Rahmetli tefsir öğretim üyesi Yusuf Işıcık (1949-2020), “Vazo değiliz ki kırılalım.” derdi. Mekânı cennet olsun. İncitici tavırlar karşısında müsamahakâr olmak ne güzel. Buna dair tanıdığım bir Müslümanın ikisi Konya’da biri Kayseri’de olmak üzere üç hatırasını paylaşmak istiyorum.

Üniversiteyi Konya’da okumuştu. 80’li yılların son demleriydi. Kaldığı yurttaki ağabeylerinin arkadaşlarından birisiyle tanışmıştı. O ağabey, Mu`tezile[1] mezhebinin Allah’ın -haşa- bizim gibi eli, kolu vb. uzuvları olduğunu ileri sürüyordu. Belli ki bilmediğini bilen birisi değildi. Hâlbuki bu görüşü savunan Mu`tezile değil, Mücessime[2] idi. Bunu o ağabeyine aktardığında “Yürü git, yoksa beynini dağıtırım senin!” tepkisini almıştı. Boyu bosu ağabeyiyle karşılaştırılamayacak durumda olduğundan “Ne diyorsun sen?” diyemedi. Deseydi de sadece düşman güldürmüş olacaktı, işe yarar bir sonuç çıkmazdı. Aradan onca yıl geçti bu negatif tavrı unutamadı. O zatı daha sonra büyük bir alışveriş merkezinde gördü ama “Sağı solu belli olmaz!” diye düşünüp selam veremedi. Dünya hâli belki de hâlâ kızdığında “beyin dağıtma” dozundaydı. Onunla aynı sendika üyesi olduğunu katıldığı bir yemekte öğrendi. Orada onunla konuştu, olayı hatırlattı, “beyni dağılmadan” yemeğini yedi ve güzel bir şekilde ayrılabildi.

Öğrenciliği bitti, 90’yıl yılların başlarında İngilizce öğretmenlik dönemi başladı. Çalıştığı okullardan birinde bir edebiyat öğretmeni arkadaşı Tasavvuf-Sanat dergisi çıkarıyor, okunsun diye öğretmenler odasına koyuyordu. Hatırladığı kadarıyla bırakılan dergiyi eline alıp okuyan neredeyse tek öğretmendi. Yine de o edebiyat öğretmeninin belki de en az değer verdiği meslektaşıydı. Zira dergiye birtakım eleştiriler yöneltiyordu. Edebiyat öğretmeni, İngilizce konusunda merak ettiği bir şey olursa ona değil diğer İngilizce öğretmenlerine soruyordu. Bir keresinde birlikte yolculuk yaptılar. Taziyeye gidiyorlardı. Otobüse edebiyat öğretmeni sonra binmiş ve sadece onunla tokalaşmamıştı. Dinî konular hakkında okumaları nedeniyle taziye ortamında ufak bir sohbet yapması istendiğinde o edebiyat öğretmeni de dinliyordu ve “Peygamberler arasında ayrım gözetmeyiz.” (el-Bakara 2/285) ayeti doğrultusundaki yorumları edebiyat öğretmeninin hoşuna gitmemişti. Dünyada peygamberler arasında ayrım gözetmiyor, diye düşündüğü için edebiyat öğretmeninin tabiriyle “küfre yaklaşmış” birisiydi. Bir gün öğretmenler odasında Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirinde dünya hayatında peygamberler arası ayrım gözetmenin mekruh görüldüğünü o edebiyat öğretmenine gösterdi. Bununla birlikte ne Elmalılı’nın edebiyat öğretmeninin gözünden düştüğü izlenimi edinmişti ne de onun imanının da kavi olduğunu düşünmeye başladığı izlenimi edinebilmişti. Neyse bunu da kazasız belasız atlatmıştı.

Son anısı da Kayseri’den. Yıl 2006. Orada çalışırken sözleşmeli öğretmen olarak görev yapan başka biriyle fikri bir konuyu ele alıyordu. Ondan neredeyse on beş yaş büyüktü. Öğretmen arkadaş düşüncelerinden hazzetmedi ve “Kafanı kırarım!” dedi. Söz konusu hiddetli öğretmen, misafir olarak kaldığı kurumda çok yemek yemesi ve doğru düzgün kimseyle diyaloğu olmaması nedeniyle müstahdemler tarafından alaya alınıyor hatta yasadışı bir örgüt üyesi olabileceği bile konuşuluyordu.  O “din kardeşine hiddetli öğretmenin” haklarını ve saygınlık görmesi gerektiğini, hizmetlilerin amirlerine söyleyip durumu düzeltmeye çalışma görevi “kafası kırılacak” kimse olarak ona kalıyordu. Bir gün o hiddetli öğretmeni marka bir paltoyla gördü ve “Hocam çokuluslu şirketlerin ürünlerini almak, Irak’taki emperyalist saldırılara (2003-2011) destek olmak değil mi?” dedi. Yanıtı şöyle olmuştu: “Hocam o marka paltoyu almayıp da camiye giderken hasta olur cemaate bir süre katılamazsam ne olacak?” O kardeşinden de kafası kırılmadan ayrılmayı başarmıştı.

Yukarıdaki üç hatırada söz edilen Müslümanların yanlışları, yaptıkları savaşta Peygamber’i (s) bırakıp kaçan Müslümanlardan daha büyük değildi. O dönemdeki Müslümanları Resulullah (s) affetti ve üstelik işlerinde onlara danıştı. Bu yönüyle de Müslümanlara örnek oldu. Söz konusu üç üzücü hatıra, geçti gitti işte. Tanıdığım o Müslüman, o kardeşlerini görse yine musâfaha yapar en azından musâfaha yapmaya teşebbüs eder. Sonuçta onlar onun kardeşleri. Kardeşler arasında olur böyle şeyler.

 

 

[1] İnanca ilişkin konuların yorumunda akla ve iradeye öncelik veren kelâm mezhebi.

[2] Mücessime, Allah’ı cisim olarak düşünenleri veya O’na cismanî özellikler nisbet edenleri ifade etmek için kullanılan bir terimdir.