Giriş

Nûh kıssası, Müslümanları zayıf olduğu Mekke döneminde de etkili oldukları Medine devrinde de inmiş olan Kur'an ayetlerinde anlatılmıştır. Bu yazıda Hz. Nûh’un kavmini azaba karşı uyarması, inkârcıların karşı tezleri, Hz. Nûh’un inananlara dönük şefkati, Hz. Nûh’un peygamberlik özellikleri ve müminlerle, müşriklerle ilişkileri üzerinde durulacaktır. Konu büyük oranda Hûd sûresi 25.-34. ayetlerin yorumlarıyla sınırlı olarak klasik ve modern dönem tefsir literatürünün ışığında ele alınacaktır. Amaçlanan şey, o dönemdeki İslami mücadele örnekliğini günümüze taşıyarak bir perspektif sunmaktır.

Hz. Nûh’un Uyarıcı Olması ve İnkârcı İtirazların İçeriği

Bu kıssaya ilişkin Hûd suresi ayetlerinin ilk üçü (Hûd 11/25-27) hakkındaki bu bölümde şu soruların yanıtları aranacaktır: “Hz. Nûh’un kavmine apaçık bir uyarıcı olarak gönderilmesinin anlamı nedir? Tebliğinde tevhidin ve cehennem azabının yeri nedir? Toplumun ileri gelenleri, onun insan olmasından ve ona tabi olanların yoksul kesim olmasından niçin rahatsız olmuştur? Hz. Nûh, insanları zorla Müslüman yapmaya çalışmış mıdır?” Maksat, kıssaya dair üç ayetten günümüze dönük mesajlara dikkat çekmektir.

Yüce Allah Kur'an’da zaman zaman “melik dili” kullanmakta ve “biz” demektedir. Bu üsluba Nûh kıssası anlatılırken de yer verilmiştir: “Ant olsun, biz Nûh'u kavmine elçi gönderdik. Onlara, ‘Ben (dedi), sizin için apaçık bir uyarıcıyım.’” (Hûd 11/25). Yüce Allah’ın elçi gönderdiğini söylemesi, O’nun kullarını kendi haline bırakmadığını gösterir. Yani Müslüman deist olamaz. O, her an Allah’ın gözetiminde olduğu bilinciyle yaşar. Hz. Nûh’un apaçık uyarıcı olması, bu görevini layıkıyla yerine getirdiğini göstermektedir. Ne yazık ki bu uyarılar, inkârcılara bir fayda vermemiştir. “Niçin Hz. Nûh aynı zamanda müjdeleyici olmamıştır?” şeklinde bir soru sorulursa bu soruya “O, muhataplarının inkârcılardan oluşmasından dolayı müjdeleyici bir tutum sergilememiştir.” şeklinde yanıt verilebilir.

Acıklı bir azaba karşı uyarı

Hz. Nûh, Allah’tan başkasına ibadet edenleri tufan cezasıyla ya da ahiret azabıyla korkutmaktadır. Korkutma nedeni ise muhataplarının Allah’tan başkasına ibadet etmeleridir: “Allah'tan başkasına tapmayın! Ben, size (gelecek) elem verici bir günün azabından korkuyorum.” (Hûd 11/26). İslam, insanları Allah’a inandırma mücadelesi vermekten ziyade O’na ortak koşulmaması gerektiğine vurgu yapar. Azabın bu ayette Allah’a değil güne atfedilmesi bir mecazdır. Yani azabın o günde gerçekleşecek olmasından dolayıdır.

