Yitik Masumiyet Kitap Değerlendirmesi
Yitik Masumiyet Kitap Değerlendirmesi
Ahmet Bedir’in Yitik Masumiyet[1] adlı kitabı tanzimattan günümüze Türkiye’deki aydınların düşüncelerine dair değerli bilgiler sunmaktadır. Bu eser eleştirel bir gözle değerlendirilecektir. Yazıda adı belirtilecek aydınların sayıca çok olması nedeniyle teker teker doğum ve ölüm tarihlerinin belirtilmesi yoluna gidilmemiş, söz konusu aydınların hangi zaman aralığında yaşadıklarının belirtilmesi yeterli görülmüşür. Görüşlerin sunumnda kronoloji değil, fikir merkezli sunum yöntemi tercih edilmiştir.
Eserin önsözünde “Bizim Hıristiyanlarla tevhid, nübüvvet, ahiret
konularında değil, Hz. Muhammed (s)’in peygamber oluşu ve Kur'an’ın ilahî vahiy
oluşu konusunda ihtilafımız var. Onlara bunu anlatalım.” denilmektedir. Halbuki
Hıristiyanlıkta üç ilah, Yahudilikte insanla güreşen bir Allah inancı var. Bu
iki ihtilaf, tevhid ve peygamberlik konusunda da üç dinin mensupları arasında
farklı inanç şekilleri olduğunu göstermektedir.
Giriş
Giriş bölümünde “Biz bu Kur'ân'ı bir dağa
indirseydik, Allah'ın korkusundan onu baş eğmiş, parça, parça olmuş görürdün.
Bu misalleri düşünsünler diye insanlara veriyoruz.” (Haşr 59/21) ayetinden
yola çıkarak Kur'an’ın inişinin evrenin en büyük olayı olduğunu söylemektedir.
Delil göstermeksizin Kur'an’a “ezelî kelam” demektedir.
***
Kur'an Üslubu
Behçet Kemal Çağlar: “Surelerde şiiriyet var. İlham eseri bir şiir
nesre tam olarak dönüştürülemez. Allah eserini etkili kılmak için nazmın
unsurlarına, vezne ve her zaman kafiyeye dikkat etmiştir.” Hayranlığı söz
konusu ama Kur'an üslubunu iyi anladığı söylenemez. Her zaman kafiye? (s. 201).
E. H. Yazır'a göre, “Kur'an ne bilim kitabı ne de şiir divanıdır.
Onların üstünde ilahî bir nazımdır. Bunun için mucizedir. Bilim nazarıyla
bakarsanız, sanatı karşısında ümitsizliğe düşersiniz. Şiir nazarıyla bakarsanız
ilmiliği ve hakikatı karşısında hayal kırıklığı yaşarsınız.
Kur'an üslubuna hayranlık duyanlar: Muallim Naci, Nihat Sami,
Elmalılı Hamdi Yazır, Necip Fazıl, İsmail Hami, İ. H. Baltacıoğlu, Ö. Rıza, P.
Safa ve İsmail Safa’dır (205).
Kur'an’ın
Muhteva Zenginliği
Musa Carullah: “Kur'an her devrin her sahadaki ihtiyaçlarına
noksansız cevap verecek hükümleri muhtevîdir. O halde Müslümanın görevi
geçmişten ziyade geleceği gösteren Kur'an’a dönmek, onda bugünü ve yarını
gösterecek ışığı aramaktır (s. 206).
Ferit Kam: “Alken, miktarının
sınırlanmasına imkân düşünülemeyen insanın meydana getirdiği eserler,
esas itibarıyla tabiatta nasıl mevcutsa (tren-demir) bütün maddî ve manevî
hakikatlerin hepsi de öyle Kur'an’da mevcuttur (s. 207). Bilimsel tefsiri mi
yoksa ilham kaynağı oluşunu mu kast ediyor anlayamadım (s. 207).
Yazar, “Kur'an’ın manasındaki incelikleri yalnız derin bilgisi
olanlar bilir.” diyerek destekleyici olarak وَالرَّاسِخُونَ
فِي الْعِلْمِ (Âlu İmran, 3: 7) ayetini delil getiriyor (s 210). Âyet “ilimde
derinleşmiş olanların muhkem ve müteşabih tüm ayetlere inandıklarını ifade
ediyor. Yazarın kastettiğini doğru kabul etsek bile ayetin konusu ayetlerin
incelikleri değil, müteşabihlerin anlamları.
