Günümüze de Yansıyan Yönleriyle Peygamberimiz’in (s) Sünneti

Kur'an, tüm peygamberlerin itaat edilmek için gönderildiklerini belirtir: “Biz her peygamberi -Allah'ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. (…)” (en-Nisâ 4/64). Allah’ı sevenler, Resulullah’a (s) uymalıdır ki Allah da onları sevsin ve günahlarını bağışlasın. Allah’a ve Resulü’ne (s) itaat etmekten yüz çevirenler, Allah’ın kâfirleri sevmediğini bilmelidir. (Âl-i İmrân 3/31-32). Kur'an’ın kayda değer bir sayıda ayeti, Resulullah’a (s) itaati hemen Allah’a itaatin peşinden getirir. Yani Peygamber’in (s) sünnetine uymak son derece önemlidir. Bu yazıda peygambere itaat konusu büyük oranda sünnet[1] literatürü bağlamında ele alınacak ve sünnetin kapsamına, sünnet karşısında âlimlerin konumuna, hadis ilimlerine ve sünnet konusunda dikkat edilmesi gereken noktalara dikkat çekilecektir. Amaç, sünnetin Müslüman anlayışında ve hayatındaki mümtaz yerine vurgu yapmaktır; çünkü Resul’ün (s) sünneti, derece bakımından Kur’an’ın hemen ardından gelmektedir. O, İslâm hukukunun, bireysel ve toplumsal yaşam kurallarının alındığı ikinci kaynaktır.

Sünnetin Kapsamı

Hz. Peygamber’in (s) ayetleri tefsirine dair fazla hadis olmadığı doğrudur; fakat onun davranışları ve takrirleri (onay) de bir tefsir türüdür. Böyle düşününce sünnetin Kur'an’ı açıklama oranı daha da yükselmiş olur. Bununla birlikte onun her yaptığı şey, bağlayıcı sünnet konumunda görülmemelidir. Mehmet Görmez’in Hadis İlminin Temel Meseleleri eserinde belirttiğine göre Hz. Ömer’in (ö. 23/644) herhangi bir sünnet ifade etmeyen hadislerin yayılmasına karşı çıktığı söylenir.[2] el-Cessâs’ın[3] (ö. 370/980) sünnet tanımı da bu yaklaşıma uygundur: “Sünnet, Peygamber’in (s) tabi olunsun (örnek alınsın)  diye söyleyip sürekli yaptıklarıdır.”[4] Bu tanıma göre Peygamber’in sürekli yapmadığı şeyler, sünnet kapsamında değildir. Yani Hz. Muhammed’in söylediği ve yaptığına dair her nakil, sahih bile olsa tekil bir durumu ifade ediyor olabilir. Sözgelimi “namaz kılmayan çocuğun dövülmesi gerektiğine” dair hadis belki de buna işaret eder.

Resulullah (s), bizim gibi bir insandı. Yiyeceklerden sevdiği vardı, sevmediği vardı. Sözgelimi o, kendisine ikram edilen keleri[5] yememişti. Keler yiyen sahabiler ise o sevmedi diye keler yemeyi bırakmamıştır. Yani onun kimi uygulamaları vardır ki sahabe tarafından sünnet olarak değil, insanî bir tercih olarak görülmüştür.

Görmez, Yûsuf  el-Karadavî’den nakille günümüzde sünnet sanılan epeyce fiilin aslında Arap adeti olduğuna dikkat çekmektedir. el-Karadavî’ye göre yerde oturup yemek, yemeği elle almak, cübbe ve sarık giymek vb. birçok fiil, adet türünden şeylerdir. Hatta çağdaş fakihlerden Muhammed Ebû Zehra’ya (1898-1974) göre sakal bırakmak da bu kabildendir.[6] Yani sünnet adına yapılan her aktarım, sahih olarak günümüze ulaşmış olsa bile dinî bir delil içermeyebilir.

Sahabe, hadis diye nakledilenleri Kur'an’a uygunluk açısından değerlendiriyordu. Hz. Âişe (ö. 58/678), “Ölü, kendisine ağlayanlardan dolayı azap görür.” “Veled-i zina üç şerlinin en kötüsüdür.” gibi haberlerin hadis sıfatıyla Peygamber’den rivayet edildiğini duyunca “Hasbukum el-Kur’an (Kur'an size yeter.)”[7] diyerek “Allah, kimsenin çekemeyeceği yükü yüklemez.” (el-Bakara 2/233) ayetini okumuş sözü edilen hadislerin Kur'an’a aykırı olduğunu ifade etmiştir.

