Müfessir Elmalılı’nın Düşüncelerine İlişkin Bir Çözümleme
Müfessir Elmalılı’nın Düşüncelerine İlişkin Bir Çözümleme
Geçtiğimiz ay (27 Mayıs), 20. yüzyılda yaşamış önemli bir müfessirlerden
birisi Elmalılı Hamdi Yazır’ın (1878-1942) vefat yıldönümüydü. Hakkında doktora
ve yükek lisans tezleri mevcut olan Elmalılı’nın birtakım görüşlerini ortaya
koymak ilme gösterilen bir vefa olarak görülmelidir. Bu yazıda Elmalılı’nın hak
dini ve din özgürlüğünü nasıl algıladığı, Allah inancında nasıl bir ölçü
önerdiği, peygamberler arasında ayrım yapma konusundaki yaklaşımı, ahiret
anlayışını nasıl temellendirdiği, yolculukta namazı kısaltma konusuna nasıl
baktığı, evrim teorisinin nasıl eleştirdiği, Avupalılaşma ve hilafet konusunu
nasıl gördüğü ortaya konulacaktır. Yazı boyunca ayetlerin mealleri verilirken
araştırma konusu Elmalılı olduğu için onun meali tercih edilmiştir. Bu
araştırmanın amacı, çağdaş dönem âlimlerinden Elmalılı’nın görüşlerinin günümüz
insanı tarafından tanınmasına katkı sunmaktır.
1.
Hak
Dini ve Din Hürriyeti
Elmalılı’nın
tefsirinin adında geçen “Hak Dini” ifadesi, Kur’an’ın üç Mekki suresinin dört
ayetinde yer almaktadır.[1]
Albayrak, Elmalılı’nın dinu’l-hak terkibine dikkat çektiğini, bunun anlamının
hak dini değil, “Hakkın dini” anlamına geldiğini belirttiğini söyler.
Dinu’l-hak, hak din diye anlaşılamaz; çünkü sıfat terkibi değildir. Yani
Elmalılı’nın bu ifadesindeki “hak” hem Allah’ın güzel isimlerinden birisi olan
hakkın hem de Türkçedeki hak kelimesinin karşılığıdır.[2]
Böylece İslam, adil olan yüce Allah’a[3] ait
olup hak kavramı odaklı bir din olmaktadır.
Albayrak’ın
belirttiğine göre Elmalılı, diyanet kelimesini, dinin insan tarafından yaşanan
şekli olarak değerlendirmektedir. Dini kabul öncesinde de sonrasında da seçme
özgürlüğü yoksa din seçme özgürlüğünden söz edilemez. [4] Baskı
sonucu açığa vurulan iman, gerçek iman değildir. Namaz, hac, oruç, cihat vb.
ibadetlerde de durum böyledir.[5]
Dinin hayra yönlendirmesi zaruri ve cebri değildir.[6]
Elmalılı’nın bu yaklaşımı, Kur’an ile uyumludur: “Ve de ki: o hak
rabbınızdandır, artık dileyen iyman etsin, dileyen küfr.”[7]
2.
Allah’a
İman Konusunda Kriter ve Peygamberler Arasında Ayrım Yapmak
Elmalılı,
Allah’a şirk koşma günahı konusunda gayet duyarlıdır. Ona göre Allah’tan başka
tapılacak gizli veya açık kendisine tapılacak varlık ve hükmüne uyulacak hakem
tanımak şirktir. Her inanan, Allah'ın hükmünden başka hükme uyulmayacağına iman
etmekle yükümlüdür. Bir Müslüman, bu inancını pratiğe dökemezse itikadî yönden
mümin sayılsa da ameli açıdan şirke düşmekten kurtulamaz.[8]
Büyüklerini Allah’ı sever gibi sevmek ve onların ilahi buyruklara zıt emirlerine
itaat etmek suretiyle Allah'a isyan edenler, şirke düşerler ki puta tapmanın esası
da bundan ibarettir.[9]
Görüldüğü gibi Elmalılı, şirk eleştirisini yaparken güncel göndermelerde
bulunmaktadır. Zaten müfessirin içinde bulunduğu dönemin inanç ve pratik
sorunlarını görmeden ya da görmezden gelerek Kur'an’ı yoruma tabi tutması,
yorumlarının faydasını tartışılır hâle getirir.
Elmalılı,
ortaya konulan bazı pratikleri “şirk ve küfür” ilan etmekten çekinmez. Ona göre
Allah'ın haram kıldığını helal, helal kıldığını haram sayanların ve kimden
gelirse gelsin ilahi emirlere zıt olduğu net olan ilkelere itaat etmeyi caiz
görenlerin yaptığı şirk ve küfürdür.[10]
Kur'an'da kısaca geçen bir konuyu (ayın yarılması) ilmi esaslara uygun bir
tarzda tevil edenler ise tekfir edilmez.[11]
Elmalılı’nın bu yaklaşımıyla din alanında söz söylemenin önünü kapamış olmamaktadır;
belli bir usül çerçevesinde sergilenen görüşler Kur’an’a uygun olmasa da o
görüşlerin sahibi dinden çıkmakla itham edilemez.
