Yorumbilim Çerçevesinde Kur'an’da Allah ve Peygamber

Kur'an; Allah’a ve Resulü’ne (s) hicreti övmekte, her ikisine davet edilen ama yüz çevirmeyi tercih edenleri de kınamaktadır. Hâlbuki doğru olan tutum, her ikisine de itaat yönünde olanıdır. İman ile uyumlu bir hayat, Allah ve elçisine tabi olmakla mümkündür. Bu araştırmada Allah’a, elçisine davet, itaat ve isyan konusunun ele alınması, şu ifadelerin yer aldığı ayetlerle sınırlı tutulmuştur: “Allah’a ve resulüne”, Allah’a itaat edin ve Resule itaat edin”, “Allah'a itaat edin ve Resule de.”, “Allah'a itaat edin ve Resulüne de.” “Kim Allah’a isyan ederse ve Resulüne de (karşı gelirse)”. Ek olarak ise “nebiye kitap verilip verilmediği” konusu, yukarıda belirtildiği gibi belli kalıptaki ifadelerin yorumu şeklinde değil de konu olarak ele alınmıştır. Makalede klasik ve modern dönem tefsirler ve Kur'an’la ilgili eserlere başvurulmuştur. Amaç, dinde resul ve nebi kelimelerinin çerçevesini daha net hâle getirmektir.

Kur’an’da “Allah’a ve Resulüne” İfadesi

“Allah’a ve resulüne (ila(A)llâhi verasûlihi)” ifadesi, iki Medenî surenin üç ayetinde geçmektedir. Bu bölmde söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.

Hicret, insanların hoşuna gitmese de hem dünyevi anlamda açılımlar getirmekte hem de din uğrunda yaşanan bu zorluğa sabır, Allah’ın ödülünün gerekçesi olmaktadır: “Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek birçok güzel yer ve bolluk bulur. Kim Allah ve resulüne hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun ödülü Allah'a düşer. Allah da çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (en-Nisâ 4/100). Vatanını, dinlerini yaşayabilmek için terk edenler illa da olumsuz bir durumla karşılaşacaklarını düşünmemelidir. Hicret niyetiyle yola düşüp gidecekleri yere varamadan ölenler de bu fedakârlıkları nedeniyle ödüllendirilecektir. İlim, cihat, hac vs. için vatanlarından ayrılanların durumu da böyledir. Bu ayet aynı zamanda özgürlüğün maldan, mülkten daha değerli olmasının yanında Allah’ın razı olacağı bir işi yerine getirmek için sırf o yola koyulanın bile ödüllendirilmeyi hak ettiğine işaret etmektedir. Zaten dinini yaşamakta zorlanan Müslüman zaferden değil, seferden sorumludur.

İman, “Allah’tan başka ilah yoktur.” (el-Bakara 2/163) sözünü dil ile söylemekten ibaret değildir. Bu kabul davranışlara da yansımalıdır: “Onlar, aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerinden bir kısmı yüz çevirip dönerler.” (en-Nûr 24/48). Müslüman olduğunu söyleyip de ardından “Bu çağda bu kafa! Kahrolsun şeriat!” sloganlarıyla İslam’a karşı çıkanların imanı, iddiadan ibaret olsa gerektir. Bu kimseler, hem dini yaşamamakta hem de dini yaşayanların yolundan yüz çevirmektedir. Onlara göre dinin adının var olması söz konusu olsa da kendisi toplumsal düzene müdahale etmemelidir, kültürel bir zeminde var olması yeterlidir. Katade’den aktarıldığına göre ayette sözü edilen kişilerin yüz çevirip döndükleri şey, Allah’ın kitabıdır.[1] Vahiyde mevcut ilkelere göre hüküm vermiş olan Resulün hükmüne razı olmayıp başka hüküm koyuculara yönelenler, aslında tağuta eğilim göstermiş kimselerdir.

