Ebû Hanîfe Bağlamında Âlim-İktidar İlişkisini Yeniden Düşünmek
Yıl 2006. Ağustos ayının ilk günleri… Konya’da Bilgi İletişim Kültür Araştırma Derneği (BİLKAD) söyleşilerinin konuğu Sait Şimşek[1], program moderatörü de Fethi Ahmet Polat[2] idi. Polat, İslâm ümmetinin problemlerine “yol gösterici” (hidayet) olan Kur'an ile çözüm bulmaya çalışan sosyolojik tefsir ekolüne, “çağdaş Hâricî” yakıştırması yapıldığını ve Şimşek’in bu konuda ne düşündüğünü sordu. Şimşek, bunu abartılı bulduğunu ifade etti. Sözgelimi devlette görev almayı kabul etmeyen İslâm hükümlerinin uygulanmadığı yeri dârülharp[3] kabul eden Ebû Hanîfe’ye (ö. 150/767) de Hâricî benzetmesi yapılabilirdi. Ebû Hanîfe hakkındaki bu ilginç kıyas doğrultusunda “Acaba Hanefilik konusunda başka ilginç neler var?” düşüncesiyle yapılan okumada elde edilen veriler büyük oranda betimleme yöntemiyle bu yazıda ortaya konulacaktır.
İranlı veya Türk olduğu söylenen Ebû Hanîfe, Kûfe'de dünyaya geldi. “Rey ehli”nin[4] mekân tuttuğu bu kent ve bütün Irak bölgesi İslâm’a uyan ya da uymayan birçok düşüncenin, inanç gruplarının bulunduğu, itikatla ilgili ateşli tartışmaların yapıldığı bir yerdi. Ebû Hanîfe hiçbir gruba dahil olmadıysa da dönemin siyasi sorunlarıyla ilgilendi. Yaşadığı dönem itibarıyla hem 661-750 yılları arasında hüküm süren Emevî yönetimini hem de 750-1258 yılları arasında hüküm süren Abbasî iktidarını gördü. Bu iki iktidar döneminde de Ebû Hanîfe muhalifti. Öğrencilerine ders verirken fırsat buldukça iktidarı eleştirdi. Her iki siyasal iktidar da ondan şüphelendi; ancak onu kendi taraflarına çekmek, halk nezdindeki itibarından faydalanma amacıyla ona kadılık görevi teklif ettiler. Ne var ki Ebû Hanîfe kabul etmedi.
Ebû Hanîfe, Abbasî yönetimi ile hiçbir zaman uzlaşmadı. Ticaretten elde ettiği gelirle ilmi bağımsızlığını korudu. Hatta o, Zeyd b. Ali'nin[5] (ö. 122/740) imamlığına zımnen biat etmişti: “Zeyd'in çıkışı (Hişâm b. Abdülmelik'e (ö. 125/743) isyanını kastediyor.) Rasûlullah'ın Bedir günündeki çıkışına benziyor.” şeklindeki sözleri bunu göstermektedir. Ebû Hanîfe, İmam Zeyd'e on bin dirhem yardımda bulunmuş ve elçisine: “Benim özrümü ona anlat.” demişti. Yani ayaklanmaya fiilen katılmadıysa da maddi açıdan desteklemişti.
Hz. Ali'nin torunlarından Muhammed en-Nefsüzzekiyye[6] (ö. 145/762) ile kardeşi İbrahim'in Abbasîlere isyan etmeleri ve şehit olmaları karşısında Ebû Hanîfe Irak'ta açıkça, İmam Mâlik (ö. 179/795) Medine'de arka planda iktidarı eleştirmişler, bu tutumları iktidar tarafından pek iyi karşılanmamıştı. Ebû Hanîfe’nin suçu (!) alenen halkı Ehl-i Beyt'e yardıma çağırmaktı. Her gün hapiste ona başkadı olması teklifi edildi ancak Ebû Hanîfe kabul etmedi. O, vefat ettiğinde cenaze namazına halife Abbasî halifesi Mansûr (ö. 158/775) dâhil elli bin kişi katıldı.
Günümüzden geçmişe doğru bakıldığında Ebû Hanîfe’nin İslâm ülkesi (dârülislâm) ve “küfür rejimi” veya “Müslümanlarla savaş halinde olan ülke tanımı” (dârülharp) oldukça dikkat çekiyordu. Ona göre, bir İslam ülkesinin dârülharbe dönüşmesi için üç şart vardı: 1- Dârülharp ile komşu olması. 2- İçinde İslamî hükümlerin uygulanmaması. 3- Halkın emniyetten yoksun kalması. Ebû Hanîfe İslâm hükümlerinin hâkim olmadığı bir ülkeye (dârülharbe) izinli giren bir Müslümanın faiz almasını da câiz görürdü; çünkü ona göre orada İslâmî hükümler yürürlükte olmadığından, Müslümanın düşman rızasıyla onların mallarını alması caizdi.
Yukarıdaki bilgiler dikkate alındığında Ebû Hanîfe’yi de dini siyasallaştırmakla (Sanki dinin siyasi yönü yokmuş gibi!) ve Hâricîlikle hatta “haramı helal kılmakla” suçlamak da gündeme gelebilir! Günümüzde ya da geçmişte herhangi bir öncü Müslüman gündeme geldiğinde en iyisi ona gereksiz yakıştırmalarda bulunmamaktır. Aksine “Acaba dini doğru anlama ve yaşama konusunda ondan nasıl yararlanırız?” diye düşünerek hareket edilmelidir.
Sonuç olarak denebilir ki bir âlimin görüşleri değerlendirilirken sevgiden ziyade hakikat ölçü alınmalı ve adaletten uzaklaşılmamalıdır. Âlimlerin kendi zamanları ve mekânları ile ilgili tutumları ibret alınmaya elverişlidir. Bununla birlikte bütün zamanlarda ve mekânlarda örnek alınabilecek “bir âlim tutumu”ndan söz edilemez. Bu bağlamda içtihat mekanizması dinamik halde tutulmalıdır; çünkü iyiliği emir ve kötülüğü nehiy konusunda bir modelden değil, “modeller”den söz edilebilir. Bu esneklik önemlidir. Aksi takdirde Müslümanlar arası çatışma ortamı güçlenir ve İslam beldeleri kâfirler için bir satranç tahtasına dönüşür. Maalesef kazanan taraf da Müslümanlar olmaz.
[1] Emekli tefsir öğretim üyesi.
[2] Muş Alparslan Üniversitesi Rektörü.
[3] Müslüman olmayan bir devletin hâkimiyetindeki topraklar.
[4] II. (VIII.) yüzyılda ortaya çıkan Kûfe merkezli fıkıh ekolü.
[5] Hz. Hüseyin’in torunu, Zeydiyye mezhebinin imamı.
[6] Abbâsî Halifesi Mansûr’a karşı Medine’de isyan eden Ali evlâdının lideri.