in” emri de olabilir. Ayette Müslümanlara esenlik ve bereket vaadi varken inkârcılara bu vaatte bulunulmamış o inanmayanlara “dünyalık” verileceğine işaret edilmiştir. Yani Müslümanlar, dünyada kendilerine verilen nimetler az olsa da selamet ve bereket onları kuşatmıştır. Kâfirlerin dünyevi imkânları çok olsa da onlara esenlik ve bereket nasip edilmemiştir. Hz. Nûh sonrası nesiller, soy olarak ona dayanmak zorunda değildir; çünkü gemide onun ailesinden olmayan müminler de vardı: “Ey Nûh ile birlikte taşıdıklarımızın soyundan gelenler!” (el-İsrâ 17/3). Ayrıca Nûh toplumu dışında o dönemde başka toplumlar da yaşamışsa insanlar onların soyundan da devam etmiş olabilir; çünkü Hz. Nûh’un inkârcı toplumuna gelen tufan cezasının onların da dünya hayatını sona erdirdiği kesin değildir.

Nûh kıssasının gayb haberi oluşu

Hûd suresindeki Nûh kıssası konulu son ayet şöyledir: “İşte bunlar sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin. O halde sabret. Çünkü iyi sonuç (sabredip) sakınanlarındır.” (Hûd 11/49). Ayette “Bundan önce onları ne sen biliyordun ne de kavmin.” denilmesi, onların Nûh kıssasını hiç bilmediği anlamında değil, gerçek bilgiye ve gerekli ayrıntılara sahip olmadıkları anlamındadır. Nûh kıssasının anlatımından sonra “sabret” denilmesi, Hz. Muhammed’e (s) dönük Mekkeli müşriklerin eziyetlerine karşı yılmamak gerektiği mesajıdır. Hz. Nûh gibi sabrederse Mekke toplumunda da müminler, esenliğe ve berekete kavuşacak kimseler olacaktır. İnkârı sürdürenler içinse söz konusu olacak şey azaptır.

Görüldüğü gibi Kur'an, tufandan kurtuluş sonrası dönemde herkesin Nûh dönemi inananlarının yolunu sürdürmeyeceğinden söz etmektedir.  Ayrıca Nûh kıssası gayb haberleri kapsamındadır ve Allah’a kulluk noktasında sabırlı olmayı hedefleyenlere ibretler içermektedir.

Sonuç

 

Tufan sürecinin son kısmından başlayarak Hz. Nûh'un oğlunun gemiye binmemesi ve Tufan Sonrası durumun ele alındığı bu yazıda, Hûd suresinin 44. ve 49. ayetleri üzerinde durulmuştur. Bu ayetlerde, yüce Allah'ın cansız varlıklara emirler verdiği ve bu emirlerin yerine getirildiği, Hz. Nûh'un oğlunu Müslüman sanmış olabileceği, aslında oğlunun münafık olabileceği tartışılmıştır; ancak ayetlerde kesin bir ifade olmadığı için farklı yorumlar da yapılmıştır. Ayrıca yazıda dinî aidiyetin üstünlüğü ve Allah'a sığınmanın önemi vurgulanmıştır. Bu durum, dinî bağın ailevi bağdan daha değerli olduğunu göstermektedir. Ek olarak tufandan kurtuluş sonrası döneme değinilmiş ve Kur'an'ın bu dönemde herkesin Nûh dönemi inananlarının yolunu sürdürmeyeceğini anlattığı belirtilmiştir. Nûh kıssası, aynı zamanda gayb haberleri kapsamında değerlendirilen bir olaydır ve Allah'a kulluk noktasında sabırlı olmayı hedefleyenler için ibretler içermektedir.