Yine bir Buhârî (ö. 256/870) hadisine göre Hz. Âişe, Peygamber’in (s) Allah’ı gördüğüne ilişkin bir rivayeti duyunca “Tüylerim ürperdi (لقَدْ قَفَّ شَعَرِي).” diyerek “Gözler onu idrak edemez.” (el-En`am 6/103) ayetini okumuş ve arkasından “Kim Muhammed Rabbini gördü derse Allah’a yalan isnat etmiş olur.” demiştir. Hz. Ali (ö. 40/661), kadınları mehir hakkından yoksun bırakan bir haber işitince, “Altına bevleden bir Arabi’nin/çöl arabının sözü ile Allah’ın kitabını terk edecek değiliz.” demiştir.[8]

Kur’an’ın tatbikî esaslarını anlama konusunda, âlemlere rahmet olmak üzere Kur’ân kendisine vahyedilen Resulullah’tan (s) daha üstün bir hakem bulunamaz. Bundan dolayıdır ki İslâm âlimleri, Resulullah’ın (s) hayatını aydınlatan ve sözlerini ve işlerini, hicreti takip eden ilk asırda büyük bir dikkatle toplanmıştır.

Çağımızda ne yazık ki hadislerin tümüne güvenemeyecekleri gerekçesiyle sünnetle amel etmeye mesafeli duran birtakım Müslümanlar vardır. Bazı çevrelerde, kişinin prensip olarak hadislerin sahihliğini inkâr etmesi sonra da bu yüzden bütün Sünnet nizamını inkâr etmesi moda haline gelmiştir. Peki, bu görüşün ilmî bir temeli var mıdır? Bu sorunun yanıtı, “Hayır!” olacaktır; çünkü ilk muhaddisler, özellikle Buhârî ve Müslim (ö. 261/875), her hadîsin sıhhatini, ilmî kurallara göre belirlemişlerdir.

Sünnet Karşısında Âlimlerin Konumu

Sahihini sahih olmayandan ayırt etme konusunda titiz bir çaba gösteren âlimlere hüsnüzan beslemek gerekir. Zaten muhakemeleri zayıf olsaydı tarihte kaybolup giderlerdi. Onların büyük bir gayretle ortaya koydukları hadis literatürü, dikkatlice okunmalı ve günümüz Müslümanlarının problemlerinin çözümüne, ayetlerin yanında sünnetin de rehberliğinde projeksiyon tutulmalıdır.

Âlimler hadisleri naklederken gerekçe tespitini de önemsemişlerdir. Zaten Peygamber’in (s) uygulamalarına dair nakillerde uygulamanın gerekçesi tespit edilebilirse o uygulamanın örf mü yoksa din mi olduğunu tespit etmek kolaylaşabilir. Görmez, namazda ikinci ve dördüncü rekâtlara kalkarken doğrudan kalkmayıp biraz oturmayı (istirahat celsesi) ve yağmur duasında hırkayı (ridâ’) ters çevirmeyi buna somut birer örnek olarak vermektedir. İmam Şâfiî’ye (ö. 204/820) göre istirahat celsesi, namazın sünnetlerindendir; fakat İmam Ebû Hanîfe (ö. 150/767) ve İmam Mâlik’e (ö. 179/795) göre Peygamber yaşlanıp ağırlaşınca böyle hareket etmiştir. Dolayısıyla bunun sünnetle bir ilişkisi yoktur. Aynı şekilde Peygamber yağmur duasında üstündeki hırkayı ters çevirmiştir. Bunu hırkasının düşmemesi için yaptığını kabul edenlere göre böyle bir davranış sünnet değildir; ancak cumhura göre gayesi bilinmediği için yağmur duasında ridaları ters çevirmek sünnettir.[9]

 

Hadis İlimleri

“Hadisin/sünnetin gereksizliği” söylemine asla prim verilmemelidir; çünkü sünnet dinde ikincil düzeyde delildir. Kur'an’a dönüşü savunan fakat sünnete bağlılığı küçümseyenlerin İslâm’ı bilmediğini düşünen Muhammed Esed (1900-1992), Yolların Ayrılış Noktasında İslâm” adlı eserinde, bu kimseleri bir köşke girmek isteyen fakat kapısını açabileceği tek ve asıl anahtarı da kullanmayı arzu etmeyen kimseye benzetir.[10]