Allah ve peygamberine davet edildiklerinde müminlerin tavrı nettir. Onlar yukarıdaki ayette söz edilenlerin aksine itaat gösterirler: “Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde müminlerin sözü ancak ‘İşittik ve itaat ettik.’ demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.” (en-Nûr 24/51). Allah’ın ve peygamberinin hükmüne davet edilip[2] de yüz çevirenlerin aksine her ikisinin hükmüne de itaat edenler cenneti hak eden kimselerdir.  İnanç ve pratik uyumu açısından Ebu’d-Derda’dan yapılan nakil dikkat çekicidir: “Allah’a itaati içermeyen bir İslâm yoktur. Sadece Müslümanlarla birlikte hareket etmede hayır vardır. Samimi bağlılık; Allah’a, elçisine, halifeye ve genelde tüm müminleredir.”[3] Allah’a ve resulüne itaat eden müminler, dünyada ilahi prensipleri merkeze alan bir hayatı yaşamış ve bu sayede dünyada ve ahirette mutluluğa ermişlerdir.

Görüldüğü gibi “Allah’a ve resulüne” ifadesinin geçtiği ayetlerde din uğrunda hicretin değerine ve ödüllendirileceğine, dinden yüz çevirmenin batıl bir tutum olduğuna ve insanın kurtuluşunun dine uygun bir hayat ile mümkün olabileceğine dikkat çekilmektedir.

Allah’a İtaat Edin ve Resule İtaat Edin

İnsanlar, Kur’an’da beş yerde, “Allah’a itaat edin ve Resule itaat edin” şeklinde bir ifade ile kurtuluşa davet edilmektedir. Bu bölümde bu lafızla yapılan itaat çağrısına dair ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.

Allah’a itaat ile Resul’e itaat, birbirinin “olmazsa olmazı”dır. Resul’e itaat eden Allah’a itaat etmiş olur. Allah’a itaat Resule de itaattir veya ona da itaati gerektirir:[4]Ey iman edenler! Allah’a itaat edin ve Resule itaat edin ve sizden olan yöneticilere de. Eğer Allah’a ve ahirete iman ediyorsanız hakkında ihtilafa düştüğünüz meseleyi Allah’a ve Resulüne arz ediniz. Böyle yapmanız hem daha hayırlı hem de sonuç bakımından daha güzeldir.” (en-Nisâ 4/59). Ayette itaat kelimesinin iki defa belirtilmesi, Hz. Peygamber’e (s) itaati pekiştirmek içindir; çünkü dini insanlara tebliğ eden ve bu konuda aracılık yapan Hz. Peygamber (s), dini tebliği konusunda Allah tarafından korunmakta ve içtihatlarında yanıldığında yanılgıları Allah tarafından düzeltilmektedir.[5]

Kur’an Allah ve Resulünün emirlerine ve yasaklarına itaati şöyle vurgulamaktadır: “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin ve Resule itaat edin de emeklerinizi boşa çıkarmayın.” (Muhammed 47/33). Yani, “(Allah’a) isyanınızla, Rabbinize nankörlükle, yaptığınız güzel işleri boşa çıkarmayın; çünkü Allah’a karşı nankörlük, daha önce işlenmiş güzel işleri geçersiz kılar.[6]

Aslında Allah’a ve Resulüne itaat eden kimse, bu iyi davranışı kendi iyiliği için sergilemektedir: “De ki: Allah’a itaat edin ve Resule itaat edin! Eğer sırtınızı dönerseniz bilin ki o kendi görevinden, siz de kendi yükümlülüğünüzden sorumlu olursunuz; fakat ona itaat ederseniz doğru yolu bulmuş olursunuz. Yoksa Resulün görevi, açıkça tebliğ etmekten başka bir şey değildir.” (en-Nûr 24/54). Peygamberin görevi Allah'tan gelen  vahyi insanlara tebliğ etmek, onu açıklamak ve rehberlik  etmektir. Peygamber, kimseye inancı dayatmaz. Medine'de toplumu yönetirken üstlendiği görev de toplumun huzur ve güvenini sağlamaktır. Toplumun yöneticisi olması nedeniyle ancak topluma zarar veren davranışlardan dolayı suç işleyenleri cezalandırırdı. Cezayı icra ederken bunu peygamberlik sıfatıyla yahut Allah adına değil, yönetici oluşu sıfatıyla yapardı; ancak böyle olması, bu alanda verdiği hükümlerinin vahiy sonucu olmamasını gerektirmez.[7]