Kur’an;
Allah’ın eli,[12]
yüzü,[13]
gözü,[14]
gözleri,[15]
istivası[16] vs.
olduğu tarzında ayetler içerir. Âlimlerin bir kısmı bunların Allah için mümkün
olduğunu ancak niteliğinin bilinmediğini söyler. Bir kısmı da söz konusu
ifadelerin, anlamı Kur'an okurunun zihnine yaklaştırma amaçlı mecazi ifadeler
olduğu fikrindedir. Yavuz’un ifadesiyle Elmalılı; Allah'a atfedilen bu tür
ifadeleri, Allah'ı yaratılmış olanların sıfatlarıyla anan müşebbihenin düştüğü
yanlıştan uzak durma açısından gerekli görse de bunları insan gücünün üzerinde kabul
edip tevile kalkışmamayı (tevakkuf) daha doğru bulur.[17]
Elmalılı’nın istiva hakkındaki sözleri de gayba dair konularda tevile
başvurmama eğiliminin somut göstergesidir:
“Kabili
ihata olmayan istivâi ilâhînin hakıkatinde tevakkuf eylemek lazım gelir. (…)
İstivânın hakikati seviyyei idrâkimizden pek yüksek olduğunu ı`tirâf etmelidir.
Bu i`tibar ile iyman edilecek tefsir cumhurı Selefin mezhebine göredir.”[18]
Peygamberler
arasında ayrım gözetme konusuna gelince her ne kadar Kur’an “Peygamberlerinden
hiç birinin arasını ayırmayız.”[19]
ifadesini içerse de Müslümanlar arasında özellikle son peygamberin, diğerlerine
üstün olduğu düşüncesi yaygındır. Elmalılı, bu ayet bağlamında risalete inanma
konusunda Allah’ın elçilerinin hiçbirinin diğerinden ayırt edilemeyeceğini yani
peygamberlerin hep insan-ı kâmil ve hepsinin Allah’ın kulları olduğunu ifade
etmekte[20] ve
elçiler arasında bir üstünlük yarışına girmeye mesafeli durmaktadır. Kur’an,
peygamberlerin üstün yönlerini farklı yönlerden aktardığı için zaten onlar
arasında kesin bir üstünlük tespiti yapılamaz.
Hz.
Muhammed’in Allah’ın kulu[21] ve
elçisi[22]
olduğunu belirten Kur’an, “ilah peygamber” anlayışına asla prim vermez.
Elmalılı’ya göre de İslam dininde ilahlık ile peygamberliğin birbirine karıştırılması
söz konusu değildir. Allah’ın elçilerinin kul olduğunu net bir şekilde söylemek,
İslâm inancının temelini (kelime-i şahadet) oluşturur.[23]
3.
Ahiret
Hayatının Sadece Ruhani Bir Yaşam Olmayışı
İslâm’da
ahiret inancı, Allah inancından hemen sonra gelir. Dünya hayatını anlamlı hâle
getiren en önemli unsurlardan birisi ahirete imandır. İnsanların bu dünyada olumlu
ya da olumsuz yaptıklarının karşılıksız kalmayacağı inancı, insanı diri tutar
ve geleceğe umutla bakmasını sağlar. Dünya hayatının güzelliklerine kapılmayıp yüce
Allah’ı razı edecek şeyler yapanları cennette; tertemiz eşler,[24] nehirler,[25] birbirinden
farklı ağaçlar,[26]
altın bilezikler, yeşil elbiseler,[27]
baldan, sütten ırmaklar ve çeşit çeşit meyveler[28]
beklemektedir. Söz konusu nimetler büyük oranda insanın fiziki yönüne hitap
etmektedir. Bununla birlikte bu tür bir hayatı insani erdemlere uygun bulmayıp
cennet hayatını küçümseyip oradaki yaşamı ruhani bir tecrübe olarak görenler
olmuştur. Elmalılı’ya göre daha kemale ermiş bir yer olarak düşünülen insanın
ebedi hayatının (ahiret), salt ruhani bir yaşam olarak anlaşılması bir paradokstur.[29]
Cennetteki yaşamın, insanın maddi yönüne hitap eden ve arzu ettiği şeyleri ihtiva
etmesi, müminlere yüce Allah’ın bir lütfudur. Bunu küçümsemek,[30]
onca ayete rağmen yok saymak yanlıştır.