Peygamber’in (s) vefatının ardından Cemel[11] ve Sıffin[12] olayları yaşanmış; “kişi” veya “grup” çıkarına hadis uydurma ihtimali ortaya çıkmıştır. Esed, bundan dolayı Ehl-i Sünnet’in hadis konusunda en çok değer verdiği Buhârî (ö. 256/870) ve Müslim’in (ö. 261/875) hadis kitaplarına tarafların siyasetiyle ilgili hadisleri koymamalarını doğru bulur.[13] Gerçekten de o dönemde yaşanmış üzücü olayların aktarılıp tarafların acılarının tazelenmesinin kimseye bir faydası yoktur. Buhari ve Müslim, bu tercihlerinde haklıdır.

Esed, sünneti kısmen kabul etmeyi ilahî rahmeti geri çevirmek ya da onun değerinin farkında olmamak şeklinde yorumlar. Onun yanlış bulduğu bu yaklaşım, insanî sorunları çözme konusunda İslâm’ın hayat düzeninin bir bütün olarak tek çözüm olmadığı, İslâm dışı çözümlerin de Müslüman zekâsında yerinin olabileceği anlamına gelmektedir.[14] Yani Esed’e göre Kur'an ve sünnet dünya ve ahiret mutluluğunu temin için yeterlidir. İslâm, başka din ve ideolojilerle tamamlanma ihtiyacı duyan bir din değildir.

Hadisleri koruma faaliyetleri, önde gelen sahabenin de gündeminde olmuştur. Sözgelimi Hz. Ömer (ö. 23/644) ve Hz. Ali (ö. 40/661), birisi pek bilinmeyen bir hadis rivayet ettiğinde bunu bizzat Peygamber’den (s) işittiğine dair ikinci bir şahit getirmesini istemişler ve böylece isnat tatbik sisteminin tohumları, bizzat sahabe döneminde atılmıştır.[15] Bu bağlamda rolü görmezden gelinemeyecek bir ilim de Nakd-i Rical ilmidir.[16] Görmez, oryantalist Aloys Sprenger’in[17] (1813-1893) el-İṣâbe fî temyîzi’ṣ-ṣahâbe adlı eserin Hind baskısına yazdığı mukaddimede şöyle söylediğini belirtir: “Ne geçmişte ne de çağdaş dünyamızda rical ilminde Müslümanların ulaştığı seviyeye hiç kimse ulaşamamıştır. Nakd-i Rical ilminde yazdıkları eserlerde (yaklaşık) beş yüz bin kişinin hayatı ve tek tek her birinin (adalet ve zabt yönünden) değerlendirmesi yer almaktadır.”[18]

Rivayetler konusunda aklın mı naklin mi merkezde olacağı tartışması için fazlaca vakit harcanmamalıdır. Akıl ile nakil arasında çelişki görülen her yerde, sadece aklı esas alarak nakli reddetmek ne derece ifrat ve yanlışlık ise nakli esas alıp aklı yok saymak da o derece aşırılık olur.[19] İkisini karşı karşıya getirmektense birbirine yardımcı iki unsur olarak görmek daha doğrudur. İslâm âlimlerinin rivayetçi diye bilinenleri bile asla aklı bir kenara koymayı önermemiştir. Sözgelimi, “Kıyas hiçbir zaman sahih hadisin önüne geçirilemez.” diye düşünen İbnu’l-Cevzi’ye (597/1200) göre de akla ve İslâm’ın temel esaslarına aykırı görülen her hadis uydurmadır. Aynı şekilde onun, “Eğer bir hadisi akla, sahih hadislere yahut İslâm’ın esaslarına aykırı bulursan onun uydurma olduğunu bilmelisin, diyen kimsenin sözü ne kadar isabetlidir.” dediği kaydedilir.[20] Dolayısıyla hadislerde ilk aşamada akla aykırı gibi gelen ifadeler, âlimler tarafından akıl süzgecinden geçirilerek sahih görülmüştür. Bu tür durumlarda doğru tutum, aceleci davranıp söz konusu hadisleri yok saymamayı gerektirir.