İnsanlar, Allah’a ve Resul’e itaatten uzaklaşırlarsa kendilerine yazık etmiş olurlar: “Allah’a itaat edin ve Resule itaat edin. Eğer yüz çevirirseniz Resulümüzün görevi açıkça tebliğ etmekten başka bir şey değildir.” (et-Tegābün 64/12). Allah, Resulü’ne insanların ona itaat etmesi sorumluluğunu değil, onlara dini duyurma ve açıklama sorumluluğunu yüklemektedir.[8]

Müminler, aralarına kin ve düşmanlık sokmak isteyen şeytana muhalefet etmelidir. Allah'a ve Resulüne itaat etmezlerse Resule düşen sadece apaçık bir şekilde Allah'ın emir ve yasaklarını duyurmaktır: “Allah’a itaat edin ve Resule itaat edin, (karşı gelmekten) sakının. Eğer ona sırtınızı dönerseniz bilin ki Resulümüzün görevi açıkça tebliğ etmekten başka bir şey değildir.” (el-Mâide 5/92). Hidayet Allah'tandır. İnsanlar peygamberin çağrısına uymuyorlarsa peygamberlerin bunda bir suçu yoktur. Yüce Allah, hidayeti bulmaları için insanlara akıl ve irade vermiş üstelik peygamberler göndermiş ve bu peygamberler onlara doğru yolu açık-seçik bir şekilde göstermiştir. Artık sorumluluk insanların kendilerine kalmıştır, isterlerse doğru yolu tutar ve bunun ödülünü görürler isterlerse de tutmaz ve bunun cezasına katlanırlar.[9]

Netice olarak denebilir ki insanlar Allah’a da onun Resulüne de itaat etmelidir. Aksi takdirde güzel davranışlar sergilemiş olsalar da yaptıkları ahirette onları cennete götürmeye yetmez. Müminler Allah’a ve Resulüne olduğu gibi -her ikisine tâbi olan- Müslüman emir sahiplerine de itaat etmelidir.

Allah'a İtaat Edin ve Resul(ün)e de

Yüce Allah’a ve Resulüne itaat konusu Kur'an'da, “Kim Allah ve Resulüne itaat ederse…” (en-Nisâ 4/13) formunda “şart içerikli” olarak dört yerde ve “Allah'tan sakının ve bana itaat edin!” (Âl-i İmrân 3/50) kalıbında on ayette ve “Allah'a itaat edin! Resule de itaat edin!” (en-Nisâ 4/59) şeklinde de beş yerde belirtilmektedir; ancak bu ayetler bu bölümde değerlendirilmeyecektir. Bu kısımda sadece “Allah'a itaat edin ve Resule de.” ile “Allah'a itaat edin ve Resulüne de.” şeklindeki ifadelerin geçtiği ayetler ele alınacaktır.

