Kur'an’da boyun eğme ve sabır yörüngesinde yoksulluk -2-
Önceki yazımızda Kur'an’da el-be’sâ
lafzıyla “yoksulluk”kelimesinin dört ayette[1] geçtiğini belirtip, surelerin kronolojisini
dikkate alarak bir sıralama yapmış ve sadece ilk iki ayeti ele almıştık. İlk
iki ayetteki bulgulara göre Allah’a kulluğa çağıran
peygamberler yalanlanmış, buna karşılık o toplumlar doğru yola gelsinler diye
yoksulluk ve felaketle imtihan edilmişlerdir. Yani bela, istenen bir şey olmasa
da bu dünyanın geçiciliğini gösterme ve kalıcı hayata (ahiret) yönlendirme
açısından bir nimet olmuştur. Bu yazıda Kur'an’ın Kur'an ile tefsiri yöntemiyle
üçüncü ayet ele alınacak ve iyiliğin namaz kılmaktan ibaret olmadığına, namazla
beraber doğru bir imana sahip olmanın önemine, toplumsal görevlerin ihmal
edilmemesi gerektiğine ve insanî iki erdeme (sabır ve takva) dikkat
çekilecektir.
Müslümanlar, Kâbe’ye yönelme emri inmeden önce Ehl-i
Kitab’ın kıblesine yönelmişlerdi. Kur'an’ın kıble değişikliği
gerçekleştirmesi[2] Ehl-i
Kitab’ın hoşuna gitmedi. Hâlbuki yüce Allah, dilediğini yapar. Doğru olan
şey, İslâm’ın bütünün göz ardı etmeksizin Allah’ın son peygamberi aracılığıyla
belirttiği yöne yönelip ibadet etmektir: “İyilik,[3]
yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin
yaptığıdır ki Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere
inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara,[4] yolda
kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât
verir.[5] Antlaşma
yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Yoksulluk, hastalık ve savaş
zamanlarında sabreder. İşte onlar, doğru olanlardır. İşte onlar, Allah’a karşı
gelmekten sakınanların ta kendileridir” (el-Bakara 2/177). Bu ayette
muhatabın Ehl-i Kitap değil Müslümanlar olduğu görüşü doğru kabul edilirse bu
durumda ayet, Müslümanların dini neredeyse namazdan ibaret görme yanlışına
düşmemeleri için uyarı niteliğinde olmuş olur. İlâhî emirler bir bütündür, kısmen
kabul asla geçerli değildir. Ayette önce yakınlara yardım edilmesinin
istenmesi, hemen hemen eşit durumda iki ihtiyaç sahibi varsa akrabaların
öncelikli olması anlamındadır; çünkü bu, hem infak hem de akrabalığı
pekiştirmektir (sıla-i rahim). Yani iki defa sevaptır. Yetimlere infaka gelince
her babasını kaybedene değil, sadakaya muhtaç olanlara maddi yardım yapılır. Onlara
yapılacak yardım, velilerine verilir; çünkü yetim kendi başına geçimini
sağlayamayacak yaştadır. Velisi, yetim parasını çekip çevirecek yaşa geldiğinde
o yetime ait olan malı verir. Rüşd çağına ermiş yetim, hâlâ ihtiyaç sahibiyse
artık ona yetim değil, yetişkin yoksul muamelesi yapılır. Kişinin “sevdiği
maldan” Allah rızası için harcaması, sahip olduklarını elinde tutma
arzusuna rağmen infakta bulunmasıdır. Yine maddi yardımda bulunulacak diğer
bir grup yoksullardır (mesâkîn). Ayetteki “dilenenler”,
başkalarının sırtından geçinmeyi meslek edinenler değil, ekonomik şartlarının
kendilerini başkalarından istemeye mecbur bıraktığı kimselerdir. “Yoksullar”
ile “dilenenler” arasındaki fark şöyle açıklanır: İlki, yardım istemekten
çekinirken ikincisi çekinmez. “Köleler”e harcama yapmak, sahibine
ödeme yaparak özgür olmaya çalışanlara (mükâteb) maddi yardımda bulunmak ya da