İnkârcı itirazların muhtevası

Hz. Nûh dönemi kâfirleri, kendilerine gönderilen peygamberin “bir insan” olduğu gerekçesiyle peygamberliği ona yakıştıramıyordu. Hâlbuki insanların maslahatına örnek alabilecekleri insan peygamber gönderilmesi daha uygundur: “Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Biz seni sadece bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz. Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz.” (Hûd 11/27). Kimileri beşer oluşu insan oluşun bir alt kademesi olarak tanımlamaktadır. Ne var ki bu ayette beşer oluşun peygamber oluşa engel oluşturmadığı nettir. Ayette kâfirlerin Hz. Nûh’a, “Biz seni sadece bizim gibi bir beşer olarak görüyoruz.” demeleri, Mü’minûn suresinde geçen “sizin gibi bir beşer (el-Mü’minûn 23/34) şeklindeki ifadelerinden farklılık arz etmektedir. Orada seçkinci bir tarzı benimsemişlerken burada göreli olarak daha mütevazı bir üslup kullanmaktadırlar. Yine bu ifadede “biliyoruz” gibi kesin bir ifade kullanmaktan kaçınmaları, insaflı ve objektif bir tutuma sahip kimseler oldukları izlenimi vermek içindir. Kâfirlerin “basit görüşlü” dediği kimseler, müminlerden olmayı seçmiş kimselerdir. Bu durumda inkârcılar, “ileri görüşlü” (!) olmaktadır. İnkâra sapanlar, kendileri gibi ileri gelenlerden olmayanların iman öncesi durumunu aşağıladığı gibi iman etmelerinin ardından da onlara karşı bir tutum değişikliğine gitmemektedir. Hâlbuki fakirlik, hayatın anlamını doğru kavramaya engel değildir. Kâfirler “Madem makam, mevki, para vs. bizde demek ki ileri görüşlü olan biziz.” diye düşünüp şeytanın tuzağına düşmektedir. Yüce Allah insanoğluna ulaşılması gereken hedef olarak rızasını dolayısıyla ahirette cenneti hedef göstermektedir. Bunu ıskalayanlar, dünyada makam ve para sahibi kimseler olsalar da gerçekte onların aklı kıttır. Tersine yoksul kimselerden dünyayı geçici ahiret nimetlerini kalıcı görüp ona göre bir hayatı seçenler ise gerçek anlamda akleden kimselerdir. Kâfirlerin, “bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz” demeleri üstünlüğü Allah korkusunda (takva) değil, makamda ve parada gördüklerine işaret etmektedir. Ayrıca bu inkârcılar, mümin insanları aşağılamakta ancak taştan, tahtadan vs. yapılan putları yüceltmektedir!

Görüldüğü gibi ele alınan üç ayette Hz. Nûh’un risalet görevini gereği gibi yerine getirdiğinden, insanları Allah’a imana çağırırken “şirksiz bir inanç” vurgusu yaptığından, inkârcıların “toplumda etkili olmalarını” hakkın ölçüsü gördüklerinden söz edilmektedir.

Hz. Nûh’un İnkârcı Tezlere İtirazı ve Müminlere Şefkati

Bu bölümde Hûd 11/28.-30. ayetler bağlamında Hz. Nûh’un inkârcıların çelişkilerine nasıl dikkat çektiğinden ve İslam’a yönelen yoksul kesime karşı tutumundan söz edilecektir. Söz konusu ayetlerde Hz. Nûh sorularla muhataplarını hakikate yaklaştırmaya ve batıl inançlarını sorgulatmaya çalışmakta, çıkar gütmeyen çabalarına olumlu karşılık veren kesimlerle arasına mesafe koyma önerilerini reddetmektedir.