Mecaz,[21] dilin bir gerçeğidir. Dolayısıyla hadislerde de mecazın varlığı gayet doğaldır. Hadisleri anlama çabalarında bu ihtimal yok sayılarak hareket etmek, istenmeyen sonuçlar doğurabilir. Dolaylı anlatım, bir hakikati açık ifadelerle değil de dil sanatlarına başvurarak farklı bir biçimde ifade etmek şeklinde tanımlanabilir. Ebû Dâvûd[22] (ö. 275/889) rivayetine göre Peygamber (s), “Sizi yüzünüze karşı öven meddahlarla karşılaşırsanız yüzlerine toprak saçınız.” buyurmuştur. Arapçada “yüze toprak serpmek” tabiri, kişiye istediği şeyi vermeyip, ondan yoksun bırakmak demektir. Zemahşerî (ö. 538/1143) “Yüzüne toprak serpin.” ifadesinin mecaz olduğu, bu ifadenin “Onu mahcup edin.” şeklinde anlaşılması gerektiği yorumunu yapmıştır.[23] Görmez’in aktarımı; Arapçada mecazları, temsilleri vs. bilmeyenlerin yanlış hadis yorumlarında bulunabileceklerini göstermektedir.

 

Sünnet Konusunda Dikkat Edilmesi Gereken Durumlar

Sünneti “çelişkiler bütünü” gibi görmek ve takdim etmek yanlıştır. Sünnete dair aktarımların kimisi kimisine aykırı görünebilir. Bu durumdan hareketle genelleme yapıp, “onları iptal yoluna” gidilmemelidir. Bunun yerine doğru olan şey; aralarında gerçekten zıtlık olup olmadığını tespit etmektir. Okurun bilgi düzeyi, algılama şekli vs. de onu yanıltabilmektedir.

Sözgelimi kurban etlerinin saklanmasının yasaklanmasına dair de serbest olmasına ilişkin de hadis mevcuttur. İkisi arasında nesh olup olmadığına bakılabileceği gibi her ikisi de zaman ve mekâna göre geçerli olabilir.

Muhammed Esed’e göre sünnetin terki İslâm’ı çökertir. Sünnete bağlılık İslâm’ın varlığını ve ilerlemesini korur.[24] Resul’ün (s) sünneti derece bakımından Kur'an’ı takip etmektedir. O, İslâm hukukunun, bireysel ve toplumsal yaşam kurallarının alındığı ikinci kaynaktır.[25] Yani Kur’an tek kaynak değil, temel kaynaktır.[26] Kur'an’ı anlama çabaları, sünnet bir kenara konulduğunda işlevsiz kalacaktır.

Esed’in, hadisin güvenirliği konusunda şüphesi yoktur ve ona göre hadisin dindeki yeri açısından Ehl-i Sünnet’in görüşü doğrudur. Bunun karşısında olanların, mevsukiyet (sağlamlık, gerçeklik) yönünden Resulullah’ın (s) hadislerine güvenilemeyeceğini delillendirmeleri imkânsızdır.[27] Bir hadisin veya tüm hadislerin sahihliğine karşı çıkan kimsenin bunu kanıtlaması gerekir. Bunu yapmaması, ilmî açıdan asla meşru olmaz. Hadisleri rivayet edenlerden şüphe etmenin makul bir gerekçesi ve ilmî kanıtları olmalıdır. Ayrıca nakledilen haberle çelişen diğer bir haber  olmadıkça hadisi doğru kabul etmek, ilmî perspektiften bakılınca zorunludur.

Esed’e göre uydurma hadislerden dolayı hadisleri kenara koymak tehlikelidir. Hadislerin değerini düşürmek isteyenlerin gerek kendilerinin gerekse çevrelerinin kusurlarını meşrulaştırmak amacıyla sünnete uymanın kaçınılmaz bir esas olduğunu inkâra yöneldiklerini ifade eden Esed, bu bağlamda ortaya çıkacak bir soruna dikkat çeker. O da bu kimselerin Kur'an’ın öğrettiği esasları -her biri kendi eğilimine ve kişisel düşünüşüne göre- istediği gibi tevil etme ve anlama imkânına kavuşmasıdır.[28] Tabi onların bu durumu dine değil, arzuların gösterdiği yöne doğru hareket etmeleri sonucunu getirecektir. Yani Esed’e göre hadis diye uydurulan sözlerden uzak durma adına sahih hadisleri de bir kenara koymak, dinin daha fazla yanlış anlaşılmasına neden olacaktır.