Ebü’l-Ferec
İbnü’l-Cevzî (ö. 597/1201), tefsircilerin Kur’an’da geçen ruh kelimesinin sekiz
anlama geldiğini ifade ettiklerini -ilgili ayetleri de belirterek- söyler:[31]
Canlıların hayatiyetini sağlayan ruh,[32]
Cebrâil (rûhu’l-kuds, er-rûhu’l-emîn),[33]
büyük bir melek,[34]
vahiy,[35]
rahmet,[36]
emir,[37]
üflemekle meydana gelen bir tür yel,[38]
hayat.[39] Her
ne kadar ruh kelimesine yüklenen anlamlar türlü türlü ise de ruh deyince ilk
akla gelen şey, bedenle birlikte insanı oluşturduğu ifade edilen ruhtur. İşte
bu ruhun ebedi olup olmadığı Kur’an’da net bir şekilde ifade edilmez.
Elmalılı’ya göre İslam dini ruhun ebediliği konusunda tarafsızdır. İslam
âlimleri ve felsefecilerinin bazıları ruhun ebediliğini kabul etmiş bazıları da
etmemiştir. Zira ruhun ebediliğini ifade edebilmek için cevher bir soyut ruh görüşünü
delillendirmek gerekir; fakat İslam felsefesi bu yönden bir kesinlik ortaya
koyamamıştır.[40]
Müfessirlerin
geneli, cehennem azabının ebedi olduğunu düşünür. Sayıca az müfessir ise
cehennem azabının bir süre devam edeceğini sonra biteceğini düşünmektedir.
Kur’an’daki çok sayıda ayet, belirgin bir şekilde ilk görüşü destekleyici
türdendir.[41]
Herkesin sonuçta cennete gideceğini düşünen Mûsâ Cârullah’ın[42] (1875-1949)
aksine Elmalılı, kâfirlerin ebedi azaba uğrayacağını ifade eder. Ona göre
küfür, Allah’ın emrini red ve inkârdır. Hakkı bir an bile inkâr etmek ebedi
yalandır. Kâfirin her küfrü, küfrünün her ânı ebedi bir kötülüktür. Hakkın
herhangi bir emrini inkâr etmek Allah’ın rahmetinin sonsuza dek kesilmesi
anlamına gelir. Doğal olarak bu ebedi kötülüğün ve ilahi rahmetin sonsuza dek
kesilmesinin karşılığı ebedi azap olacaktır.[43]
4.
Çağımızda
Seferîlik
Sefer,
şer‘an aranan şartlar çerçevesinde belirli uzaklıkta bir yere gitmeyi ifade
eder. Fakihler, konuya ilişkin sözlü ve fiilî sünnetleri, sefer kelimesinin
dildeki kullanımları doğrultusunda yorumlayarak fıkhî anlamıyla seferî (yolcu)
sayılmanın şartlarını tartışmışlardır. Tartışmalar daha çok seferin uzunluğu,
süresi ve amacı üzerinde yoğunlaşmıştır.[44]
Ulaşım
imkânlarının iyice arttığı çağdaş dönemde Elmalılı, yolculukta namazın
kısaltılması konusunda “kolaylaştırıcılık” ilkesinin abartıldığı fikrindedir.
Ona göre iki günlük yaya yol giden kimseye seferîlik ruhsatı verilmezken, bir
hatta yarım günlük tren yolcusunu, zorluk yaşadığı gerekçesiyle seferîlik
ruhsatından yararlandırmak, şeriattaki adalete aykırıdır dolayısıyla günah
olur. Elmalılı; görüşünün bir içtihat değil, fıkıh kitaplarındaki tanım ve
gerekçelendirmelerin yeni bir duruma uyarlanması olduğunu belirtir.[45]
Yoluculuk
süresinin on sekiz saatten az olmamasında ısrarcı olan Elmalılı, vapur veya
trenle yapılan yolculuk süresinin de en az bu kadar olmasında ısrar eder. Üç
gün üzerinden seferîlik hesabı yapmamanın (3*6=18 saat) günah olduğunu
düşünmektedir.[46] Ona
göre üç günlük yolculuk yapyaman kimse yolcu olmadığı için sefer zorluğundan
söz edilemez. Yolda yolcu olmayanın ulaştığı yerde ne kadar oturursa otursun ne
kadar zahmet çekerse çeksin yolcu sayılmasına olanak ve ihtimal yoktur ki
şeriatın izniyle namazın kısaltılması farz ve kabul olsun.[47]
Elmalılı’ya
göre yolculuk ruhsatından yolcu olmayan faydalanamaz. Doloyısıyla yolcunun bu ruhsattan
yararlanması gerekli değil caizdir. Zaten namazı tam kılmak namazı geçersiz
kılmaz. En fazla mekruhtur. Yolcu, iki rekât farzı dört rekât kılmakla namazı
kılmamış olmaz, iki rekât da nafile namaz kılmış olur. Hâlbuki yolcu hükmünde
değilse dört rekât farzı kılmakla bir şey eda etmemiş yani namazı kılmamış
olur. “İslam kolayı esas alır.” diye kimseye “Namaz kılma!” denemez. İşte tren
yolcusunu üç günden az yolculuk yaptığı halde yolcu saymanın en büyük
sakıncalarından biri de yukarıda belirtildiği gibi namazı sakatlamaktır.[48]
Elmalılı’ya
göre bir gün akşama kadar ayakları patlayarak yaya ol giden bir adama bile
verilmeyen bir kolaylığı trenle üç beş saatte gidenlere vermek lazımdır, demek
büyük haksızlık olur.[49]
Tren yolcusu asla yolcu kabul edilmez. Demiryolunda mûtâd seyir, devenin değil
trenin seyridir. Demiryolundaki tren, deve yolundaki deve gibidir, deniz
yolunda gemi gibidir, der.[50]
Elmalılı’nın
söz konusu ısrarcılığı karşısında onun seferî kabul etmediği kimselerin Cuma
namazını nasıl kılacakları konusunda ne dediği ya da bir şey deyip demediği
merak konusudur. Elmalılı’dan farklı olarak Hayrettin Karaman, yolculukta
fiilen zorluk, zahmet, darlık yaşamayı namazı kısaltma konusunda şart görmez.