H. Z. Ülken’e göre Kur'an’ın insan telakkisi ve ahlâk sistemi
realisttir. Olmayacak şeyler istemekz. Halbuki bazı beşerî dinlerde gerçekle
ilgi o kadar azdır ki, onların ahlâkî idealizmi tam bir ütopya manzarasıdır (s.
211).
Kur'an ve
Tesavvuf
Kâzım Karabekir: “Başarınız sıkışınca Allah’a kalbini Hz. Peygamber
(s)’den yardım iste, büyük hürmetle sevdiğin ruhlara sarıl.” Himmet, yetiş İsa
(s. 224).
N. Topçu’ya göre “Kur'an, kötü ruhbanlığı eleştirmektedir.
Kur'an’da münzevi din hayatının Yahudi ve Hıristiyanlara mühansır olduğunu
gösteren bir şey yoktur.” (s. 225). İyi niyetlir bir sapmadır. İtikaf süreli
bir inzivadır. Vahiy sonrası mağaraya gidiş yoktur. (m.k.)
N. Topçu: “Veliler ve peygamberler büyük mistiklerdir. Onlar ahlâk
hayatının insanüstü varlıklardır.” (s. 226).
Yahya Kemal: “Bu devletin iki manevî temeli var. Fatih’in
Ayasofya’dan okuttuğu ezan. Selim’in Hırkaî Saadet’te okuttuğu Kur'an (s. 228).
Yahya Kemal annesinin akşamları ölülere Yasin okumasından övünerek bahseder (s.
228).
Fuad Köprülü: “Hre ne kadar Ebu Bekir ve Ali’ye dayandırsalar da,
İslâm’ın ilk asırlarında tasavvuf yoktu. Tasavvuf, İkan, Hind, Yunan ve en
fazla da İslâm’ı alarak teşekkül etmiştir (s. 229). Yazar F. Köprülü’nün “Türk
Edebiyatında Mutasavvıflar” eserinden yaptığı bu aktarımı eseri ciddi bulmasına
rağmen müsteşrik etkisine bağlar.
Yazar Fuad Köprülü’nün bu tasavvufu eleştiren yorumunun ardından
“yukarıdaki aydınlardan farklı olarak P. Safa tasavvufa yüklenir.” diyor. P.
Safa: “Kur'an, mistikleri fazla ilgilendirmez. Haricîdir, derunî bir
hassasiyeti yoktur. Sofiliğin kaynağı Hıristiyan zühdüdür. Buna
yeni-Eflatunculuk eklendi.” (s. 230).
P. Safa: “Gazali ihya adlı eserinde İsa’ya atfedilen sözleri hesaba
katmasak bile kuvvetli bir Hıristiyanlık intibaı almamak mümkün değildir.
Gazali Hıristiyanlığın mistik muhtevalı İncil’inden ilham almıştır.” (s. 230).
Yazara göre Peygami Safa’nın tasavvuftan ziyade mistik anlamı üzerinde
durmasının bir anlamı var (s. 231).
İsmail Hakkı İzmirli: “Hıristiyan Rabibini rahim bilir, muntakim
bilmez. İslâm’da Allah hemrahim hem de muntakimdir. İslâm şirkin kökünün
kazımış, tevihde itina etmiş ve Hıristiyanlığın bazı kurallarını kabul
etmemiştir (s. 231).
Erol Güngör: Mekke’de İslâm’dan önce de sufiler vardı. Hicretin ilk
iki yüz yılında Zühhad, Kurâ, Bekkâun, Kussâs, Nussak gibi isimler altında
zümreler vardır. Allah’ın gazabıyla uyarıyorlardı. Bunlar halkın toplu
bulunduğu yerlerde Kur'an okur, ağlar, kıssaları süsleyerek onların üzerine
ahlâkî vaazlar inşa eder, halkın din anlayışı üzerinde tesir icra ederlerdi (s.
232). Yine Göngür’e göre, Müslümanlar için Kur'an sünnet dışında
tartışılmayacak bir şey yoktur. (S. 232).