Sünnetin toplumu sağlam bir şekilde koruyacağını ifade eden Esed,[29] sünnete göre yaşama ilkesinin Müslümanın günlük hayatında Resulullah’ın (s) yaptıklarını yapmaya dayandığını belirtmektedir. Sözgelimi, bir şeyi yapmak veya yapmamak isteyen Müslümanın, o şeyin benzerinin Resulullah’ta olup olmadığını araştırması ve düşünmesi gerekir.[30] Bir yandan modernizm eleştirisi yapıp kötü etkilerinden arınmaya çalışırken bir yandan da özellikle gençlere alternatif bir hayat tasarımı göstermek gerekir. Bu tür bir sünnet okuması, ümmetin geleceği için kafa yoran ve çalışan Müslümanlara önemli açılımlar sağlayacaktır.

Islah ekolü[31] gibi yenilenmenin önemine dikkat çeken Esed, bahane bulma ruhunun terk edilmesi gerektiğine, tam bir kararlılık ve bilinçle Resulullah’ın (s) sünnetine uymanın elzem olduğuna vurgu yapar.[32] Yani onun tasavvurundaki yenilenme sünnet merkezlidir. Yaşadığı dönemde İslâm’ı batmak üzere olan bir gemiye benzeten Esed, bu gemiyi batmaktan kurtarmayı şu ayetin anlaşılmasıyla mümkün görmektedir:[33]Ant olsun ki Allah'ın peygamberinde sizin için Allah'ı ve ahiret gününü uman ve Allah'ı çokça ananlar için güzel bir örnek vardır.” (el-Ahzâb 33/21). Allahuekber!

Sonuç ve Öneriler

Sahabenin hadis naklinde titizliklerinden şüphe edilmemelidir. İnsani zaaflardan kaynaklanan sorunlar olabilir. Sahabe için Allah’a dua edilmeli, onlardan gelen nakiller onlardan sonraki nesillerin sözleri gibi görülmemelidir. Onların değeri, bir kademe üsttedir.

Alimlerin sünnetin tespiti ve hayata uyarlanması konusundaki çabaları değerlidir, görmezden gelinmemelidir. Onların sağlam kanallarla gelen rivayetlerdeki anlaşılması zor kısımlara dair açıklamaları asla hafife alınmamalıdır.

Hadislerde de mecaz ya da çok anlamlılık olur. Sonuçta Resulullah (s) da kendini ifade etmek için Arap dilinin imkânlarını kullanıyordu. Dolayısıyla ilk bakışta hemen anlaşılamayan hadisler aceleci davranılıp kenara konulmamalıdır.

Sünneti çelişkiler bütünü değil, birbirini tamamlayan uygulamalar ve sözler bütünü olarak görmek gerekir. Sünnet konusunda İslâm ümmetinin haklı bir hassasiyeti vardır. Yorum yapılırken incitici olmamaya özen gösterilmelidir.

Farzlığı Kur'an ile sabit Peygamberimiz’in (s) sünnetini günümüze yansıtabilmek için okumalarımızda muhakkak sünnete/hadise yer verilmelidir. En basitinden Diyanet İşleri Başkanlığının “Namaz Vaktim” android programında da mevcut. Yemek yerken aile bireylerine oradaki günün ayetini ve hadisini okunup açıklanabilir. İmam Nevevî’nin (ö. 676/1277) bir Müslümanın günlük hayatında ihtiyaç duyacağı âyet ve hadisleri derlediği eseri Riyazü’s-Salihin, konuları açısından çok güzel tasnif edilmiş ve hadislerin büyük kısmı Buhârî ve Müslim’in el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’lerinden seçilmiştir. Bu nedenle her sofraya oturulduğunda oradan da bir hadis okunabilir. Sofralara renk katar.

Camiye gitme sünneti diriltilmelidir. Zenginiyle fakiriyle, genciyle yaşlısıyla ümmet oradadır. Gidip hem arınmak hem de arındırmak gerekir. Cami cemaatine hakkı ve sabrı tavsiye etmek, iyiliği emredip kötülükten alıkoymak bir görev addedilmelidir.

Her ne kadar kıyafetimizin örfi olduğunu düşünsek de kitap basarken, dergi yazısı koyarken “Müslüman görünümlü” birilerinin resmini koyarız. Bu da gösteriyor ki bu algıyı yok saymak pek faydalı değil. Müslümanların ortak yönleri ne kadar fazla olursa o kadar iyi olur. En azından ikide bir de “Bu örftür.” deyip durmaya gerek yoktur.

Allah’ım! Sen bizi Resulü’nün (s) yolundan ayırma! Amin.

Kaynakça

Âşıkkutlu, Emin. “Cerh ve Ta`dil”. Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi. Erişim 10 Temmuz 2020. https://islamansiklopedisi.org.tr/cerh-ve-tadil

Esed, Muhammed. Yolların Ayrılış Noktasında İslâm. çev. Hayrettin Karaman. İstanbul : İz Yayıncılık, 14. Basım, 2014.