Peygambere itaat edilmesi, onun Allah'ın ortağı olmasından dolayı değil, O'nun vahyini öğretilerini insanlara bildirdiği ve uygulamada örnek olduğu içindir. Kim Resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur:[10]De ki: Allah’a itaat edin ve Resule de. Şayet yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah kâfirleri sevmez.” (Âl-i İmrân 3/32). Zaten Resulullah (s) değil, Allah şârîdir/hüküm koyucudur.[11] Yüce Allah hiç kimseyi hükmüne ortak etmez (el-Kehf 18/26). Taberî'ye göre itaati istenen kimseler, Necran Hristiyanlarından bir gruptur. Şüphesiz ki onlar yakinen Hz. Muhammed’in (s) Allah'ın hak ile gönderdiği bir elçi olduğunu bilmektedir. İncil'de bu bilgi mevcuttur.[12]

Kur'an'da faiz yeme yasağı bağlamında “Allah'a itaat edin ve Resule de ki size merhamet edilsin.” (Âl-i İmrân 3/132) denilmektedir. Faiz yiyen kimse, Allah'a ve Hz. Peygamber’e (s) itaat etmediği için Allah'ın rahmetinden nasıl uzaklaştırılıyorsa diğer konularda da itaat etmeyenler, Allah'ın rahmetinden öylece uzaklaştırılır. Allah'a ve Hz. Peygamber’e (s) itaat, iman etmiş kişinin niteliğidir. İman eden kişinin itaatsizliği söz konusu olduğunda pişmanlık duyar ve tövbe eder.[13] Bu ayette faiz yasağının rahmet olduğuna da işaret vardır.[14] Râzî, Mutezile'ye göre rahmetin inişinin Allah'a ve elçisine itaate bağlı olduğu görüşünde olduğunu belirtir.[15]

Kur'an'da müminlere savaş sonrası ganimetlerin bölüştürülmesinin Allah'a ve Resulüne ait olduğu, gerçekten mümin kimseler iseler onlardan Allah'tan korkmaları ve birbirleriyle aralarını düzeltmeleri istenmekte ve onlara “Allah'a itaat edin ve Resulüne de.” (el-Enfâl 8/1) denilmektedir. İbn Zeyd burada Allah ve Resulüne teslim olmak gerektiğinin ve her ikisinin de istedikleri gibi hüküm verebileceklerinin kastedildiğini ifade etmektedir.[16]

Resulullah (s) zamanında bazıları özel görüşme talebinde bulunuyor ve bunu sıkça yaptıkları için de gereksiz yere onun vaktini alıyorlardı. Bu nedenle yüce Allah, Resulullah (s) ile görüşmek isteyenlere bir sınırlama getirdi. Onunla görüşmek isteyen müminlerden bazıları görüşmeden önce sadaka verip fakirleşmekten korktu. Allah da Hz. Peygamber (s) ile görüşmek isteyen müminleri sadaka vermekten muaf tuttu. Onlara namazı gereği gibi kılmaları ve zekâtı vermeleri uyarısında bulunulduktan sonra şöyle denildi: “Allah’a itaat edin ve Resulüne de. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (el-Mücâdele 58/13).

Müslümanların ortak noktası vahiy ve Resulullah’ın (s) örnekliğidir. Müslümanlar bunu göz ardı ederse aralarında anlaşmazlık çıkar ve etkinliklerini kaybederler: “Allah'a itaat edin ve Resulüne de. Birbirinizle çekişmeyin yoksa korkuya kapılırsınız, devletiniz gider. Sabredin çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (el-Enfâl 8/46). Hem savaşla hem de diğer konularla ilgili emir ve tavsiyelerde Allah ve Resulune itaat edilmelidir. Nitekim Uhud savaşındaki yenilginin nedeni, Hz. Peygamber’in (s) emirlerine okçuların itaat etmemesiydi.[17]

Kim Allah’a İsyan Ederse ve Resulü’ne de

Arapça’da itaatin karşıtı olan isyan; itaatten çıkmak, emre karşı gelmek anlamlarına gelmektedir.[18] İsyan, Kur’an’ı Kerim’de Kim Allah’a isyan ederse ve Resulüne de (karşı gelirse) şeklinde üç ayette mevcuttur. Bu bölümde nuzül sırasına göre söz konusu ayetler ele alınacaktır.