Yazara göre tasavvuf Kur'an’a dayanır. A. Midhat, Kâzım Karabekir,
N. Topçu, N. Fazıl, Y. Kemal de böyle der. P. Safa buna katılmaz (s. 232).
Kur'an
Felsefesi
İ. H. Baltacıoğlu: “Kur'an felsefesi, varlık, insan, yaşama,
iyilik, doğruluk, güzellik, sonsuzluk, Allah nedir, nereden geldik, nereye
gidiyoruz, neyiz, sorularının Kur'an’a uygun cevaplarıdır.” (s. 233). Ona göre
bu, pozitifi bilim metotlarıyla yapılamaz. Amaç, Kur'an’daki mutlak
gerçeklerele erişmek, bunları kavramaktır. Kur'an’ı anlamada kartezyen mantık işe
yaramaz (s. 233-234). Akıl mantığı pozitif bilimlerin kullandığı mantıktır. Bu
mantık bir saat eserini ya da felsefi eseri de anlamaya elverişli değildir.
Kur'an’ı anlamaya elverişli olan canlı akıl (duygu mantığını kastediyor olmalı)
yani artistik akıl, felsefî akıldır. Kur'an’da bir kavramı ele alırken parçacı
değil bütüncü olmalıyız (mevzuî tefsiri kastediyor.) (s. 234). Kur'anî bilgi
teorisinde üç ayrı bilgi derecesi vardır.
1.
İstidlal
(ilme’l-yakîn)
2.
Deneye
dayanan bilimsel bilgi (ayne’l-yakîn).
3.
Sezgi
(hakka'l-yakîn)
Z. Gökalp buna benzer bir değerlendirme yapıyor. B. Bestami ile
İbnu Sina bir odada görüşüyor. İbnu Sina, “O, benim düşündüklerimi görüyor.”
demiş (s. 236). Bu hikâyede de sezgi en üst dereceye yerleşiyor. En üstün bilgi
derecesinde kabul edilince de “Kendi şanımı tespih ve tenzih ederim. Benim
şanım ne yücedir.” Mevlana’nın Mesnevi’sinde söylediği gibi “Kâbe’yi boş ver.
Etrafımda yedi tur at. Aynı sevabı alırsın. Orada Allah’ı mı bulacaksın. Allah
kalbimde.” diyen zatı dinleyen Bestemai’nin Allah katında dereceleri arttı.”
gibi ifadeler normalleşiyor.
N. Topçu, “Felsefî görüşümüz olmasa Kur'an’ı hakkıyla anlayamayız.
Kâinatın muammasını çözebilen felsefe, kalbimizin mantığı, hükümlerimizin
mektebidir. Felsefesiz yaşamakla kalbimiz yabancı inançlarla harab olur.
Felsefemizin olmayışı İslâm aleminin perişan olmasına neden olmuştur. İbnu
Sina’nın, Farabi’nin Aristo felsefesini İslâm’a uyarlamasının sonucu Kur'an’ı
bağıra bağıra okuyan adamların kafalarını önce tamir etmek gerekir. Ancak
tasavvuf, Kur'an’da esaslarını bulduğu derin bir insan felsefesini ele almıştır
(s. 238). Topçu, İslâm kıyafetine
bürünmüş felsefelerden bahseder. Ona göre Alevilik İslâmî dekor ve kilişeleri
içinde barındıran Zerdüşt dininin felsefesidir. Bektaşilik Şaman dininin
felsefesi, tasavvuf ise İslâm’ın ahlâkî özünü mistik tecrübenin konusu yapan
derin bir felsefedir (s. 239).
Kur'an ve
Rönesansımız
Bu kavramın mimarı (Kur'anî Rönesans) N. Topçu’dur (s. 240). “Hoca
Kur'an’ı okuyor, lakin bilmiyor. Ne yapsın çok ezberletmişler. Bu ezber okuma
hastalığına veda edip de Hallaçlar, Gazaliler, Mevlanalardan sonra bir kere de
20. asırda Kur'an’ın bütün halinde bir sistem olarak anlaşılmalıdır (s. 241).
Hallaçlar, Gazaliler, Mevlanaların yâran sohbetine Eflatuncularala, Kantları,
Pascalları, Bergosnları ve Blodelleri de alarak evveliklerin aşkını sonraki
zikrettiklerimizin anlayış ve metotlarıyla birleştirip, Kur'an’ıtahlil ettikten
sonra, bu tahlilin unsurlarıyla bir evren metafiziği ve insan felsefesi yapmak.
Beylece Rönesans’ımızı yapan bahtiyar olacaktır (s. 242). Topçu, İ. Sina ve
Farabi’yi Aristo’dan faydalandı diye İslâm felsefesi yapmamakla suçlamıştı.