Fıkıhta açıklanan mesafeye yolculuğun gerçekleşmesi yeterlidir. Yolcu bir yerde
on beş günden az kalırsa -kaldığı yerde ne kadar rahat ve geniş imkânlı olursa
olsun- yine bu ruhsattan yararlanır. Seferîlik için 90 km şartı, eskiden
kervanların üç günde aldıkları yoldur. Bu kadar mesafeye yolculuk edenlere bu
ruhsat tanınmıştır. Mesafenin daha kısa olduğunu söyleyen mezhepler de vardır.
Eskiden bu üç günlük mesafeyi atla veya hızlı giden deve ile daha kısa zamanda
almak da mümkündü; bu durumda yine yolcu olunur ve ruhsattan yararlanılırdı. Şu
halde bugün de 90 km süren bir yolculuk yapılırsa kolaylıktan yararlanmak caiz
olur. İsteyen yolculukta da namazlarını, her birini kendi vaktinde ve tam
olarak kılabilir.[51]
5.
Evrim
Teorisinin Çelişkileri
Evrim
teorisi, canlıların oluşumunu ve gelişimini evrimleşme süreciyle açıklamaya
çalışan felsefi görüştür.[52] Teori
düzeyine çıkamamış ve gerçekte hipotez olabilecek bir şey olduğu da ifade
edilen evrimin,[53] İslam
dünyasında inkârcılığa malzeme olarak görüldüğünü söyleyen Elmalılı, bu teoriyi
tutarlı bulmaz. Zira canlı varlıkların meydana geliş biçimlerini ortaya
koyarken spekülasyon yerine gözlem ve deneye dayanmak gerekir; ancak hiçbir
gözlem ve deney, evrim teorisinde ileri sürüldüğü gibi bir canlı türünün başka
bir canlı türünden meydana geldiğini göstermemiş, aksine her canlının kendi
türünden olan bir canlıdan doğduğunu kanıtlamıştır. Bundan dolayı insanların
maymunlardan türediği iddiasının kesinlikle bilimsel değeri yoktur. Esasen
insanla maymun arasındaki gerçek fark, kıl ve kuyruk farkı değil akıl, mantık
ve ahlak farkıdır. Bütün hüneri taklit içgüdüsünden ibaret olan maymun, önünde
günlerce ateş yakılsa ve kendisine ateş karşısında ısınma eğitimi verilse bile
tek başına terk edildiği soğuk bir ortamda önündeki kibritle ateş yakıp
ısınmayı düşünme mantığını yakalayamadığı gibi aklın ürünü olan ahlaki
davranışları ise asla gösteremez.[54]
Elmalılı’daki
evrim karşıtlığının aksine Bayrakdar, bu teoriye ilgi duyan yazarların Fârâbî’den
(h. 339) İbn Sînâ’ya (h. 428), Muhyiddin İbnü’l-Arabî’den (h. 638) Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî’ye (h. 672) kadar birçok filozof ve sûfînin, Darwin’in (ö.
1882) öncüleri kabul edilebileceğini düşündüklerini belirtir; ancak bunların
Yeni Eflâtunculuk’a dayanan sudûr nazariyesinden hareketle oluşturdukları
varlık mertebelerini veya insan ruhunun Tanrı’ya ulaşıncaya kadarki süreçte
yaşadığı mânevî ve ahlâkî kemali ifade etmek üzere ileri sürdükleri devriye
nazariyelerinin yaratıcıya karşı çıkan günümüzün evrim teorisiyle
bağdaştırılması mümkün değildir.[55]
6.
Avrupalılaşma
ve Halifelik
Osmanlı
Devletinin çöküşe geçmesi üzerine Müslüman toplumlarda kurtuluş çaresi olarak
görülen çözümlerden birisi de Avrupalılaşmaktır. Elmalılı, İslam’dan kopuş
olarak da yorumlanabilecek bu yaklaşımı benimsemez.
