25-28 Mayıs 2006 tarihleri arasında Konya’daki altmış iki Sivil Toplum Kuruluşunun (STK) Afyon’un Bolvadin ilçesinde düzenlediği “Ufuk Turu 3” adlı bir programa katılmış ve faydalanmıştım. Bu yazıda o programda dikkat çeken yaklaşımlara değinilecek ve günümüzden bakarak o döneme bir projeksiyon tutulacaktır.

Davet edilen konuşmacılardan siyasetçi ve bürokrat Hasan Celal Güzel (1945-2018), Türkiye’de başbakanların baraj ve köprü inşa ettiğini Erdoğan’ın da çift yol yaptığını, devlette etkili kurumların[1] bunları sorun etmediğini ancak sosyal meselelerde belirleyici olma girişiminde bulundukları zaman başbakanların “kamusal alana” girdiğini ve bir yönetim krizi yaşandığını söylemiş ve Başbakan’a biraz Ankara’da durmayı, ülke dışı ziyaretlerini azaltmayı tavsiye etmişti. O günden bugüne gelindiğinde Erdoğan’ın önce maddi refahı sağlamayı hedeflediği sonra belli bir rahatlamanın ardından da hem onun hem vatandaşın arzuladığı belli sosyal reformları gerçekleştirebildiğini söylemek mümkün. Yurt dışı ziyaretlerine gelince bir dünya lideri olma çabasının dikkate değer ölçüde olumlu sonuç verdiği söylenebilir.

Güncel konularla ilgili yorum yapmayı seven ilahiyatçı M. Hayri Kırbaşoğlu, programın en tartışmacı simasıydı. “İslâmî Sol” kavramını gündeme getirmiş, bu kavramı sosyolojik anlamıyla kullandığını, dolayısıyla adaleti ve mazlumun yanında olmayı gündeme taşımak gerektiğini vurgulamıştı. Bu bağlamda epeyce kitabı Türkçeye çevrilmiş Fransız düşünür ve yazar Roger Garaudy’nin (1913-2012) değerinin bilinmediğini söylemişti. Akılcı hareket edilmesi gerektiğini vurgulayan Kırbaşoğlu, Mu`tezile mezhebinin ilkeleri olan tevhid, adalet, iyiliği-emir kötülüğü nehiy gibi kavramların önemine işaret etmişti. Kırbaşoğlu, Numan Kurtulmuş ve Mehmet Bekaroğlu öncülüğünde 2012 yılında kurulan Halkın Sesi Partisi (HAS Parti) kurucular listesinde yer alarak “İslâmî Sol”u siyasal düzlemde denese de parti, kurulmasının ardından 2 yıl içinde ilk büyük kongresini toplayamadı ve dağıldı. Garaudy’e gelince onun komünist geçmişi, hayatiyetini Müslüman olmasıyla ne yazık ki tamamen kaybetmedi. İslâm hukukuna bağlılığı yobazlık (entegrizm) gören bir Müslümanlığı (!?) vardı. Mu`tezile mezhebine dair vurgulara gelince Mu`tezile’nin yorumlarını tamamen onaylamadığımızı belirterek kavramsal düzeyde güzel ilkeler olduğunu belirtmekle yetinelim.

Kırbaşoğlu, ABD emperyalizmine karşı çıkan Marksist Latin Amerikalı rahiplerle diyalog kurmak gerektiğini, asıl olanın “güçlü” olana değil adalete meyil olduğunu, Doğu Konferansı[2] girişiminin de böyle bir anlayışla ortaya çıktığını ve yayılmacılığa karşı çok güzel imkânları ortaya koyduğunu vurgulamıştı. Doğrusu İslâm’ın mesajını duyurmak ve ilkelere çerçevesinde zaman ve zeminle sınırlı ittifaklar kurmayı Marksist rahiplerle sınırlamak gereksizdir. Adalet temelli başka ortak alan arayışları da Müslümanlara “alan genişlemesi” sağlayabilir.

Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı (TGTV) temsilcisi Mustafa Özkaya Temmuz ayının ilk haftasında içlerinde Yusuf el-Karadavi’nin (Kardavi değil) de yer aldığı Alimler Konseyi’nin İstanbul’da bir araya geleceği haberini vermişti. TGTV’nin etkinliklerine dair kısa konuşmaların ardından H. Kırbaşoğlu sert bir üslupla, “TGTV, BOP’tan[3] kendisini tenzih etmelidir.” deyince ortam gerginleşmişti. Kırbaşoğlu kendisini tutamamak gibi bir durum olmadığını, nereye gittiğimiz konusuna dikkat çekmek için böyle yaptığını söylemişti. Hassasiyet iyiydi, ama üslubuna katılmadığımı ifade edeyim.

“Eğitim, Siyaset, İdeoloji” konusunu anlatan M. Naci Bostancı[4] sunumunu çok güzel hikâyelerle renklendirmişti. İdeoloji düşmanlığı yapmamış aksine her insanın veya insan grubunun maddi hayatın nasıl düzenleneceğine dair hayalleri veya düşünceleri olduğunu, bunların ideolojiyi oluşturduğunu, bu nedenle kimsenin “ideolojik davranmaktan” münezzeh olmadığını vurgulamıştı. Bilmek ile bildiğini etkili bir şekilde anlatma açısından Bostancı’nın sunumu çok başarılıydı.

“Dünyada Din Eğitimi Uygulamaları” adlı tebliğini sunan Mehmet Zeki Aydın, Avrupa’nın birçok ülkesinde din dersinin veya alternatifinin zorunlu olduğuna dikkati çekmişti. Verdiği bilgilere göre Belçika’da okulların % 50’si özel ve bu okulların çoğu da kiliselere aitti. Kilise ders müfredatını istediği gibi belirliyordu. Türkiye’de ise durum farklı. Burada özel okullar en azından resmiyette Milli Eğitim Bakanlığı müfredatına bağlı eğitim vermek durumunda. Sadece eğitim-öğretim ücretini veli ödüyor. Ancak Avrupa’da özel okul deyince anlaşılan şu: Veli devletin verdiği eğitim-öğretim müfredatından memnun değil. Devlet bu durumda isteyene istediği tarzda eğitim hakkı tanıyor. İstenen şey sadece, öğrencilerin devlet okullarındaki öğrencilerle aynı sınavlara girip başarılı olmaları.

Programın sonuç bildirgesinde Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve ülkemizdeki güç kullanmaktan başka yol bilmeyenlere yönelik tavır alınması gerektiği, özgürlükleri genişletme konusunda hükümetin yetersiz kaldığı ve YÖK’ün baskıcı uygulamalarının toplumun büyük kesiminde rahatsızlığa yol açtığı vurgulanmıştı. Süreç içinde Erdoğan liderliğinde özgürlükler epeyce genişledi, YÖK baskıcı bir yapıdan oldukça uzaklaşıp üniversiteler bağlamında “organizatör” rolü üstlendi.

Ufuk Turu’nun o yılki (2006) programı, Türkiyeli Müslümanların sorunlarını tartışmalarına ve çözüm yolları üzerinde durmalarına bir vesile olmuştu. Peki, günümüzde yapılacak olan ne? Allah rızasını gözeterek tevhid ve adalet doğrultusunda çabalamaya devam.

 

[1] O dönemdeki ordu yönetimi kastediliyor.

[2] 2003 yılından başlayarak sadece Türkiye’de değil, bütünüyle İslâm dünyasında faaliyetlerini sürdüren; hatta vizyon olarak da bütün yer küredeki gelişmeleri kendi ilgi alanı içerisinde gören sivil platform.

[3] Büyük Orta Doğu projesi 21'inci yüzyılın ilk on yılında özellikle Müslüman dünyasından İran, Türkiye, Afganistan ve Pakistan ile çeşitli ülkeleri kapsayan, ABD’de George W. Bush yönetimi tarafından ortaya atılan siyasi terimdir. Ne var ki bu proje ABD’deki seçimler nedeniyle büyük oranda rafa kalkmıştır.

[4] 27. Dönem AK Parti Grup Başkanı.