A‘râf suresi bağlamında tevhid ve adalet mücadelesi: Hz. Şuayb örneği -2-
A‘râf suresi bağlamında tevhid ve adalet mücadelesi: Hz. Şuayb örneği -2-
Önceki yazımızda A‘râf suresi bağlamında Hz. Şuayb kıssasının ilk
üç ayetinde[1] Hz.
Şuayb’ın Medyenlilere merhametli davrandığına, tevhide ve ekonomik açıdan
hakkaniyete çağırdığına, onları ıslah edip fesattan alıkoyma gayreti güttüğüne,
Medyenlilerin gerek şehir içinde gerekse şehir dışında insanlara zulmettiklerine,
Hz. Şuayb’ın İslâm’a davetiyle toplumun inananlar ve inanmayanlar şeklinde
ikiye ayrıldığına dikkat çekmiştik. Bu yazıda söz konusu bağlamda[2] geriye
kalan altı ayet[3] ele
alınacak ve şu sorulara yanıt aranacaktır: Hz. Şuayb ve inananlar, ileri
gelenlerden ne tür tehditler almıştır? Hz. Şuayb’ın tepkisi ne olmuştur? İleri gelenler,
müminleri doğrudan tehdit etmiş midir? İnkârcıların yaptıkları yanlarına kâr
kalmış mıdır? İnkârcıların ilâhî ceza görmeleri karşısında Hz. Şuayb’ın
değerlendirmesi nasıl olmuştur?
Düşünsel olarak Hz. Şuayb’a nitelikli bir karşı tez getiremeyen
kibirli ileri gelenler, tehdide başvurmaktadır: “Kavminin büyüklük taslayan
ileri gelenleri dediler ki: ‘Ey Şuayb! Ya seni ve seninle birlikte iman
edenleri kasabamızdan çıkaracağız ya da dinimize döneceksiniz.’ O da şöyle
dedi: İstemesek de mi?” (el-A‘râf 7/88). Tehdidin ilki Müslümanım
diyenlerin sürgün edilmesini yani yurtlarından çıkarılması, ikincisi de
kalacaklarsa İslâm’dan vazgeçmeleri şartını içermektedir. İnkârcıların “ya
da dinimize döneceksiniz” sözünün orijinalinden yola çıkarak İslâm’dan
döndürme konusunda kararlılık sahibi oldukları ya da o imajı verdikleri
söylenebilir. Müslümanlar sürgün edilirse dünya malını kaybetme riskiyle
karşı karşıya kalırlar. Böyle bir kayıp, dünya hayatının kendisi gibi
geçicidir. Bununla birlikte dinden dönerlerse kayıp daha büyük olur, ahiret
elden gider.
İslâm büyük bir nimettir. İnkâr bu nimete nankörlüktür. Hz. Şuayb
ve inananlar şükredenlerden olmakta kararlıdır: “Allah bizi ondan
kurtardıktan sonra sizin dininize dönersek Allah'a iftirada bulunmuş oluruz.
Rabbimiz Allah dilemedikçe de zaten sizin dininize dönmemiz söz konusu olamaz.
Rabbimiz ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Biz Allah'a güvendik. Ey Rabbimiz!
Bizimle kavmimiz arasında hak ile hükmet. Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.”
(el-A‘râf 7/89). Hz. Şuayb’ın İslâm’dan çıkma durumunda “Allah'a iftirada
bulunmuş oluruz.” demesi, “Allah’ın çocuğu, ortakları olduğunu, batıl
yolunuzu hak yola tercih ettiğimizi söylemiş oluruz.” anlamındadır. “Allah
dilemedikçe de zaten sizin dininize dönmemiz” ifadesi, her şeyin
Allah’ın kontrolünde olduğunu, İslâm’ı bırakmalarının imkânsızlığını ifade
eder. Yoksa kastedilen şey, Allah’ın inkârı dileme ihtimali bulunduğu
anlamında değildir. İnsanların inkârını dileyen, şeytan ve onun
dostlarıdır. Tehcir ve dinden döndürme tehditleri karşısında müminlerin, “Biz
Allah'a güvendik.” demeleri, tehdit öncesi ve sırasında Allah’a tevekkül
etmedikleri şeklinde düşünülmemelidir; çünkü bela öncesinde de bela sırasında
da bela sonrasında da Allah’a dayanmak gerekir.