Avrupalılaştırmanın
bir yanlıştan ibaret olduğunu ve kurtuluşun Avrupa'yı içimizde eritip kendi
değerlerimizi korumakla mümkün olabileceğini yazılarında ısrarla belirten
Elmalılı,[56] “Ayetlerimiz
kendilerine açık açık tecvid üzere okunduğu vakıt da o küfredenler dediler ki
iyman edenlere, ‘bu iki ferikin hangisi makamca daha iyi ve meclis-ü mahfilce
daha güzel?”[57]
ayeti bağlamında inkârcıların dünyada kendilerini müminlerden daha mutlu ve bolluk
içinde gördüklerini söyler. Konum olarak daha güzel ve daha yüksek bir yerde
olduklarını düşünen inkârcılar, dinin ve inancın ilerlemeye ve mutluluğa engel
olduğu fikrindedir. Elmalılı, inkârcıların bu yaklaşımına şu ayetlerle yanıt
verir: “Halbuki biz kendilerinden evvel meta' ve manzaraca daha güzel nice
karınlar helâk etmişiz.”[58] “Hidâyeti
kabul edenlere ise Allah daha ziyade hidayet verir ve bâki kalacak olan salih
ameller rabbının ındinde sevabca da daha hayırlı akıbetçe de daha hayırlıdır.”[59] Bu
ayetlerin, insanların iyi oluşlarının ölçüsünü ortaya koyduğunu söyleyen
Elmalılı’ya göre insanların iyi oluşu, elbiselerinin, evlerinin, ev eşyalarının
kısacası dış görünümlerinin güzelliği ile ilişkili değildir. Asıl iyilik ve
güzellik, kalıcı güzel işlerdedir. Geçmişte öyle toplumlar vardır ki bunlar
güzel güzel yer içer, insanlara hükmeder, köşklerde yaşar[60] ve
görkemli toplantılarda insanlara karşı kibir ve gurur sergilerlerdi. Bu
toplumlar çöktü. Yani bu toplumlar gibi olmak, insanlar tarafından ideal olarak
belirlenemez. Güzel işler Allah katında daha değerlidir.[61]
Görüldüğü
gibi Elmalılı, Avrupa’nın maddi üstünlüğünü, onlara tabi olmak için yeterli
gerekçe olarak görmez. Tarihte onlar gibi bolluk içinde bulunan toplumlar var
olmuş; ancak şımarıklıkları onlara iyi bir sonuç getirmemiş ve o toplumlar
çökmüştür. Dünya hayatında asıl amaç, refahın son sınırına ermek değil, ebedi
hayatı (cennet) elde etmede başarılı olanlar arasında yer alabilmektir.
Hilafet
konusuna gelince Elmalılı, Osmanlı hilafetinin çöküş ve Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluş dönemi tartışmalarında nitelikli düşünce ortaya koyanlardan biridir.
Müslüman kimliğinden vazgeçmeden, o dönem yaşanan düşünsel ve siyasi
değişimleri dikkate alarak hilafet[62]
hakkındaki görüşlerini ortaya koyar:
"Halife
bir taraftan kendisine bey'at eden ümmetin vekâletini diğer taraftan kendisinin
de efrad-ı tebaa gibi tebaiyet ve tatbike memur ve mecbur olduğu kanunun vâzı
ve şari'nin hasebi'l-icra niyabetini haiz bulur. Ve hiçbir vakit re'y-i
müstebiddi ile o kanunu tecavüz edemez. Ederse hakimiyet-i millet hükmünü icra
eyler. Binaenaleyh İslamiyet'teki hilafet kanun-ı şer'in kuvve-i icraiye
riyasetinden başka bir şey olmadığı cihetle riyaset-i ruhaniyye müşabeheti
yoktur. Hilafet hükümet-i meşrûta-ı İslamiye reisi demektir. Bunun için memâlik-i
ecnebiyede bulunan Müslümanlara velayeti yoktur. Fakat Müslümanlar manevi bir
hiss-i merbutiyet duyarlar. Tagallüb ve tasallut manasını mütezammin olan
saltanat, meal itibariyle istibdadı müştemil olduğundan artık devr-i hürriyette
bazı evhamın lafzını meşrutiyete na-mülayim gördüğü hılafetin manasını icabat-ı
meşrutiyet tanımak zaruridir. Kanun-ı Esasi-i İslam'ın müsellem ve mukarrer
olan adl u müsavatı icabınca tebaadaki ihtilaf-ı milel ü edyan bu esasa hiç
mania teşkil edemez. Zira onların bir hükümet-i meşrüta hükümdarına olan
vaziyetleri tebeddül etmiş olmaz. Padişah, imparator, kral isimlerinin bir
millet-i mahsusa tarafından telkîb olunması bir mahzur teşkil etmezse aynı
manada hilafet kelimesinin İslam'dan gelmesi mahzur değildir.