Kur'an’a göre Hz. Nûh’a, mesajını destekleyici türünden açık bir delil verilmiştir; ancak rahmet olan bu delilin ne olduğu belirtilmemiştir: “(Nûh) dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbim tarafından (bildirilen) açık bir delil üzerinde isem ve O bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa buna ne dersiniz? Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?” (Hûd 11/28). Delil basirettir, onu inkâr körlüktür. Hz. Nûh, inkârcıların donmuş zihinlerinin buzlarını çözmeye çalışmaktadır. Bu noktada onun delili, vahiy de akli delil de olabilir. Her ikisi de rahmettir. Bu ayetteki Hz. Nûh’un susturucu delilleri âdeta inkârcıların, “Bizden, basit görüşle hareket eden alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz.” (Hûd 11/27) şeklindeki önceki ayette yer alan sözlerine bir yanıttır. Basit görüşlü olan müminler değil, kâfirlerdir. Söz konusu delilin Hz. Nûh’a verilen bir mucize olduğu da söylenmiştir ancak ona mucize verilmiş olsa bile Kur'an, onun niteliği konusunda ayrıntı vermemiştir. Hz. Nûh’un “O bana kendi katından bir rahmet vermiş de bu size gizli tutulmuşsa” şeklindeki sözü, inkârcıların göremedikleri / bilemedikleri bir şeyden sorumlu tutulmaları şeklinde anlaşılmamalıdır. Onların delillere karşı kör kalmaları, hakikatin onlara gizli kalması sonucunu getirmiştir. Allah’ın varlığına ve tekliğine ilişkin söz konusu deliller, vahiy kapsamındakiler olabileceği gibi evrendeki deliller de olabilir. İnkâr etme yolunu seçenleri her iki tür delil de etkilememektedir. Ayetin sonundaki “Siz onu istemediğiniz halde biz sizi ona zorlayacak mıyız?” ifadesi, istemedikleri halde insanların Müslüman yapılamayacağı ilkesinin Hz. Nûh döneminde de geçerli olduğunu göstermektedir.

Hz. Nûh’un insanların Müslüman olmasına odaklanması

Kâfirlerin, muhtemelen iman etme izlenimi vererek, Hz. Nûh’tan yoksul Müslümanları çevresinden kovma talepleri karşılıksız kalmıştır: “Ey kavmim! Allah'ın emirlerini bildirmeye karşılık sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim ödülümü verecek olan ancak Allah’tır. Ben iman edenleri kovacak değilim; çünkü onlar rablerine kavuşacaklardır; fakat ben sizi, bilgisizce davranan bir topluluk olarak görüyorum.” (Hûd 11/29). İnkârcıların ne yaratanın ne de ona kulluğa yönelen yoksulların değerini bilmeleri söz konusudur. İnkârcıların Hz. Nûh’tan İslam’ı seçen yoksulları yanından kovmasını istemeleri, o inkârcılardaki kibri göstermektedir. O muhtaç kimselerin rablerine kavuşacaklarına inanmaları onları değerli kılmaktadır. İnkârcıların “sığ görüşlü” bulduğu o yoksul Müslümanlar, gerçekte iki hayatı (dünya ve ahiret) doğru kavramış aziz kimselerdir. Onların kovulması, bir peygamberden istenecek şey değildir. Kovsa dini tebliğ görevini gereği gibi yapmamış olur ve bu yaptığı şey, ahirette karşısına çıkar. Gerçekte “sığ görüşlü” olanlar, o yoksul Müslümanlar değil, dünya hayatına kanan kâfirlerdir. Fakirliği alçak, zenginliği yüksek görmeleri, insan onurunun ne olduğu konusundaki cahilliklerinin kanıtıdır. Benzer bir talep, son peygamber Hz. Muhammed (s) için de söz konusu olmuş, Allah asla böyle bir şey yapmaması konusunda onu uyarmıştı: “Rablerinin rızasını umarak sabah akşam O'na yalvaranları yanından kovma. Onların hesaplarından senin üzerine senin hesabından da onların üzerine bir sorumluluk yok ki onları yanından kovup da zalimlerden olasın.” (el-En`am 6/52).

Yoksul Müslümanlardan uzak durmanın kabul edilemezliği

İnsanın fakir müminleri yanından uzaklaştırması azap sebebi olabilir: “Ey kavmim! Ben onları kovarsam beni Allah'tan (onun azabından) kim korur? Düşünmüyor musunuz?” (Hûd 11/30). Yoksul Müslümanlar ebedi nimete kavuşacaktır. İnkârcılar ise dünyada ne kadar zengin olurlarsa olsunlar bir gün ellerindeki nimetlerden ayrılmak zorunda kalacaklardır. Ahirette ise onları bekleyen ateştir.

