“Müslüman Değilim!” Sözünü Alkışlanır mı?
“Müslüman Değilim!” Sözünü Alkışlanır mı?
Seyyid Hüseyin Nasr, İslâmî ilimler uzmanı olarak bilinir. Ülkesindeki İslâm Devrimi’nin
ardından Amerika’ya (ABD) gitti. Hâlâ da orada ve George Washington
Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışıyor. Bu yazar, 7 Nisan 2005
tarihinde Alaaddin Keykubat konferans salonunda Konya’da belediyenin
davetlisi olarak bulunuyordu.
Programın düzenlendiği salon alabildiğince doluydu.
Oturuşunu, kalkışını ve karizmasını görme amacıyla geldiğini söyleyenler olduğu
gibi bu vesileyle tanıdıklarını görmeye gelenler de vardı. Doğrusu Nasr
beklediğim düzeyde bir konuşma yapmamıştı. İslâm medeniyetinin hâlâ dimdik
ayakta olduğunun kanıtı olarak namaz kıldığı Sultan Ahmet Camisi’ni, İsfahan’da
bir camiyi ve Hindistan’daki Tac Mahal’i örnek vermesi, kendisinin İslâm
dünyasının yaşadığı problemleri ve onları aşma çabalarını görmezden geldiği
şeklinde bir çıkarıma zemin hazırlıyordu.
O yıllarda gündemde kendisine yer bulan konulardan
birisi Samuel Huntington (1927-2008) tarafından işlenen “Medeniyetler
Çatışması” idi. Ona göre “Soğuk Savaş” sonrasına karşılık gelen
1990'lı yıllardan itibaren uluslararası ittifak ya da ihtilaflarda belirleyici
olan unsur politik ya da ekonomik ideolojiler değil, medeniyetler olmaya başlamıştı.
21. yüzyılda da bu eğilim sürecekti. Nasr, “Medeniyetler Çatışması” adlı bu
tezden kastedilen şeyin İslâm ve Batı çatışması olduğunu söyledi; ancak
kendisini Müslümanların yanında konumlandırmadı ve her iki tarafı da “kaba
kuvvete baş vurmakla” suçlayıp kenara çekildi.
Nasr’ın dediğine göre son yıllarda ABD’de Hz. Muhammed’e
(s) TV’lerde hakaret içerikli sözler söylemek sıradan bir şey oldu. Ona göre
İslâm dünyasının en fanatik Suudileri ya da Vahhabileri bile Hz. Îsâ’ya
hakaret etmiyordu. Hâlbuki fanatik olsun olmasın tüm peygamberlere inanmakla sorumlu
hangi Müslümanın herhangi bir peygambere hakaret etmesi düşünülebilir? “ABD’nin
seviyesiz tiplerini İslâm dünyasından bir kesim ile karşılaştırma ihtiyacı
acaba nereden kaynaklandı?” sormak gerekirdi doğrusu; ancak Nasr, sorulan
soruların -hatırladığım kadarıyla- sadece ikisini yanıtladı ve yaklaşık 45
dakika süren programı bitirdi.
Nasr’ın Batı’nın İslâm dünyasına sızmasına/girmesine
örnek olarak kola ve kıyafet biçimlerini göstermesi, onun küresel işgal
çabalarını kültürel düzeyde eleştirdiğini gösteriyordu. Zira Batı’nın Neo-Moğol
hareketi hakkında bir vurgu yapmaya pek de eğilim göstermedi. Onda Noam
Chomsky gibi bir Yahudi, Edward Said (1935-2003) gibi bir Hıristiyan
ABD’li entelektüelde görülen adalet ve insan hakları bilincini görememek
üzücüydü.
Konya’ya geldiği için Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî
(ö. 672/1273) konusuna değinmeden gitmesi olmazdı. Dediğine göre Mevlânâ, ABD’nin
en fazla okunan şairiymiş. Demek ki doğru bir şekilde Mevlânâ orada bir âlim
değil de edip olarak algılanıyordu. Nasr’a göre Mevlânâ, tüm formları aşmış ve
evrensel bir özü yakalamıştı. Ne yazık ki Nasr, bu aşılan formlara Kur'an’ın
dahil olup olmadığına dair bir yorum yapmadığı gibi bu konuda sorulan yazılı
bir soruyu da cevaplamadı.
Nasr, konuşmasını bitirirken Mevlânâ’ya ait
olduğunu ifade ederek Dîvân-ı Kebîr’den “Ben ne Hristiyan ne Yahudi
ne Zerdüşt ne de Müslümanım…” şeklinde devam edip giden bir şiirini okudu.
Çevirmen İbrahim Kalın[1] sorun çıkmaması niyetiyle Mevlânâ’nın Müslüman
olmadığını söylediği kısmı Müselman şeklinde çevirmesi ilginçti ve ne yazık ki
bu şiir üzerine iyice düşünmek gerekirken salondan büyük alkış aldı.
Alkışlayanlar en azından el çırparken, “Müslümanın ‘Ben Müslüman değilim?’
demesinin caiz olup olmadığı” konusunda soru işaretleriyle ayrılmalıydılar.
Nasr’a ait
değerlendirmelerim yoksa ona karşı önyargılı olmamdan mı kaynaklanıyor? Belki
de bunda İslâmî Araştırmalar Dergisi’nin 1. sayısındaki (1997) Seyyid
Hüseyin Nasr ile yapılmış mülakatı okumam da etkili olmuş olabilir. İşte o
mülakattan bazı cümleler: “Aynı anda birkaç dine inanmak ve yaşamak sıradan
insanların yapamayacağı bir şeydir.” “Hıristiyanların İsa’yı Rab olarak
tanımaları, dinin yorumlarından birisidir. Vahyin çeşitli yorumlama
biçimleri bu imkânı vermektedir.” “Mesih’in İslâm ve Hristiyanlıktaki iki
değişik tasvirinin ikisi de doğrudur.” “Cennet ve cehennem sembolik olarak
değerlendirilmelidir.”
Peki bu programın hiç mi faydası olmadı? Tabi ki oldu,
en azından eşi dostu gördük.