Tevhid ve kulluk konusunda kim Allah’a ve Resulü’ne isyan ederse[19] o kimselere Kur’an’da şöyle bir tehdit söz konusudur: (Benim yaptığım) ancak Allah katından olanı, O'nun gönderdiklerini tebliğdir. Artık kim Allah’a isyan ederse ve Resulüne de (karşı gelirse) bilsin ki ona, içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.” (el-Cin 72/23). Âsi, kınamak anlamlı bir isimdir ve bir görüşe göre büyük günah işleyen kimseler için kullanılır.[20]  Bu ayet bağlamında isyan, şirk ve imanı terk anlamındadır.[21] Resulün görevi tebliğ etmektir. O, tebliğ ettiği kimseleri inanmaya zorlayamaz ve öyle bir görevi de yoktur. Tebliğin muhatapları Allah’a ve Peygamberine karşı gelirlerse sonları cehennemdir. O halde kendisine fayda veren de zarar veren de kişinin kendisidir.[22]

Yukarıdaki ayet bağlamında inkârcılara Resulullah’ın; yalnız Allah’a dua ve ibadet edeceğini, kimseye bir zarar verme ve insanları doğru yola iletme gücüne sahip bulunmadığını, kendisini de hiç kimsenin, Allah’a karşı koruyamayacağını ve Allah’tan başka kimseye sığınmayacağını, görevinin, insanları zorla doğru yola götürmek değil, Allah’ın emirlerini duyurmak, O’nun elçiliğini yerine getirmek olduğunu, bunu kabul etmeyip Allah’a başkaldıranların, ebedi olarak cehennemde kalacaklarını, onların, isyanlarına devam ede ede bir gün azabı görünce, kimin yardımcısının daha zayıf olduğunu anlayacaklarını söylemesi emrediliyor.[23]

Nüzul sebebi kim ve ne olursa olsun, Allah’ın buyruklarına ve onları tebliğ eden Resulüne karşı gelenleri ceza ile tehdit eden bu bölümdeki ikinci ayette şöyle denilmektedir: “Kim Allah’a isyan ederse ve Resulüne de (karşı gelirse) şüphesiz o apaçık bir sapıklığın içine düşmüştür.” (el-Ahzâb 33/36). Ayette uyarılan kimseler, Allah’ın ve Resulünün emrettikleri konusunda her ikisine de isyan eden kimseler[24] olma riskine karşı uyarılmaktadır. Kadın erkek kim olursa olsun her mümine düşen Allah ve Resulüne isyan değil itaattir.

Miras bölüştürmenin ele alındığı bir bağlamda yüce Allah şöyle demektedir: “Kim Allah’a isyan ederse ve Resulüne de (karşı gelirse) ve O’nun koymuş olduğu sınırları aşarsa (Allah) onu da içinde ebedi kalacağı ateşe sokar. Onun için aşağılayıcı bir azap vardır.” (en-Nisâ 4/14). İbn Cureyc, kastedilen âsilerin azap gerektiren günahlar işleyen kimseler oldukları kanaatindedir. Kim inkâr ederek, miras paylaşımında Allah'ın belirlediği ölçülere uygun hareket etmezse ve O’nun, Resulünün paylaştırmasına karşı çıkarsa[25] Allah’ın verdiği hükmü değiştiren, O’nun hükmüne karşı çıkan o kimseler sürekli acı veren bir azap ile cezalandırılır.[26] Kim namazı, zekâtı, orucu, haccı, cihadı terk eder, içki içer, zina eder ve haksız yere bir kimseyi öldürürse işte bu sınırları aşmadır.[27] Kişinin yanılması ve bir an için hevasına uyarak günah işlemesi bağışlanabilecek bir şeydir. Ama bilerek ve ısrar ederek Allah ve Resulüne karşı geliyor, Allah’ın çizdiği sınırları aşıyor, bu konuda bir pişmanlık da duymuyor ise o ebedi ve alçaltıcı bir azabı hak etmiştir. Onun varacağı yer cehennem olacaktır.[28]

Sonuç olarak denebilir ki Allah’a ve Resulü’ne itaat değil isyan edenler tövbe etmedikleri sürece apaçık bir sapkınlığa yönelmiş ve ahiret azabının muhatabı olmuş demektir.