Siyaset-i
şeriye kitaplarında beyan olunduğuna göre halife icabat-ı zaman ve mekana
tevfikan kaza ve idare ve askeri vesaire gibi hususatta müslim ve gayr-ı
müslimden muhtelif vüzera ve vükela teşkil eder. Ve lede'l-iktiza yalnız
zimam-ı tefviz ve tenfiz kendi elinde olmak üzere bütün umûr-ı imamet ve
hükümeti bir vezir-i azama, bir başvekile tefvîz eyler. Bu vükela meyanında
rükn-i mahsus olmak ve fakat Müslüman bulunmak şartıyla bir kadı'l-kudat ve
müfti'l-enam da bulunur.[63]
Alıntıdan
anlaşıldığı kadarıyla Elmalılı, yasaları halifenin üstünde, onu da bağlayan bir
şey olarak görmektedir. Yönetici, kendisini kanunun üstünde görürse onun değil,
halkın dediği olur.[64]
Hilafet Müslümanların ürettiği, parlamentoya dayalı bir yönetim biçimidir.
Halife, yabancı (gayrimüslim) ülkelerdeki Müslümanların koruyucusu değildir.
Onlarla aradaki bağ, manevidir. Sultanlık rejimi baskıyı da içerdiğinden
özgürlüğün gündemde olduğu bir dönemde hilafeti parlamento ile birlikte
düşünmek gerekir. Halife adlandırması; padişah, imparator vs. gibi bir
adlandırmadır, özel bir anlam yüklemeye gerek yoktur. Müslümanların gayrimüslim
vezir ve vekilleri olabilir. Halife, gerektiğinde yönetime el koyma hakkını
iptal etmeden, görevini bir başbakana devredebilir; baş kadısı ve müftüsü de
vekiller arasında yer alabilir. Elmalılı’daki halifenin yetkilerini daraltma
eğilimi, onun bir dönem İttihat ve Terakki üyeliği birlikte düşünüldüğünde
şaşırtıcı değildir.
Sonuç
İslami
ilimlere ek olarak felsefe ve Batı düşüncesinden de haberdar olan Elmalılı,
Türkiye İslam düşünce hayatına özellikle tefsiriyle önemli bir katkı sunmuştur.
Kendinden önceki dini ve kültürel mirası sadece aktarmakla yetinmemiş,
fıkhetmiş ve gerekli gördüğünde kendine has yaklaşımlarını ortaya koymaktan
çekinmemiştir. Elmalılı’nın felsefi birikimi ve yaşadığı dönemdeki düşünce
akımlarından haberdar oluşu, tefsirinin düzeyine önemli bir katkı sağlamıştır.
Onun tefsirindeki Kur’an meali, Türkiye’de yapılmış ve yapılmakta olan Kur’an
çevirilerinin başvuru eseri niteliğinde görülmektedir.
Elmalılı,
dinin kabulü konusunda herhangi bir zorlamayı kabul etmez. Allah’a şirk
koşmanın çağdaş görünümleri konusunda yaklaşımlarını açıkça ortaya koyar ve
belli bir yöntem doğrultusunda dinî meseleleri ele alarak anlama çabası içine
girip de yanlış sonuçlara varanlara din dışılık ithamında bulunmaz. Kur’an’da
yer alan; Allah’ın eli, yüzü, gözü,
gözleri, istivası vs. ifadeleri tevil etmenin insanı aştığını
düşünen Elmalılı bu ifadeleri tevil etmemeyi daha doğru görür.
Risalete
inanma konusunda Allah’ın elçilerinin hiçbirinin diğerinden ayırt
edilemeyeceğini söyleyen Elmalılı, ruh konusuna da değinmekte ve İslam dininin,
ruhun ebediliği konusunda tarafsız olduğunu söylemektedir. Zira İslam âlimleri
ve felsefecilerinin bazıları ruhun ebediliğini kabul etmiş bazıları da
etmemiştir. Musa Carullah’tan farklı olarak Elmalılı, ahirette kâfirlerin
uğrayacağı azabın ebedi olduğu şeklindeki yaygın olarak kabul gören yaklaşımı
benimser; çünkü küfrün her ânı ebedi bir kötülüktür.
Elmalılı’nın,
seferîlik (yolculuk) konusundaki yaklaşımı fakihlerin genelininkinden
farklıdır. Üç gün hesabıyla yolculuk süresinin en az on sekiz saatten aşağı
olmamasında ısrar eden Elmalılı, vapur veya trenle yapılan yolculuk süresinin,
yolcu sayılma yönünden üç gün hesabıyla en az on sekiz saatten aşağı
olmamasında ısrarcıdır. Hâlbuki eskiden bu üç günlük mesafeyi atla veya hızlı
giden bir deve ile daha kısa zamanda almak da mümkündü ve hız farklılığı seferî
kabul edilmeye engel değildi.