Görüldüğü gibi Hûd suresinin bu üç ayetinde (Hûd 11/28-30) Hz. Nûh’un inkârcıların tutarsızlığına, Allah rızası için dini tebliğine, inkârcılara karşı açık sözlülüğüne ve onları düşünmeye davet ettiğine yer verilmiştir.

 

Hz. Nûh’un Peygamberlik Özellikleri, Mümin ve Müşriklerle İlişkileri

Bu bölümde Kur'an yorum tarihi ışığında Hûd 11/31.-34. ayetler bağlamında Hz. Nûh’un, Allah’a kulluk bilincini nasıl ön plana çıkardığından dar gelirli kimselerle ilişkilerinden ve inkârcılara bulunduğu tebliğin içeriğinden söz edilecektir.

Peygamberliğin özellikleri ve alt gelir gruplarıyla ilişkiler

Hz. Nûh kendisini olağanüstü bir şahsiyet olarak tanıtmaz: “Ben size, ‘Allah'ın hazineleri benim yanımdadır.’ demiyorum, gaybı da bilmem. ‘Ben bir meleğim.’ de demiyorum. Sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler için ‘Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir.’ diyemem. Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir. Onları kovduğum takdirde ben gerçekten zalimlerden olurum.” (Hûd 11/31). Ayette “‘Ben bir meleğim.’ de demiyorum.” demekle Hz. Nûh, beşer oluşuna işaret etmektedir. Bu sözü meleklerin peygamberlerden de üstün olma ihtimalini akla getirmektedir. “Hor gördüğünüz” kimseler yerine, “Sizin gözlerinizin hor gördüğü kimseler” denilmesi, inkârcıların yoksul müminlerin dış görünüşüne odaklandıklarını ve bu nedenle o müminlerdeki erdemliliği göremediklerine işaret etmektedir. Hz. Nûh’un, yoksul müminler için “Allah onlara asla bir hayır vermeyecektir.” diyememesi, o müminlerin hem dünyada hem de ahirette nimete kavuşamayacaklarını söyleyemeyeceği anlamındadır. Onların dünyada da ahirette de refah içinde bir hayata kavuşup kavuşamayacakları bilgisi Allah’ın ilmindedir. Hz. Nûh’un yoksul Müslümanlar hakkında kâfirlere, “Onların kalplerinde olanı, Allah daha iyi bilir.” demesi, inkârcıların yoksul Müslümanları “inanıyormuş gibi yapmakla” suçladıklarını gösterir. Hz. Nûh’un, “Onları kovduğum takdirde ben gerçekten zalimlerden olurum.” demesi, düşmana benzeme riskini bertaraf etme örnekliğidir. Mazlumları çevresinden uzak tutmaya çalışmak, zalim kimselerin özelliğidir.

İnkârcıların risalet karşıtı tutumu

Hz. Nûh, tevhide dair sağlam deliller getirdiğinde mesajı yoksul kesimlerin ilgisini çekti; fakat inkârcıların deliller karşısındaki tutumu ise olumsuzdu: “Dediler ki: Ey Nuh! Bizimle mücadele ettin ve bize karşı mücadelede çok ileri gittin. Eğer doğrulardansan kendisiyle bizi tehdit ettiğini (azabı) bize getir!” (Hûd 11/32). İnkârcıların, “bize karşı mücadelede çok ileri gittin” demeleri, Hz. Nûh’un uzun soluklu tebliğ çabasında ne kadar ısrarlı olduğunu gösterir. Hz. Nûh, dellilere dayanırken inkârcılar ise cehalette ve batılda ısrarlı davranmıştır.

Hz. Nûh’un inkârcılara yanıtı

Allah azap etmeyi dilediğinde O’nu engelleyecek de azaptan kaçabilecek de yoktur: “(Nuh) dedi ki: Onu size ancak dilerse Allah getirir. Ve siz (Allah'ı) âciz bırakacak değilsiniz.” (Hûd 11/33). Azap getirmek peygamberlerin yetkisinde değildir. Bu nedenle kâfirlerin azabı acele istemeleri karşısında peygamberlerin elinden bir şey gelmemektedir.