Nebilere Kitap Verilmedi mi?

Geleneksel ayrıma göre nebiler kendilerine Kitap verilmiş olan Resullerin mesajını aktarmak için gönderilmiştir; ancak onlara Kitap inmemiştir. Hâlbuki yüce Allah nebilere de Kitap ve Hikmet vermiştir: “İşte bunlar, kavmine karşı İbrahim'e verdiğimiz kanıtlarımızdır. Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, bilendir. Biz ona İshak'ı ve Ya'kūb'u da bahşettik; hepsine de doğru yolu gösterdik. Nitekim daha önce Nuh'a ve onun soyundan Dâvûd'a, Süleyman'a, Eyyûb'a, Yûsuf'a, Mûsâ'ya ve Hârûn'a da yol göstermiştik. Biz güzel davrananları böyle ödüllendiririz. Zekeriyyâ'ya, Yahyâ'ya, Îsâ ve İlyâs'a da (yol göstermiştik). Hepsi iyilerdendi. İsmâil'e, Elyesa‘, Yûnus'a ve Lût'a da (yol gösterdik), hepsini âlemlere üstün kıldık. Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarını da... Onları seçtik ve onları doğru yola ilettik. İşte bu, Allah'ın hidayetidir, kullarından dilediğini bununla doğru yola iletir. Eğer (onlar Allah'a) ortak koşsalardı yaptıkları (güzel) şeyler hiç olur, giderdi. İşte onlar, kendilerine Kitap, hüküm ve nebilik (nübüvvet) verdiğimiz kimselerdir. Şimdi şunlar, (Kureyş), bunları inkâr ederse (bilsinler ki) biz, bunları inkâr etmeyecek (koruyacak) bir toplumu, bunlara vekil bırakmışızdır.”(En`am, 6/83-89). Ayetlerde on sekiz peygamber adı belirtilmekte ve onlara Kitap verildiği ifade edilmektedir. Sayılan peygamberlerden yaygın kanaate göre kendisine Kitap verildiği için Resul (Hz. Mûsâ ve Hz. Dâvûd) kabul edilenler de bulunmaktadır.

Yine başka bir ayette nebilere kitap verildiğinden söz edilmektedir: “Allah, nebilerden şöyle söz almıştı: ‘Bakın, size Kitap ve hikmet verdim; imdi yanınızda bulunan(Kitap)ı doğrulayıcı bir Resul geldiğinde ona mutlaka inanacak ve ona mutlaka yardım edeceksiniz! Bunu kabul ettiniz mi? Ve bu hususta ağır ahdimi üzerinize aldınız mı?’ demişti. ‘Kabul ettik!’ dediler. ‘O halde tanık olun, ben de sizinle beraber tanık olanlardanım.’ dedi.” (Âl-i İmrân 3/81). Yani nebiler kitap verilen peygamberlerdendir ve yaşadıkları dönemde bir Resul gelecek olursa nebilerden beklenen ona da iman etmek onu yalanlamamaktır.

Nebilere Kitap indirilmesi, insanların ihtilafsız tek ümmet oldukları ilk dönemin ardından söz konusu olmuştur: “İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, nebileri, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi; onlarla beraber, anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetmek üzere, içinde gerçekleri taşıyan Kitabı indirdi. Kendilerine Kitap verilmiş olanlar, kendilerine açık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü o(Kitap hakkı)nda anlaşmazlığa düştü(ler). Bunun üzerine Allah, kendi izniyle inananları, onların üzerinde ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allah, dilediğini doğru yola iletir.” (el-Bakara 2/213). Anlaşılıyor ki nebiler, -en azından bir kısmı- kendisine Kitap indirilmiş olan peygamberlerdir.