Medyen toplumunun önde gelenleri, İslâm’dan uzaklaştırma
faaliyetlerinde Şuayb’tan ayrı olarak inananları doğrudan da muhatap
almaktadır: “Kavminin inkâr eden ileri gelenleri dediler ki: Eğer Şuayb'a
uyarsanız o zaman zarara uğrayanlardan olursunuz.” (el-A‘râf 7/90). İnkârcı
ileri gelenler, yine vurgulu ifadelerle inananları tehdit etmektedir. Onlara
göre Allah’ın tek ilâh oluşunu kabul etmek, peygamberin izinden gitmek, ölçüde
ve tartıda hile yapmamak inananlara kayıp getirecektir. Hâlbuki kaybedenler
inkârcıların kendisi oldu: “Bunun üzerine onları kuvvetli bir sarsıntı yakaladı
ve yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.” (el-A‘râf 7/91). Şirk ve
adaletsizlik deprem felaketiyle cezalandırıldı.[4]
Müminleri tehdit edip duran inkârcılar sadece ahiretlerini değil,
dünyalarını da kaybetti: “Şuayb'ı yalanlayanlar sanki orada hiç yaşamamış
gibi oldu. Asıl zarara uğrayanlar Şuayb'ı yalanlayanlar oldu.” (el-A‘râf
7/92). Ayette iki tane isim cümlesi kullanılmış olması,[5]
inkârcıların kayıplarının büyük olduğunu kuvvetli bir biçimde belirtmek içindir.
Tehdit edip durdukları müminler dünyada kurtuldukları gibi inkârı seçmedikleri
için ahireti de kazandılar.
Medyen toplumu helak oldu. Bunun ardından sağ kalan müminler ibret
alsın diye Hz. Şuayb birtakım sözler sarf etti: “(Şuayb da) onlardan yüz
çevirip şöyle dedi: Ey kavmim! Ben size Rabbimin bildirdiklerini ulaştırdım ve
size öğüt verdim. Artık inkârcılar topluluğuna nasıl üzülürüm?"
(el-A‘râf 7/93). Ayette inkâr suçu işledikleri için cezalandırılıp ölmüş olan
kimselere Hz. Şuayb’ın hitabı yer almaktaysa da ölülerin onu duyduğundan söz
edilmemektedir. Zaten ölüler işitmez. Peygamberin amacı, sağ kalanların
ibret alıp şükretmeyi sürdürmeleridir. Hz. Şuayb, Medyen toplumu doğru yolu
bulsun diye elinden geleni yapmış ama onlar imanı değil, inkârı seçmiştir. Bu
nedenle onların akıbetine üzülecek bir şey yoktur.
Görüldüğü gibi A‘râf suresi bağlamında Hz. Şuayb kıssasının bu
yazıda ele alınan altı ayetinde Hz. Şuayb’ın ve inananların din değiştirmeye
zorlandığına, inananların ise kararlılık gösterip bunun imkânsızlığını belirtip
Allah’a sığındıklarına, inkârcıların inananları Hz. Şuayb’ın etrafından
koparmaya çalıştıklarına, bu şerli faaliyetlerinin büyük bir kayıpla
sonuçlandığına ve o inkârcılar sağken Hz. Şuayb’ın gerekli uyarıları
yaptığından onların kötü akıbetine üzülmediğine işaret edilmektedir.
[1]
el-A‘râf 7/85-87.
[2]
el-A‘râf 7/85-93.
[3]
el-A‘râf 7/88-93.
[4]
Deprem
vb. felaketler kimi için azap kimi için ecel, sağ kalanlar için sınav ve olayı
duyanlara da ibrettir.
[5] Birinci
isim cümlesi: Elleżîne keżżebû şu`ayben keen lem yaġnev fîhâ.
İkinci
isim cümlesi: Elleżîne keżżebû şu`ayben kânû humu-l-ḣâsirîn.