Elmalılı,
kendi dönemindeki inkârcıların âdeta bağnazca benimsediği evrim düşüncesini de
ele alır ve maymun ile insan karşılaştırması yaparak maymundan insana geçişin
imkânsızlığını vurgular. Avrupalılaşmayı da eleştiren Elmalılı, Müslümanlara kendi
değerlerine sarılmalarını öğütler. Tarihte nice topluluklar -Avrupa gibi-
vardır ki maddi açıdan ilerlemiş olsa da yok olup gitmiştir. Hilafet konusuna
da değinen Elmalılı, yasaları halifenin üstünde konumlandırır. Yasalara halife
de itaat etmelidir. Yönetici, kendisini yasanın üstünde görürse belirleyici
olan o değil, halktır.
Kaynakça
Albayrak, Halis, “Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a Göre Kur’ân’da Din
Kavramı”, Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu (4-6 Eylül 1991), TDV Yayınları, Ankara,
1993.
Allahverdi, Hüseyin. “Biyolojide Evrim Nedir
Ne Değildir?” Evrim Nedir Ne Değildir? ed. Adnan Demircan. Ankara: Fecr
Yayınları, 2019.
Atar, Fahrettin. “Sefer”. Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. 36/294-298. İstanbul: TDV Yayınları,
2009.
Bayrakdar, Mehmet,
“Tekamül Nazariyesi”, Türkiye
Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, c. 40, Ankara, 2011. (337-339)
Ced’an, Fehmi, İslami
Yönetim Tartışmaları, (çev. Mehmet Yolcu), Yöneliş Yay., İst., 1989.
Ersöz, İsmet,
“Elmalılı Hamdi Yazır ve Tefsirinin Özellikleri”, Elmalılı M. Hamdi Yazır
Sempozyumu (4-6 Eylül 1991), TDV Yayınları, Ankara, 1993. (169-177)
İbnu’l-Cevzi, Ebu’l-Ferec
(h. 597), Nüzhetü'l-A'yuni'n-Nevâzır fî 'İlmi'l-Vucûh ve'n-Nezâir,
Müessesetu’r-Risale, Beyrut, 1984.
Kara, İsmail,
“Elmalılı Hamdi Efendi ve Halifelik”, Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Sempozyumu,
(4-6 Eylül 1991), 1993. (253-258)
Mutahharî, Murtaza, Adl-i
İlahi, (çev. Hüseyin Hatemi), Kevser Yay., İst., 2005.
Suyargulov, Rifat, “Musa
Carullah’ın İlahi Rahmetin Genişliği Hakkındaki Düşüncesinin
Değerlendirilmesi”, Dini Araştırmalar Dergisi, c. 20, S. 52, 2017. (201-222)
Yavuz, Yusuf Şevki,
“Elmalılı Muhammed Hamdi”, DİA, c. 11, İst., 1995. (57-62)
Yazır, Elmalılı M.
Hamdi (ö. 1942), Hak Dini Kur’an Dili, 10 c., Eser Neşr., İst., 1979.
Yazır, Elmalılı M.
Hamdi (ö. 1942), Makaleler I, Cüneyd Köksal Murat Kaya (Haz.), 2
c., Kitabevi Yay., İst., 1997.
http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00054.htm Erişim tarihi:
14.6.2018.
[1]
Tevbe 9/29, 33; Fetih 48/28; Saf 61/9.
[2]
Albayrak, Halis, “Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’a Göre Kur’ân’da Din Kavramı”,
Elmalılı M. Hamdi Yazır Sempozyumu (4-6 Eylül 1991), TDV Yayınları, Ankara,
1993, s. 286.
[3]
Allah’ın adaletinin çok yönlü bir şekilde ele alındığı bir eser için bkz.
Mutahharî, Murtaza, Adl-i İlahi, (çev. Hüseyin Hatemi), Kevser Yayınları,
İstanbul,2005.
[4]
Albayrak, s. 282.
[5]
Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili,
c. 2, s. 860-861.
[6]
Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili,
c. 1, s. 89.
[7]
Kehf 18/29. Bu araştırmadaki ayet mealleri, Elmalılı mealinden alınmıştır.
[8]
Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili,
c. 3, s. 2061.
[9]
Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili,
c. 1, s. 578; Yavuz, s. 60-61.
[10]
Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili,
c. 4, s. 2514.
[11]
Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili,
c. 7, s. 4637; Yavuz, s. 61.
[12]
Fetih 48/10.
[13]
Bakara 2/115, 272; Rum 31/38, 39.
[14]
Taha 20/39.
[15] Hud
11/37; Müminun 23/27; Tur 52/48; Kamer 53/14. Bu ayetlerin Hz. Muhammed ile
ilgili olan Tur suresi ayeti hariç üçü de Hz. Nuh’un gemisinin yapımının ve
hareket etmesinin Allah’ın gözetiminde olduğuna dair ayetlerdir.