Şimdi kendisi rönesansı onlarınkine benzer şekilde yapmayı teklif ediyor
(m.k.).
N. Topçu: “İnsanlık Ramses’in, Sardanapal’ın ve Cengiz’in değil
Konfüçyüs’ün, Buda’nın, İsa’nın, Eflatun’un, Pacal’ın, Hallac’ın, (Yunus,
10:’un eseridir.” (s. 244) Muhammed ?
C. Meriç’e göre Rönesans gerçekleştiecekler şunlardır: Rıza Tevfik,
Abdullah Cevdet, Celal Nuri, Naim Efendi, İbnu’l-Emin Mahmud Kemal, Nehmet Ali
Aynî, Salih Zeki gibi şahsiyetlerdir (s. 245).
Günün
İhtiyaçlarına Göre Kur'an’ın Yorumlanması
Ş. Günaltay: “Herkes Kur'an’ı unuttu. Pirlerin, dedelerin
kerametleriyle meşgul oldu. Meczupların, ahmakların irade dışı hareketlerinden
hüküm çıkarılmaya başlandı. Kutsiyet mezarlara, elbiselere kadar teşmil edildi.
Türbelere kurban adamak, kabirlerden hacet dilenmek imanın gereklerinden
sayıldı. İslâm aleminde geçmişe tapma din yerine kaim oldu. Eski zamanda geldi
diye birtakım adamların sözleri hürmete şayan görülmeye başlandı (s. 253).
Günaltay’a göre dinin kaynağı Kur'an ve hadistir (s. 254).
“Her kavim için bir yol göstereni vardır.” (وَلِكُلِّ قَوْمٍ هَادٍ ) (Rad, 13: 7)
ayetinden yola çıkan Ö. Seyfettin, “Her
kavmin bir mehdisi vardır.” diyor. (s. 257). Yine, “Erkekler, kadın üzerine
idareci ve hakimdirler.” (الرِّجَالُ قَوَّامُونَ
عَلَى النِّسَاء) (Nisa, 4: 34) ayetinde قَوَّامُون
kelimesinin erkeklerin lehine yanlış yorumlandığını söylüyor ancak doğrusunu
söylemiyor (s. 258).
M. A. Akif: “Kur’an mezarlıkta okunmak ya da fal bakmak için
inmemiştir.” (s. 260).
N. Fazıl: İnsan yeryüzünde Allah’ın halifesidir. Kur'an tefsiri çok
tehlikelidir. Onun ruhaniyetine tevarüs etmiş bir klavuz bulmak lazımdır.
Tefsir yapanlar “Ya Muhammed…”[2] diyerek kaba ve ham bir tavırla tefsir yapmışlardır. Halbuki
Allah, hayasından Kur'an’da bir defa bile bu hitapta bulunmamıştır (s. 262).
Hüseyin Cahit: Müslüman, hem İslâm’a hem de diğer dinlere inanan
kimselere denir.” (s. 266). Kur'an’da sadece Muhammed dinini kabul edenlere
Müslüman denilmemiştir.[3] Muhammed Müslümanlardan olmayı kabul edince tabii ki kendi
döneminde Müslümanların ilki olmuştur. İslamiyet Allah’ın muhtelif peygamberleri
aracılığıyla gönderdiği dindir. Sadece Muhammedîleri[4] Müslüman saymamız Kur'an’ı yanlış anladığımızdandır (s. 267). S.
Ateş de aynı kanaattedir. İsa’yı Allah’ın oğlu saymayan Kur'an’ın Allah’ın
kelâmı, Hz. Muhammed (s)’in de peygamberi olduğuna inanan İslâm’a girmese de
ahirette üzülmeyenlerden olabilir. Bakara suresi 162. ayette Kur'an’a uymaları
şartı getirilmemektedir (s. 267-268).
S. Akdemir: “Sabiiler vahiy dışında Allah inancına ulaşmış kimseler
olarak değerlendirilebilir. İnsanlar semavî bir dine inansın ya da inanmasın
Allah’ın öngördüğü fıtratla ilgili şartları yerine getirirse kurtuluşa erebilir
(s. 268).
H. Cahit: “Peygamber’in ümmiliği Mekkeli olması anlamındadır. O,
okuma yazma bilirdi (s. 271). Yazar buna “Vahiy gemezden önce okur yazar
değildin.” (Ankebut, 29: 48) ayetiyle itiraz ediyor (s. 272). Y. Nuri de
ümmiliği Kitap’la eğitilmemiş kişi anlamında kullanıyor (s. 274).
