Bir Kur'an Sempozyumunun Günümüze Mesajları

Yıl 2006. Fecr Yayınları, IX. Kur’an Sempozyumu’nu, Çınar Derneği’nin özverili çabalarıyla Konya’da organize etmişti. Program başladığında protokol konuşmaları epeyce uzun sürmüş dolayısıyla ilgi çeken bir giriş yapılamamıştı. Buna rağmen, programın devamı olumsuz etkilenmedi ve üç gün boyunca sempozyuma olan ilgi hiç azalmadı. Bu yazıda o sempozyumdan dikkat çekici bulunan bazı sunumlara ilişkin bizzat alınan notlar doğrultusunda birtakım değerlendirmelerde bulunulacaktır.

İlk konuşmacı “Mutluluk Kavramı”nı anlatmak üzere gelen Malezyalı Müslüman filozof Seyyid Nakīb el-Attâs idi. Hz. İbrahim’in doğru yolu bulmasının uzun sürdüğünü güneş, ay veya yıldızların ilah olup olmadığı şeklinde bir zihni karmaşa yaşadığını öne sürdü. Attas’a göre belki de o, bu olay vuku bulurken küçük ya da genç birisiydi. Attâs’ın konuşmasının bir bölümünde Hz. İbrahim’in belli bir dönem “gök cisimlerini kutsal kabul ettiği” şeklindeki iması sağlam bir zemine sahip değildi. Zira söz konusu ayetlerin bağlamından (el-En`am 6/74-79) Hz. İbrâhim’in babasını doğru yola çağırdığı, ardından da gök cisimlerini kutsayan topluma empati yaptırarak inançlarının temelsizliğini onlara gösterdiği ve sonra da “Ben sizin taptıklarınızdan uzağım.” (ez-Zuhruf 43/26) dediği rahatlıkla görülebilir. Attâs’ın İngilizce’deki “freedom” (özgürlük) kelimesini Arapça’daki anlamıyla “ihtiyar (tercih)” ile karşılaması da dikkat çekiciydi. Bu tanıma göre hayrı ve iyiliği hedeflemeyen tercih, özgürlük talebi olamaz. İyiliği tercih etmeyen kimse, gerçekte özgür değildir.

“Genel Ahlak Teorileri ve Kur'an Açısından Değerlendirilmesi” adlı oturumda oturum başkanı müfessir Mehmet Sait Şimşek idi: “Kur'an üzerine programlarda Kur'an’ı anlama problemleri üzerine konuşanlar ne kadar Kur'an okudular? Ne yazık ki bu sorun ilahiyat hocaları için de geçerlidir. Kur'an’ı anlayarak okuma oranı az. Ölülere okunduğu kadar %50 anlaşılmasına emek harcansa daha güzel olur.” diyerek yaygın bir yanlışı eleştirdi. Zaten Kur'an, dirilerin uyarılması için gönderilmiş bir kitaptır (Yâsîn 36/70). Şimşek’e gelen sorulardan birisi, “Yatarak ya da ayakları uzatıp Kur'an okumak caiz midir?” şeklinde idi. Şimşek, “Böyle okuduğunuzda kendinizi terbiye dışı bir eylem yapıyor hissine kapılıyorsanız okumayın. Ben kapılmıyorum.” dedi. Anlaşıldığı kadarıyla ona göre saygısızlık amacıyla olmadığı sürece Kur'an okunurken herhangi bir duruş şekli şart değildir. Zaten müminlerin ayaktayken, otururken ve yanları üzeri yatarken Allah'ı anmalarında bir sakınca yoktur (Âl-i İmrân 3/191).

“Kur'an’da İman-Ahlâk İlişkisi” konusunu anlatan Talip Özdeş’in “Teknoloji ve tabiat kanunları ahlak üretemez, ahlakın kaynağı olamaz.” şeklindeki sözleri de gayet yerindeydi. Gerçekten de çoğu zaman hayata kolaylık getiren teknolojinin ahlakî ilke ortaya koymasını beklemek anlamsızdır. Doğa yasalarının keşfi de teknoloji gibi hayatımızı kolaylaştırır ama o, bize en çok “olanı” gösterebilir. Bununla birlikte “olması gerekenler alanı” ahlakın ilgi alanına girer ki onun kaynağı da dindir.

Sempozyumda bir müzakereci olarak Şevket Kotan, “Kur'an’da dini kuralların aynı zamanda ahlak kuralları olduğu açıktır. Dindar olduğu halde ahlaksız olan bir insan yoktur. Gayri ahlaki olan aynı zamanda gayri dinîdir.” dedi. Bu sözleri duyduğumda Ortaokul 2’ye giderken (Günümüzde 7. sınıf deniliyor.) dinden ayrı bir şekilde ahlak dersinin okutulduğu günleri hatırlamıştım. Bu derslerin birinde Batılı filozofların ahlak anlayışını anlatamamış ve ahlak dersimize giren müzik öğretmenimiz Necla Atav’ın dayak cezasına muhatap olmuştum. Doğrusu o felsefi cümleleri bize öğretebilmek açısından ona, öğrenebilmek zaviyesinden de bize eziyetti. Anlatamadığımızda bizi dövdüğü ahlak konularını öğretmenimiz anlıyor muydu pek emin değilim.

Sempozyumda Kur'an hükümlerinin Peygamber (s) dönemine ait olduğu vurgusu taşıyan ve çeşitli tonlara sahip tarihselciliğin savunucularından Mehmet Paçacı’nın[1] bu görüşten  “dokuz talakla boşanmış” olduğunu görmek sevindirici olmuştu.  Zira tarihselcilikten kendisini öyle bir tenzih etmiş ve dinin kaynağını Kur'an-ı Kerim ve sünnet ile sınırlamamış, icma ve kıyasın da dinin “asıllarından” olduğunu ısrarla vurgulamıştı. Paçacı’nın aksine “Değer ve Normlar Kaynağı Olarak Kur'an” adlı tebliğin sahibi Kadir Canatan’ın ise hâlâ tarihselcilikte ısrarcıydı. Günümüzde ise tarihselcilik gündemi neredeyse Mustafa Öztürk ile eşitlendi.

Necmettin Erbakan Üniversitesinden Ahmet Yaman[2] “Kur'an’da Yasamanın Arka Planı Olarak Ahlak” adlı gayet faydalı bir tebliği sunmuştu. Yaman’ın, “Kutsalı göz ardı eden hukuk, devlet gücüyle bir yere kadar gider. Dini bireysel alanla sınırlı gören anlayış sahiplerinin sosyoloji ve hukuk tarihi okuması, markete gitmesi, cumaya gidenleri izlemesi gerekiyor.” şeklindeki sözleri “güncel” göndermelere sahipti. Zaten bir tebliğden beklenen de yaşadığımız hayatla sahih bir irtibat kurabilmesidir.

Görüldüğü gibi aradan geçen on altı yıl öncesinin gündemi mevcut tartışmalardan/sorunlardan uzak değil. İbret alma imkânlarımız geniş, yeter ki niyet edelim.

 



[1] Pakistan’ın yeni büyükelçisi.

[2] O dönemde Selçuk Üniversitesi öğretim elemanıydı.