Neticede denebilir ki tüm nebilere Kitap inip inmediği konusu gaybtır. Kur’an’da bu konu açıkça ifade edilmemiştir. Açık olan ise nebilere Kitap verilmediği iddiasının sağlam bir gerekçesinin mevcut olmayışıdır. Kurtubî’nin dediği gibi kendilerine Kitap verilmemiş olan peygamberler de kitap verilmiş hükmündedir; çünkü onlara da hüküm ve peygamberlik verilmiştir. Yine kendilerine kitap verilmeyen peygamberlere de kendilerinden önceki peygamberin Kitabı gereğince hüküm vermek emredilmiştir. O bakımdan onlar da kendilerine kitap verilenler kapsamına girer.

Sonuç

Zihnen ve gerektiğinde fiilen Allah ve resulüne hicret eden Müslümanları Allah tarafından gelecek bir ödül beklemektedir.  Müminler hüküm verirken Kur'an ve sünneti esas almayı tercih eder. Kurtuluşun anahtarı budur. Müminler, kendilerinden olan yöneticilere -apaçık bir isyan olması hariç- itaat ederler. Yöneticileriyle ihtilaf durumunda Kur'an ve sünnete başvururlar. O zaman yaptıkları iyilikler boşa gitmez.

Doğru yol, vahye ve sünnete göre belirlenir. Allah’a ve Resule itaatin sonucu, Allah’ın merhametine kavuşmaktır. Müslümanlar ihtilafa düşmemeye çaba göstermelidir, sabırlı olmalıdır. Allah ve Resulüne itaat konusunda zaaf göstermemelidir. Zaafın da ötesinde inkârı seçip sapıtanları ise bekleyen şey cehennemdir, aşağılayıcı bir azaptır. Kur'an, peygamber isimleri sayarak onların kitap ve nübüvvet (nebilik) verildiğini belirtir. Yani nebilere kitap verilmediği görüşünün sağlam temelleri yoktur.

Kaynakça

Ateş, Süleyman. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri. 12 Cilt. İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1988.

Ebû Zehra, Muhammed. Zehratu’t-tefâsîr. 10 Cilt. Kahire: Dâru’l-fikri’l-Arabî, ts.

İbn Ebî Hatim, Abdurrahman b. Muhammed, b. İdrîs er-Râzî. Tefsiru’l-Kur’ani’l-azîm. 10 Cilt. Suudi Arabistan: Mektebetu Nezzar Mustafa el-Bâz, 2. Basım, 1419/1998.

İbn Kesir, Ebu’l-Fida İsmail b. Ömer. Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm. thk. Sâmi b. Muhammed Selame. 8 Cilt. Beyrut: Daru Tayyibetin li’n-Neşri ve’t-Tevzi`, 1420/1999.

Kurtubî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî el-. el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân. thk. Ahmed el-Berduni - İbrâhim el-Itfiyyiş. 20 Cilt. Kahire: Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, 2. Basım, 1384/1964.

Râzî, Fahruddin er-. Mefâtihu’l-gayb. 32 Cilt. Beyrut: Daru İhyai Turasi’l-Arabi, 3. Basım, 1420/1999.

Reşîd Rızâ, Muhammed. Tefsîrü’l-Menâr. 12 Cilt. Mısır: el-Hey’etü’l-Mısriyyetu’l-`Amme li’l-Kitâb, 1990.

Sarmış, İbrahim. Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak. 2 Cilt. İstanbul: Ekin Yayınları, 3. Basım, 2007.

Şimşek, M. Sait. Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri. 5 Cilt. Beyan Yayınları, 2012.

Taberî, Muhammed b. Cerîr et-. Camiu’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân. thk. Ahmed Muhammed Şakir. 24 Cilt. Beyrut: Müessesetü’r-Risale, 1420/2000.

Zebîdî, Muhammed Murtazâ ez-. Tâcü’l-ʿarûs. 40 Cilt. Beyrut: Daru’l-Hidaye, ts.