Allah bir toplumu yoldan çıktığı için helak etmek isterse onlara verilen öğüt onları azaptan uzaklaştırma açısından yarar getirmez: “Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa ben size öğüt vermek istesem de öğüdüm size fayda vermez. (Çünkü) O sizin rabbinizdir. Ve (nihayet) O'na döndürüleceksiniz.” (Hûd 11/34). Ayetteki “Allah sizi azdırmak istiyorsa” ifadesiyle kastedilen şey, yüce Allah’ın onların sapıtmalarına izin vermesi anlamındadır. Bu sapmanın kendisinden ziyade sonucu, yani azap (helak) kastedilmişse bu durumda ayette azap gelince inanmanın fayda vermeyeceği kastedilmiş olur; çünkü artık inkârcıların aleyhine hüküm verilmiştir. Öğüdün fayda vermesi, azap gelmeden önce iman edilmesi durumunda söz konusu olur. Ayrıca Hz. Nûh’un, “öğüdüm size fayda vermez” demesi öğüdün yararsız olduğu anlamında değildir. Öğüt veren sevabını alır, muhatabın bu öğüde kayıtsız kalması kendi bileceği iştir. Onun inkârcılara, “O, benim rabbimdir.” yerine “O sizin rabbinizdir.” demesi, inkârcıların inkârlarını sorun etmeksizin tebliğini sürdürdüğünü göstermektedir. Ayetin sonunda “O'na döndürüleceksiniz.” şeklindeki Hz. Nûh’un sözü, inkârı seçenlere tehdit niteliğindedir. Yani Allah’a, kullarına ve kendine karşı kötülük yapanların yaptıkları cezasız kalmayacaktır!

Görüldüğü gibi Hz. Nûh, erdemli oluşu mal, mülk, makam, mevki vb. unsurlarda değil takvada görmektedir. Yoksul kesimleri asla dışlamaz. İnkârcıların tehditleri onu yolundan döndürmez. Tehdit ettiği azabın gelmesi konusunda karar verici olanın yüce Allah olduğunu belirtir. Kâfirlere yüce Allah’ın onların da rabbi olduğunu hatırlatır ve O’na dönüp hesap vereceklerini işaret eder.

Sonuç

Kur'an’da Hz. Nûh’un, Allah'ın elçisi olarak kavmine gönderildiği vurgulanır. Bu da göstermektedir ki Allah, kullarını kendi hâline bırakmamıştır. Hz. Nuh'un apaçık uyarıcı olması, muhataplarının inkârcılardan oluşmasından dolayıdır. Uyarılarına rağmen inkârcılar ısrarlarından vazgeçmemiş ve tebliği onlara fayda vermemiştir. Hz. Nuh, insanları Allah’tan gelecek bir cezayla korkutarak Allah'tan başkasına ibadet etmelerini engellemeye çalışmıştır. İslam, insanları Allah'a zorla inandırma mücadelesi vermemekte ama Allah’a ortak koşmamaları gerektiğini sürekli hatırlatmayı öngörmektedir. Hz. Nuh, inkârcıların ileri gelenlerinin kendisini bir insan olarak görmeleri ve ona yoksul kesimlerin tabi olmalarını sorun etmeleriyle karşı karşıya kalmış onlara vahiy doğrultusunda cevaplar vermiştir. İnkârcılar, Hz. Nuh'u aşağılamış ve müminleri de aşağı kesim olarak nitelendirmişlerdir. Hz. Nuh ise iman edenleri kovmayacağını ve onların Rablerine kavuşacaklarını ifade etmiştir. Bu şekilde Hz. Nuh, insanların Müslüman olmalarına odaklanmış ve inkârcıların taleplerini reddetmiştir. O, iman edenleri kovmayacağını ve ödülünü sadece Allah'ın vereceğini belirtmiştir. İnkârcıların ise bilgisizce hareket eden bir topluluk olduğunu yüzlerine ifade etmiştir.