Görmez, Mehmet. Hadis İlminin Temel Meseleleri. Ankara: Otto Yayınları, 2. Basım, 2014.

Merad, Ali. “Islah”. TDV İslâm Ansiklopedisi. 143-156. İstanbul: TDV Yayınları, 1999.

Zülaloğlu, Fevzi. Temel Kaynağımız Kur’an. İstanbul: Ekin Yayınları, 2002.

 



[1] Muhaddislerin çoğunluğunun eğilimi dikkate alınarak yazı boyunca hadis ve sünnete farklı anlamlar yüklenmeksizin kullanılacaktır.

[2] Mehmet Görmez, Hadis İlminin Temel Meseleleri (Ankara: Otto Yayınları, 2014), 23.

[3] Hanefî fakihi ve müfessir Ebû Bekr Ahmed b. Alî er-Râzî (ö. 370/981), kireç sattığı için Cessâs

lakabıyla anılır.

[4] Görmez, Hadis İlminin Temel Meseleleri, 20.

[5] Kertenkele, bukalemun gibi yerde sürünerek ilerleyen, beşer parmak ve dörder ayaklı, çok uzun kuyruklu sürüngenlerin ortak adı.

[6] Görmez, Hadis İlminin Temel Meseleleri, 36.

[7] Bu söz, sünnete ihtiyaç olmadığını anlatmamaktadır. Bu bağlamda kastedilen şey, Peygamer’in (s) ne dediğini/yaptığını tespit etmede ölçü olarak Kur'an’ın yeterli olduğudur.

[8] Görmez, Hadis İlminin Temel Meseleleri, 79-80.

[9] Görmez, Hadis İlminin Temel Meseleleri, 37.

[10] Muhammed Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, çev. Hayrettin Karaman (İstanbul : İz Yayıncılık, 2014), 82-83.

[11] Hz. Ali ile Hz. Âişe arasında gerçekleşen savaş (36/656).

[12] Halife Hz. Ali ile Muâviye b. Ebû Süfyân arasında yapılan savaş (37/657).

[13] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 86.

[14] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 99.

[15] Görmez, Hadis İlminin Temel Meseleleri, 71.

[16] Kaynaklarda bu ilmi ifade etmek üzere “rivayeti kabul veya reddedilecek râviler ilmi” (ma‘rifetü men tükubbile rivâyetühû ve men türaddü), “sağlam ve zayıf râviler ilmi” (ilmü’s-sikāt ve’d-duafâ’), “zayıf ve terkedilmiş râviler ilmi” (ilmü’d-duafâ’ ve’l-metrûkîn), “râvilerin sahip olması gerekli olan nitelikler ilmi” (ma‘rifetü evsâfi’r-ruvât), “râviler terazisi ilmi” (ilmü mîzâni’r-ricâl) ve “ricâl tenkidi ilmi” (ilmü nakdi’r-ricâl) gibi adlar da kullanılmıştır bk. Emin Âşıkkutlu, “Cerh ve Ta`dil”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (Erişim 10 Temmuz 2020).

[17] Avusturyalı oryantalist ve İslâm tarihçisidir.

[18] Görmez, Hadis İlminin Temel Meseleleri, 75.

[19] Görmez, Hadis İlminin Temel Meseleleri, 82.

[20] Görmez, Hadis İlminin Temel Meseleleri, 84.

[21] Bir ilgi ve karîne ile gerçek anlamı dışında kullanılan kelime veya terkibi ifade eden belâgat terimi.

[22] Kütüb-i Sitte’den biri olan es-Sünen’in müellifi, muhaddis.

[23] Görmez, Hadis İlminin Temel Meseleleri, 102-103.

[24] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 79.

[25] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 82.

[26] “Sadece Kur'an yeter.” söyleminin eleştirisi için bk. Fevzi Zülaloğlu, Temel Kaynağımız Kur’an (İstanbul: Ekin Yayınları, 2002).

[27] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 83.

[28] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 88.

[29] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 98.

[30] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 99.

[31] Efgānî (1838-1897), Muhammed Abduh (1849-1905) ve Abdurrahman el-Kevâkibî (1854-1902) gibi şahsiyetler bunların en çok zikredilenleridir bk. Ali Merad, “Islah”, TDV İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 1999), 19: 144.

[32] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 105.

[33] Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslâm, 107.