Sa’d b. Rabi, Abdurrahman b. Avf’a, “Hanımlarıma bak. Hangisini
beğenirsen sana vereyim.” Diyor. O, “Sağol, sen bana Pazar yerini göster
yeter.” diyor (s. 280).
Suâvi: “Batı’dan pozitif bilimler almalıyız. Ebced hesabıyla
Aliyu’l-Kâri’nin Taha, ebced ile يَا أَيُّهَالولد
anlamını vermesi kınanacak bir iştir.” (s. 281). Doğu’da alimler böyle lüzümsuz
hesaplarla ilgilenirken, Batılılara ait fikir okulları servet kazanma ve
memuriyetle gönülleri de sistem kurmakla meşguldü. Kârlı çıkan da onlar oldu
(s. 281).
Kur'an ve Kader İnancı
Ö. R. (Doğrul, 1934:: “İnsanın fiillerinde
özgür olup olmadığı öyle bir muammadır ki, hâlâ bir kimse bu soruya kesin bir
cevap bulamamıştır. Akıl acizdir ve ilahî iradenin nerede son bulduğunu beşer
iradesinin nerede başladığını belirleyemez. Böyle bir işe giriştiğinde
hayretler içinde dona kalacaktır.” (s. 285).
P. Safa: “Hıristiyanlığın kader inancı köle
iradesidir. Kader kısmet inanışı Doğu’dan önce Batı’da ve Asya’dan önce
Avrupa’da ruhları kazanmıştı. Bu, bir şark veya garp akidesi olmadan önce bir
ilkellik safhasına işaret sayılabilir. 17. asırdan beri bütün modern
İslâmcıların[5] Kur'an’da fatalizm (kadercilik) olmadığını
ispat ettiklerini söyleyebiliriz (s. 287).
P. Safa daha sonra Ş. Günaltay’ın
bilgilerine baş vurur. O da bu düşünceleri M. Abduh’tan almıştır: “Kur'an
cebriyecilik fikirini, ‘Allah dileseydi ne biz ne de atalarımız şirk koşar, bir
şeyi de haram kılardık.” (Nahl, 16: 35) ayetiyle reddetmekte kesb-i ihtiyarîyi
64 ayette ispat etmektedir (s 287).
P. Safa, kaderciliğin İran kaynaklı
olduğunu söyleyen Abduh’un aksine onun esas kaynağının Avrupa’dan ve
Hıristiyanlıktan geldiğini savunur. Ş. Günaltay ise onun İran, Hind, Roma ve
Yunan kaynaklı olduğunu söyler (s. 287-288).
Ş. Günaltay: “Kadere iman farzdır. Fakat
“Ne yapalım kader böyle imiş!” sözü bir şey hakkında her türlü tedbiri aldıktan
sonra yani ancak beklenmedik bir iş karşısında söylenmelidir. Çünkü kaderi
inkâr küfür olduğu gibi cebir derecesinde kadere itimat da küfürdür.” (s. 289).
Kur'an ve Kelam
M. Carullah: “Kur'an varken itikadî konularda başka hiçbir kitap
kaleme alınmasaydı daha iyi olurdu.” (s. 292). İnsanların kafalarında sorular
oluştuysa, bunlara cevap bulma gayretini niye hoş görmeyelim?
N. Fazıl: “Kur'an Allah ile kaim (dir olmalı m.k.) ve sonradan
yaratılma değildir (s. 293).
Kur'an ve Faiz
Zara göre “Kur'an’ın indiği dönemde Arap yarımadasında faiz, %4-8
arasında seyrediyordu. Bizans ile sıkı ticari ilikilerde bulunan Arabistan’da
faizin %10 civarı olabileceği söylenmektedir. Bu husus, yasağın bu seviyedeki
yasakları da kapsadığını gösterir.” (s. 298).
Kur'an’a Açıkça
Karşı Çıkanlar
N. Hikmet: Efendiler, ağalar, evliyalar, keşişler/ Ebedî karanlığın
boğulsun kollarında/ Artık temiz ruhların aydınlık yollarında/ Sade birdin, bir
kanun, bir hak;/ İşleyen dişler… (s. 306).