onları satın alıp serbest bırakmak şeklinde olabilir. Sahip olduğu köleyi
serbest bırakmak da bu kapsamdadır. Ayette müminler için “sevdiği maldan
harcar” denildikten sonra “zekât verir” de denilerek ilkinden
infakın, ikincisinden farz olan zekâtın kastedildiği söylenebilir. “İyi
kimselerden” olmak isteyen kimse; sadece zekât vermekle yetinemez, infakta da
bulunur. Ayetin orijinalinde ilkinin (sevdiği maldan harcama) namazdan ayrı
olarak belirtilmesi de -çünkü Kur'an’da genel itibarıyla namaz ve zekât birbiri
ardınca zikredilir- onun zekât değil infak olduğuna başka bir delildir. “Antlaşma
yaptığı zaman” ifadesi antlaşma yapmanın bir zorunluluk olmadığını
gösterir. İyi kimseler için “sözlerini yerine getirir” denilmesi,
mü’minlerin hem Allah’a hem de kullara verdikleri sözleri kapsar. Yine
müminler için “o kimse … sabreder” denilirken sâbirûn yerine sabirîn
denilmesi, sabırlarından dolayı onları övmek içindir.[6]
İyi kimselerin özelliklerinin sayılmasının ardından onların doğru ve muttaki
kimseler olduğu söylenirken iki kez “İşte onlar (ulâike)" denilmesi,
onların kulluk düzeyinin üstünlüğüne işaret ve tekittir. Bu ayet, sahih bir
iman ve iyi insanî ilişkilere sahip olmak isteyen ve kendini arındırma çabası
güden kimseler için yol göstericidir; ayrıca diğer iman ve amel konularını
da içerir niteliktedir.
Görüldüğü gibi Kur'an’da
el-be’sâ lafzının yer aldığı üçüncü ayette iyiliğin namazla sınırlı
olmadığına, doğru bir imanın gerekliliğine, sosyal sorumlulukları üstlenmenin
önemine ve ahlakî erdemleri (sabır ve takva) kuşanmanın değerine işaret
edilmektedir.
27.8.2020 Haksöz Haber
[1] el-A`raf 7/94; el-Enâm 6/42; el-Bakara 2/177, 214.
[2] “Biz senin, yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu
elbette görüyoruz. İşte şimdi kesin olarak seni memnun olacağın kıbleye
döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir; nerede olursanız olun
yüzünüzü o yöne çevirin. Kuşku yok ki kendilerine kitap verilenler onun
rablerinden gelmiş bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah onların
yaptıklarından habersiz değildir.” (el-Bakara 2/144).
[3] Bu kelimeye “iyi kimse” anlamı da verilmiştir. Benzer
şekilde Araplar, sözgelimi Ömer’in daha adil olduğunu ifade etmek için “Ömer
adildir.” yerine “Ömer adalettir.” derler.
[4] Ayetin orijinalindeki miskîn kelimesine kötü
durumunun kendisini sakinleştirdiği kimse anlamı da verilmiştir bk. Nâsırüddîn Ebû Saîd
el-Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-te’vîl, thk. Muhammed
Abdurrahman el-Mar`aşlî (Beyrut: Dâru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, 1418), 1: 121. Bu türden yoksullar sürekli olarak başkalarının
desteğiyle hayatlarını devam ettirebilenlerdir.
[5] İlk halife Hz. Ebubekir, Müslümanlığını beyan eden
ama zekât vermeyi reddeden topluluklarla savaşmayı uygun görmüştür.
[6] Aynı üslup, namaz kılanların övüldüğü şu ayetin
orijinalinde de mevcuttur: “Onlar arasından ilimde derinleşmiş
olanlarla müminler -ki bunlar sana indirilene ve senden önce indirilmiş olana
iman ederler- namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah’a ve âhiret gününe
inananlar başkadır. İşte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz.”
(en-Nisâ 4/162).