Önceki yazımızda Hûd 11/31.-34. ayetler bağlamında Hz. Nûh’un; erdemli olmayı mal, mülk, makam, mevki vb. unsurlarda değil takvada gördüğünden, yoksul kimseleri dışlamadığından, inkârcılara karşı sağlam duruşundan, bir peygamber olarak azabın geliş zamanını belirlemesinin mümkün olmadığından ve inkârcılara karşı vahiy perspektifinden verdiği yanıtlardan söz edilmişti. Bu yazıda ise klasik ve modern dönem tefsirlerdeki yorumlar da dikkate alınarak Hûd 11/35.-37. ayetler dolayımında şu soruların yanıtları aranacaktır: “Vahyi uydurduğu” iddia edildiğinde peygamber nasıl yanıt verir? Allah, peygamberini nasıl teselli eder? Herhangi bir şekilde kâfirlere şefaat söz konusu olabilir mi?” Amaç, Hz. Nûh’un örnekliğini günümüze taşımaktır.

Risaleti inkâr

Müşriklere dönük olarak Kur'an şöyle demektedir: “Yoksa ‘Bunu uydurdu.’ mu diyorlar? De ki: Eğer onu uydurduysam günahım bana aittir; fakat ben sizin işlediğiniz günahtan uzağım.” (Hûd 11/35). Ayetteki müşrikler Mekkeli olanlar “De ki” denilen peygamber de Hz. Muhammed (s) olabilir. Bağlama daha uygun olan ise söz konusu müşriklerin Hz. Nûh dönemi müşrikleri olduğudur. Müşriklerin Mekkeli olanlar olduğu görüşü doğru kabul edilirse müşriklerin “Uydurdu.” dedikleri şey, Kur'an olabileceği gibi bağlam gereği Nûh kıssası da olabilir. Muhatabın Hz. Muhammed (s) değil de Hz. Nûh olduğu görüşü esas alınırsa “uydurdu” denilen şey, Hz. Nûh’un risaleti olmuş olur.

İnkârın dünyevi cezası

İnkârları katmerli olan bazı kimselerin kalpleri, dünyadayken bir ceza olarak mühürlenir: “Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme.” (Hûd 11/36). Kâfirlerin iman etmeyecekleri kesinleştikten sonra peygambere düşen onlar için üzülmemektir. Onlar, tercihlerinin sonucunu göreceklerdir. Uzun soluklu tebliğ artık son bulmuştur, kavminin kâfirleri hakkında kalem kırılmıştır. Hz. Nûh, kavminin helak edilmesini talep etmiş (Nûh 71/26) ve ardından duası kabul olunup bu ayette belirtildiği gibi kavmin iman etmeyeceği Allah tarafından kesinleştirilmiş olabilir. Diğer ihtimale göre ise Hz. Nûh, bu ayetteki bilgilendirme sonrası kavminin helakini istemiştir. Aynı zamanda ayet, risalete karşı benzer tutum sahibi günümüzdeki inkârcılara da bir uyarıdır.

Kurtuluş gemisinin inşası ve inkârcıların cezalandırılması

Gelecek tufana karşı ilahi gözetim altında gemi yapımı başlamaktadır: “Gözlerimizin önünde ve vahyimiz (emrimiz) uyarınca gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!” (Hûd 11/37). Ayette “Gözlerimizin” şeklindeki kullanım, ilahi korumanın güçlü bir düzeyde gerçekleştiğine işaret eder. Yüce Allah, başka bir ayette “Gözüm” (Tâhâ 20/39) de dediği için bu ayetteki “Gözlerimiz” ifadesinin mecaz olduğunun kesin olduğu söylenebilir. Diğer bir ihtimal de “Gözlerimiz” ile yüce Allah’ın gözcülerinin yani meleklerin kastedilmiş olmasıdır. Bu ifadede “biz” dilinin kullanılması, bunun “melik (kral) dili” olmasındandır. Yine geminin “vahyimiz (emrimiz) uyarınca” denilerek yapıldığının söylenmesi, vahiyle gemi yapımının emredildiğini ya da gösterildiğini akla getirse de bu ihtimal, Hz. Nûh’un karşısına geminin nasıl inşa edilebileceğine dair durumların çıkarılmış olmasını imkânsız kılmaz. Su üzerinde kalabilen herhangi bir kuş görmüş olması, gemiyi nasıl yapacağı konusunda ona ilham kaynağı olmuş olabilir. Hz. Nûh’a, “zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme” denilmesi, onun dünyevi veya uhrevi anlamda kâfirlere şefaatte bulunma arzusu taşımaması gerektiğine dair bir uyarıdır. Kabul edilmeyecek duada bulunmak doğru olmaz.

Görüldüğü gibi inkârcılar, peygamberlerinin mesajını yalanlamaktadır. Onların bu tutumunun dünyevi cezası, artık iman açısından onlardan umudun kesilmesidir. Onlar cezalandırılacak ancak inananlar kurtulacaktır. Hz. Nûh’tan istenen şey, inkârcılara Allah’tan dünyada ya da ahirette herhangi bir yardım talebinde bulunmamasıdır.

Anahtar kelimeler: Kur'an, tefsir, Nûh, günah, şefaat.