[16]
Araf 7/54.
[17] Yavuz,
Yusuf Şevki, “Elmalılı Muhammed Hamdi”, DİA, c. 11, İstanbul,1995, s. 61.
[18]
Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili,
c. 3, s. 2185.
[19]
Bakara 2/285.
[20]
Elmalılı, Makaleler I, s. 67.
[21]
Kehf 18/1.
[22]
Tevbe 9/33.
[23] Elmalılı,
Makaleler I, s. 89.
[24]
Bakara 2/25.
[25]
Al-i İmran 3/136.
[26]
Rahman 55/48.
[27]
Kehf 18/31.
[28]
Muhammed 47/15.
[29]
Elmalılı, Makaleler I, s. 85.
[30] Bu
bağlamda meşhur “Cennet Cennet dedikleri birkaç köşkle birkaç huri İsteyene ver
sen anı, bana seni gerek seni.” sözü hatırlanmalıdır.
[31]
İbnu’l-Cevzi, Ebu’l-Ferec, Nüzhetü'l-A'yuni'n-Nevâzır fî 'İlmi'l-Vucûh
ve'n-Nezâir, Müessesetu’r-Risale, Beyrut, 1984, s. 322-323.
[32]
İsra 17/85; Secde 32/9.
[33]
Nahl 16/32; Meryem 19/17; Şuara 26/193; Kadir 97/104.
[34]
Nebe 78/38.
[35]
Nahl 16/2; Şura 42/52.
[36]
Mücadele 58/22.
[37]
Nisa 4/171.
[38]
Tahrim 66/12.
[39]
Vakıa 56/89.
[40]
Elmalılı, Makaleler I, s. 84.
[41] Bu
konuda pek çok ayetten birkaçı için bkz. Bakara 2/39, 162; Al-i İmran 3/116;
Tevbe 9/63.
[42]
Carullah’ın söz konusu yaklaşımı konusunda bir araştırma için bkz. Suyargulov,
Rifat, “Musa Carullah’ın İlahi Rahmetin Genişliği Hakkındaki Düşüncesinin
Değerlendirilmesi”, Dini Araştırmalar Dergisi, c. 20, S. 52, 2017.
[43]
Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili,
c. 3, s. 2112.
[44] Fahrettin
Atar, “Sefer”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV
Yayınları, 2009), 36/294, 295.
[45]
Elmalılı, Makaleler I, s. 115; Ersöz,
İsmet, “Elmalılı Hamdi Yazır ve Tefsirinin Özellikleri”, Elmalılı M. Hamdi
Yazır Sempozyumu (4-6 Eylül 1991), TDV Yayınları, Ankara, 1993, s. 177.
[46]
Elmalılı, Makaleler I, s. 115.
[47]
Elmalılı, Makaleler I, s. 124.
[48]
Elmalılı, Makaleler I, s. 126.
[49] Elmalılı,
Makaleler I, s. 126.
[50]
Elmalılı, Makaleler I, s. 130.
[51] http://www.hayrettinkaraman.net/sc/00054.htm
Erişim tarihi: 14.6.2018.
[52]
Bayrakdar, Mehmet, “Tekâmül Nazariyesi”, DİA, İstanbul,2011, c. 40, s. 337.
[53] Hüseyin
Allahverdi, “Biyolojide Evrim Nedir Ne Değildir?”, Evrim Nedir Ne Değildir?,
ed. Adnan Demircan (Ankara: Fecr Yayınları, 2019), 46.
[54]
Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili,
c. 1, s. 330, 379; Yavuz, s. 59.
[55]
Bayrakdar, c. 40, s. 339.
[56]
Yavuz, c. 11, s. 58.
[57]
Meryem 19/73.
[58]
Meryem 19/74.
[59]
Meryem 19/76.
[60]
Elmalılı, Makaleler I, s. 83.
[61]
Elmalılı, Makaleler I, s. 84.
[62] 20.
Yüzyılın başlarından itibaren yakın zamanlara kadar Arap dünyasında ortaya
konulan hilafet konulu yaklaşımlar için bkz. Ced’an, Fehmi, İslami Yönetim
Tartışmaları, (çev. Mehmet Yolcu), Yöneliş Yayınları, İstanbul,1989.
[63]
Kara, İsmail, “Elmalılı Hamdi Efendi ve Halifelik”, Elmalılı M. Hamdi Yazır
Sempozyumu (4-6 Eylül 1991), TDV Yayınları, Ankara, 1993, s. 254.
[64]
Kara’ya göre İslam kültüründe halifenin ve idarenin karşısına konabilecek bir
milli egemenlik kavramı bulunmamaktadır bkz. Kara, İsmail, s. 256. Bir şey
kültürel ise o değişebilir niteliktedir. Bu açıdan Elmalılı’nın eleştirilmesi
makul değildir.