Zemahşerî, Ebü’l-Kāsım Mahmûd ez-. el-Keşşâf ʿan ḥaḳāʾiḳı ġavâmiżi’t-tenzîl ve ʿuyûni’l-eḳāvîl fî vücûhi’t-teʾvîl. 4 Cilt. Beyrut: Daru’l-Kitabi’l-Arabi, 3. Basım, 1407.

 

 



[1] Abdurrahman b. Muhammed İbn Ebî Hatim b. İdrîs er-Râzî, Tefsiru’l-Kur’ani’l-azîm (Suudi Arabistan: Mektebetu Nezzar Mustafa el-Bâz, 1419/1998), 8/2622.

[2] Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Camiu’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân, thk. Ahmed Muhammed Şakir (Beyrut: Müessesetü’r-Risale, 1420/2000), 19/205.

[3] İbn Ebî Hatim, Tefsiru’l-Kur’ani’l-azîm, 8/2623-2624.

[4] Muhammed Ebû Zehra, Zehratu’t-tefâsîr (Kahire: Dâru’l-fikri’l-Arabî, ts.), 4/1727.

[5] M. Sait Şimşek, Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri (Beyan Yayınları, 2012), 1/525.

[6] Taberî, Camiu’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân, 22/187.

[7] Şimşek, Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri, 3/495.

[8] Ebü’l-Kāsım Mahmûd ez-Zemahşerî, el-Keşşâf ʿan ḥaḳāʾiḳı ġavâmiżi’t-tenzîl ve ʿuyûni’l-eḳāvîl fî vücûhi’t-teʾvîl (Beyrut: Daru’l-Kitabi’l-Arabi, 1407), 4/594.

[9] Şimşek, Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri, 2/100.

[10] İbrahim Sarmış, Hz. Muhammed’i Doğru Anlamak (İstanbul: Ekin Yayınları, 2007), 2/508.

[11] Resulullah’ın (s) söz ve uygulamaları, ayetleri açıklama niyetindedir.

[12] Taberî, Camiu’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân, 6/325.

[13] Şimşek, Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri, 1/418.

[14] Ebû Zehra, Zehratu’t-tefâsîr, 3/1409.

[15] Fahruddin er-Râzî, Mefâtihu’l-gayb (Beyrut: Daru İhyai Turasi’l-Arabi, 1420/1999), 9/364.

[16] Taberî, Camiu’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân, 13/381.

[17] Şimşek, Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri, 2/394.

[18] Muhammed Murtazâ ez-Zebîdî, Tâcü’l-ʿarûs (Beyrut: Daru’l-Hidaye, ts.), 39/58.

[19] Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî el-Kurtubî, el-Câmiʿ li-aḥkâmi’l-Ḳurʾân, thk. Ahmed el-Berduni - İbrâhim el-Itfiyyiş (Kahire: Dâru’l-Kütübi’l-Mısriyye, 1384/1964), 19/26.

[20] Râzî, Mefâtihu’l-gayb, 3/459.

[21] Muhammed Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr (Mısır: el-Hey’etü’l-Mısriyyetu’l-`Amme li’l-Kitâb, 1990), 12/178.

[22] Şimşek, Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri, 5/328.

[23] Süleyman Ateş, Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri (İstanbul: Yeni Ufuklar Neşriyat, 1988), 10/105.

[24] Taberî, Camiu’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân, 20/271.

[25] Taberî, Camiu’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân, 8/72.

[26] Ebu’l-Fida İsmail b. Ömer İbn Kesir, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm, thk. Sâmi b. Muhammed Selame (Beyrut: Daru Tayyibetin li’n-Neşri ve’t-Tevzi`, 1420/1999), 2/232.

[27] Râzî, Mefâtihu’l-gayb, 3/569.

[28] Şimşek, Hayat Kaynağı Kur’an Tefsiri, 1/482.