T. Fikret çok okumadı. Bilgisi orta dereceli veya daha da aşağı
idi. Metotlu, disiplinli bir kültürle beslenen bir fikir adamı veya filozof
değildi. Türk şiirinde otorite sayıldığı yıllarda birtakım konularda felsefe
yapması, Allah ve Kur'an’ı inkâra kalkması ciddi bir tefekkür sayılmazdı. O,
bir yandan da gençliğin girdiği ahlâkî buhrana karşı onların ruhunda kutsiyet
duyguları uyandırmaya çalışıyordu (s. 308).
Bir şiirinde Bir kudret-i külliye var ulvî ve münezzeh,/ Kudsî ve
muallâ, ona vicdanla inandı./ Fıtratta tekâmül ezelîdir; bu kemale/ Tevrat ile,
İncil ile, Kur'an’la inandım (s. 309).
T. Dursun, medrese okudu, hocalık ve müftülük yaptı. Sonra da
ateist oldu. İnkâr etmesinin yaynında ifade ve üslubuyla İslâm dinini alaya
aldı. T. Z. Tunaya’nın (1915-1991)başkanı olduğu Devrim Ocakları’nın kurucuları
arasında yer aldı. Şöyle diyordu: “Doğu bilimine yöneldim. Çok büyük
kütüphanelere gittim. İslâm’ın kökenini gördüm. Söylencelerde de okudum. Bir
gün okumalarım sırasında Sümerlerde “tufan” efsanesiyle karşılaştım. Bu efsane
nasıl Tevrat ve Kur'an’da var, bu nasıl olur? M.Ö. 3000 yılında kaleme alındığı
söyleniyor. İslâm’dan Kur'an’dan önce. Peki bunlar kutsal kitaplarda ne arıyor?
Hammurabi yasalarının bazı maddeleri Tevrat’a geçmiş. Ondan sonra da Kur'an’a
yansımış. Yani sarsılmalar böyle başladı.” (s. 309). Kutsal kitaplar
öncekilerin başından geçenleri niye anlatmasın? Sümerlerden önce böyle bir olay
vuku bulmuş olamaz mı? Yeryüzüne indirilen vahiy, olaylardan bahsetmeyecek mi?
1937’de Tahsin Mayatepek’in raporunu dikkate alan T. Tursun, “Ortaasya’daki
atalarımız gibi Meksika yerlileri de güneşi nazim eder. Ezan, abdest, secde
Müslümanlığa güneş dininden girmiştir.” (s. 311-312). Kur'an’ın Hz. İbrahim
aracılığıyla gök cisimlerinin ibadete layık olmadığını ifade eder. En azından
Rasulullah (s) döneminde güneşin doğuş, yükseliş ve batış saatlerinde güneşe
tapanlara benzememek için ibadet edilmemişti.
Yakup Kadri Karaosmanoğlu: “Öldüğümde ne dini ne de resmî merasim
isterim. Doğrudan gömün.” (s. 313).
Kur'an’ın
Tercümesi
Mustafa Sabri Kur'an’ın tercümesine değil, belki namazda okunmasına
karşıdır (s. 348).
N. Fazıl, tercümesine Kur'an denmesini küfür sayar (s. 349). “Meal
verirken her türlü indî tefsirden kazınmak ve bu işi bilgiç, çilekeş iman
alimlerine yaptırmak, tefsir zaruri olunca geçmişin büyük tefsirlerine sığınmak
tek yoldur (s. 350).
İ. H. Baltacıoğlu: “Kur'an’ı Türkçe’ye çevirmeye zorlayan sebep din
kitabımızı anlama hakkının yanında uluslaşmaktır. Tarihin gösterdiği gerçek,
her yerde uluslaşma dediğimiz olayın, din kitabının ana dile çevrilmesiyle başlıyor.” (s. 354).
İzmirli İsmail Hakkı: “Kur'an’ın tercümesi caizdir. İhtilaf tercüme
ile namazın sahih olup olmamasıdır.” (s. 357).
M. Akif Ersoy da Kur'an tercümesi yaptı. Hakkıyla yapıp yapmama
endişesiyle tercümeyi teslim etmedi. Türkçe ibadet 1932 yılında onun vermeme
kararı 1931 yılındaydı. Bu nedenden dolayı vermedi denilemez diyor yazar. M.
Akif’inki ön sezi olabilir (s. 360). Vasiyeti üzere yakıldığı rivayeti var (s.
361).
Kur'an’ın Salt
Türkçe Okunmasına Yönelik Gayretler
Ebu Hanife’ye göre namazda Farsça kırâat caizdir. Kur’an ona göre
lafzın ifade ettiği manadır. Talebeleri Ebu Yusuf ve Muhammed’e göre bu, Arapça
okuyamayanlar için caiz görür. ÜM’e göre Arapça’anın dışında caiz değildir (s.
363). Serahsî’nin Mebsut’unda Selman Farisî’denİranlılar (Fatiha 1/’yı tercüme
etmesini istedi. Çeviriyi alıp dilleri Arapça’yayatıncaya kadar namazda
okudular (s. 366). Bu rivayetin senedi belli değil. İbnu Mesud ve Übeyy b. Kâ’b
gibi mütevâtir kırâatler dışında şâz rivayetleri bile dikkate alınıp onların
kırâatiyle namaz kılmazken başka bir
dilde nasıl caiz olur (s. 366)?
Ebu Hanife görüşünde yalnız kalmıştır. İranlılar dahil, Irak,
Lübnan’da görüş birliği halinde tercümesiyle ibadet yapılmamaktadır (s. 367).
A. Suâvi: “Namazda ayetlerin Türkçesi okunabildiğine cevaz
verilmiştir. Hutbelerin Türkçe okunması zaruridir. Namazda Türkçe okuması
Müslümanların vahdetine zarar verir.” (s. 369).
Z. Gökalp:
Bir Ülke ki camiinde Türkçe ezen okunur,
Köylü anlar manasını namazdaki duanın…
Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kur'an okunur,
Küçük, büyük herkes biliyor buyruğunu Huda’nın;
Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır Vatanın! (s. 369).
M. Kemal, Kur'an’ın özellikle namazda Türkçe okunmasını ısrarla
istemiş fakat sonuna kadar gidememiştir. Amacı Türklerin Kur'an’dan haberdar
olmasıydı (s. 371). Kürtler?
İ. H. İzmirli gibi Kur'an’ın Türkçe mealiyle namaz kılmayı caiz
görenlerin fetvaları Osman Keskioğlu gibi kimseler tarafından hararetle
savunulurken çoğunluk bu tutum sahiplerini İslâm Protestanları diye
isimlendirmişlerdi (s. 378).
Kuzey Afrika’da Muvahhid devletini kuran (XII yy ortasından XIII yy
ortasına kadar) Berberîlerden Müslüman Endülüs mehdisi Muhammed İbnu Tumert,
hükümetini kurduğu zaman, okuma yazma bilmeyen Berberîlerin hatrı için
Kur'an’ın Berberî diline çevrilip ezanında Berberîce okunmasını emretmiştir.
Hatta bütün ulemanın ve fukahanın da bu dili bilmelerini şart koşmuştur (s.
380).
Dinî Reform
Çerçevesinde Kur'an’ın Özeti Projesi
Cumhuriyet döneminde resmî olarak Kur'an tercümesi M. Akif’e,
tefsiri E. H. Yazır'a, Buhari’nin tecümesi ise Ahmet Naim’e verilmiştir (s.
383).
Osman Nuri Çerman’a göre bir iman, itikad ve amelin din
sayılabilmesi için:
1.
Akla,
mantığa
2.
İlim
ve fenne
3.
Vatan
ve milletin istiklal ve menfaatine uygun olmalı. Buna göre:
1.
Türkiye’de
ezanlar Türkçe olacak.
2.
Hutbe
ve namaz Türkçe olacak.
3.
Ezanda
“Tanrı elçisidir Muhammed.” ifadesi, “Tanrı bildiricisidir Muhammed!” diye
söylenecek.
4.
(Enam, 6: şeklinde bir Kur'an özeti Kemalist
bilginlerle şu esas dahilinde düzenlenecek.
a.
Bu
yeni kitaba[6] Kur'an’da akla ve mantığa aykırı âyetler,
b.
İlme
ve fenne uymayan âyetler,
c.
Aynı
fikri çeşitli surelerde işleyen âyetler,
d.
İnsan
hakkıyla bağdaşmayan âyetler,
e.
Medeni
kanunla kaldırılmış muamelat ayetleri,
f.
Çoğu
İsrailiyyat olan olan mitolojik hikâyeler konulmayacak.
g.
Halkın
bilmesi gereken Medeni Kanun ve TCK’nin çok mühim maddeleri,
h.
Meali
Kur'an’da olmayan fakat vatan, istiklal, ahlâk ve medeniyet için herkesçe
bilinmesi gereken Atatürk’ün demeçlerinden pasajlar vecizeler bu Kur'an’a ilave
edilecektir.
5.
Bu
Kur'an’da şu konular sureler halinde tanzim edilecek: Temizlik, vatan sevgisi,
istiklal, askerlik, kahramanlık, ahlâk ve insanlık, terbiye vb…
6.
Bu
özette ahiret fikrî adalet; cennet bu dünyada huzur ve saadet cehennem vicdan
azabı ve musibet olarak tavsif edilecektir.
7.
Bu
yeni kutsal kitap dil kurulunca öz Türkçe olarak tashih edilip milyonlarca
bastırılıp halka in adamlarına ve öğretmenlere ücretsiz verilecek (s. 384-385).
S. Demirel muamelat ayetleri. Yazar Osman N. Çerman’a inkârcı yerine
“ayrılıkçı” suçlamasında bulunuyor (s. 388).
İmam hatip düşmanlığı F. R. Atay’da da Cemal Kutay’da da imam hatip
düşmanlığı had safhadadır (s. 410).
IV. Bölüm
Bu bölümün birinci kısmında tercüme konusunda aydınların
yaklaşımına girmeden tercüme kavramı sayfalarca anlatılmış. Diğer başlıklarda
böyle bir tanımlama yoluna gidilmemiş.
Sonuç
Ahmet Bedir’in Yitik Masumiyet adlı tanzimattan günümüze
Türkiye’deki aydınların düşüncelerine dair değerli bilgiler sunmaktadır. Ancak
eserin tashihi dikkatli yapılmadığı gibi[7] bölüm sonlarına konulan “özetleyen” cümleler bazen bölüm içindeki
metinlerden aynen alındığı görülmektedir. Pozitivizm, oryantalizm gibi yan
konular da gereksiz uzatılmıştır.
Eserde tanzimattan günümüze hayatta olmayan yazarların incelendiği
vurgulanmakta ve gerekçe olarak, “Yaşayanların fikirleri değişebilir.”
denilmektedir. Ancak hâlâ yaşadığı için dipnotta yer alabilecek Y. Nuri Öztürk,
S. Ateş ve Hüseyin Atay gibi yazarların görüşleri metin içinde verilmiş. Ayrıca
kitapta zaman zaman kullanılan Y. Nuri hitabı da cüce şair Fikret (s. 96)
hitabı gibi ilmi bir çerçeveye konulamaz kanaatindeyiz.
Kitabın adı, Aydınların Kur'an’a değil, İslâm’a bakışı şeklinde
olsaydı, daha doğru olurdu. Zira ele alınan konuların büyük bir kısmı Kur'an’la
doğrudan ilgili değil.
Bedir, Ahmed, Yitik Masumiyet, Merkür Yay.,
İst., 2003.
[1]
Ahmed Bedir, Yitik
Masumiyet (İstanbul: Merkür, 2003).
[2]
Kur'an’da “يَا” nidası olmadan Hz. Muhammed (s)’in adı 4 defa geçmektedir bkz.
Âlu İmran, 3: 144; Ahzab, 33: 40; Muhammed, 47: 2; Fetih, 48: 29. Allah’ın
peygamberlerine bu nida ile seslenmesinin “haya” dışı olmadığına dair bkz. Hud,
11: 48; Meryem, 19: 7, 12.
[3]
Hüseyin Cahit, “Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin. Sizi o seçmiş, babanız
İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır. Daha önce ve
Kur'ân'da, Peygamberin size şahid olması, sizin de insanlara şahid olmanız
için, size müslüman adını veren O'dur. Artık namaz kılın, zekat verin, Allah'a
sarılın. O sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır!” (Hac,
22: 78) ayetini esas alıyor olmalıdır.
[4]
Muhammedî tabiri de Hüseyin Cahit’in İslâm’ı yanlış anladığına bir örnektir.
Zira bu tabir ne Kur'an’da ne de sünnette yer alan ve olumlanan bir ifadedir.
Kişilere atfedilen din, ilahîliğini yitirmiş demektir.
[5]
Yazarın tahmini P. Safa’nın Mutezilî eğilimli kimseleri kastettiği şeklindedir.
[6]
ABD’nin yakın zamanlarda “Furkanu’l-Hak” adıyla Ortadoğu ülkelerinde dağıttığı
kitap da buna benzer bir projenin ürünüdür.
[7]
Örneğin s. 8 ve s. 21’de aynı metinler yer alıyor.