Önceki yazımızda Kur'an’da el-be’sâ lafzıyla “yoksulluk”kelimesinin dört ayette[1] geçtiğini belirtip, surelerin kronolojisini dikkate alarak bir sıralama yapmış ve sadece ilk iki ayeti ele almıştık. İlk iki ayetteki bulgulara göre Allah’a kulluğa çağıran peygamberler yalanlanmış, buna karşılık o toplumlar doğru yola gelsinler diye yoksulluk ve felaketle imtihan edilmişlerdir. Yani bela, istenen bir şey olmasa da bu dünyanın geçiciliğini gösterme ve kalıcı hayata (ahiret) yönlendirme açısından bir nimet olmuştur. Bu yazıda Kur'an’ın Kur'an ile tefsiri yöntemiyle üçüncü ayet ele alınacak ve iyiliğin namaz kılmaktan ibaret olmadığına, namazla beraber doğru bir imana sahip olmanın önemine, toplumsal görevlerin ihmal edilmemesi gerektiğine ve insanî iki erdeme (sabır ve takva) dikkat çekilecektir.

Müslümanlar, Kâbe’ye yönelme emri inmeden önce Ehl-i Kitab’ın kıblesine yönelmişlerdi. Kur'an’ın kıble değişikliği gerçekleştirmesi[2] Ehl-i Kitab’ın hoşuna gitmedi. Hâlbuki yüce Allah, dilediğini yapar. Doğru olan şey, İslâm’ın bütünün göz ardı etmeksizin Allah’ın son peygamberi aracılığıyla belirttiği yöne yönelip ibadet etmektir: “İyilik,[3] yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz değildir. Asıl iyilik, o kimsenin yaptığıdır ki Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. (Allah'ın rızasını gözeterek) yakınlara, yetimlere, yoksullara,[4] yolda kalmışlara, dilenenlere ve kölelere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir.[5] Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Yoksulluk, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte onlar, doğru olanlardır. İşte onlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir” (el-Bakara 2/177). Bu ayette muhatabın Ehl-i Kitap değil Müslümanlar olduğu görüşü doğru kabul edilirse bu durumda ayet, Müslümanların dini neredeyse namazdan ibaret görme yanlışına düşmemeleri için uyarı niteliğinde olmuş olur. İlâhî emirler bir bütündür, kısmen kabul asla geçerli değildir. Ayette önce yakınlara yardım edilmesinin istenmesi, hemen hemen eşit durumda iki ihtiyaç sahibi varsa akrabaların öncelikli olması anlamındadır; çünkü bu, hem infak hem de akrabalığı pekiştirmektir (sıla-i rahim). Yani iki defa sevaptır. Yetimlere infaka gelince her babasını kaybedene değil, sadakaya muhtaç olanlara maddi yardım yapılır. Onlara yapılacak yardım, velilerine verilir; çünkü yetim kendi başına geçimini sağlayamayacak yaştadır. Velisi, yetim parasını çekip çevirecek yaşa geldiğinde o yetime ait olan malı verir. Rüşd çağına ermiş yetim, hâlâ ihtiyaç sahibiyse artık ona yetim değil, yetişkin yoksul muamelesi yapılır. Kişinin “sevdiği maldan” Allah rızası için harcaması, sahip olduklarını elinde tutma arzusuna rağmen infakta bulunmasıdır. Yine maddi yardımda bulunulacak diğer bir grup yoksullardır (mesâkîn). Ayetteki “dilenenler”, başkalarının sırtından geçinmeyi meslek edinenler değil, ekonomik şartlarının kendilerini başkalarından istemeye mecbur bıraktığı kimselerdir. “Yoksullar” ile “dilenenler” arasındaki fark şöyle açıklanır: İlki, yardım istemekten çekinirken ikincisi çekinmez.Köleler”e harcama yapmak, sahibine ödeme yaparak özgür olmaya çalışanlara (mükâteb) maddi yardımda bulunmak ya da onları satın alıp serbest bırakmak şeklinde olabilir. Sahip olduğu köleyi serbest bırakmak da bu kapsamdadır. Ayette müminler için “sevdiği maldan harcar” denildikten sonra “zekât verir” de denilerek ilkinden infakın, ikincisinden farz olan zekâtın kastedildiği söylenebilir. “İyi kimselerden” olmak isteyen kimse; sadece zekât vermekle yetinemez, infakta da bulunur. Ayetin orijinalinde ilkinin (sevdiği maldan harcama) namazdan ayrı olarak belirtilmesi de -çünkü Kur'an’da genel itibarıyla namaz ve zekât birbiri ardınca zikredilir- onun zekât değil infak olduğuna başka bir delildir. “Antlaşma yaptığı zaman” ifadesi antlaşma yapmanın bir zorunluluk olmadığını gösterir. İyi kimseler için “sözlerini yerine getirir” denilmesi, mü’minlerin hem Allah’a hem de kullara verdikleri sözleri kapsar. Yine müminler için “o kimse … sabreder” denilirken sâbirûn yerine sabirîn denilmesi, sabırlarından dolayı onları övmek içindir.[6] İyi kimselerin özelliklerinin sayılmasının ardından onların doğru ve muttaki kimseler olduğu söylenirken iki kez “İşte onlar (ulâike)" denilmesi, onların kulluk düzeyinin üstünlüğüne işaret ve tekittir. Bu ayet, sahih bir iman ve iyi insanî ilişkilere sahip olmak isteyen ve kendini arındırma çabası güden kimseler için yol göstericidir; ayrıca diğer iman ve amel konularını da içerir niteliktedir.

Görüldüğü gibi Kur'an’da el-be’sâ lafzının yer aldığı üçüncü ayette iyiliğin namazla sınırlı olmadığına, doğru bir imanın gerekliliğine, sosyal sorumlulukları üstlenmenin önemine ve ahlakî erdemleri (sabır ve takva) kuşanmanın değerine işaret edilmektedir.

27.8.2020 Haksöz Haber



[1] el-A`raf 7/94; el-Enâm 6/42; el-Bakara 2/177, 214.

[2]Biz senin, yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu elbette görüyoruz. İşte şimdi kesin olarak seni memnun olacağın kıbleye döndürüyoruz. Artık yüzünü Mescid-i Harâm tarafına çevir; nerede olursanız olun yüzünüzü o yöne çevirin. Kuşku yok ki kendilerine kitap verilenler onun rablerinden gelmiş bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir.” (el-Bakara 2/144).

[3] Bu kelimeye “iyi kimse” anlamı da verilmiştir. Benzer şekilde Araplar, sözgelimi Ömer’in daha adil olduğunu ifade etmek için “Ömer adildir.” yerine “Ömer adalettir.” derler.

[4] Ayetin orijinalindeki miskîn kelimesine kötü durumunun kendisini sakinleştirdiği kimse anlamı da verilmiştir bk. Nâsırüddîn Ebû Saîd el-Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl ve esrârü’t-te’vîl, thk. Muhammed Abdurrahman el-Mar`aşlî (Beyrut: Dâru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, 1418), 1: 121. Bu türden yoksullar sürekli olarak başkalarının desteğiyle hayatlarını devam ettirebilenlerdir.

[5] İlk halife Hz. Ebubekir, Müslümanlığını beyan eden ama zekât vermeyi reddeden topluluklarla savaşmayı uygun görmüştür.

[6] Aynı üslup, namaz kılanların övüldüğü şu ayetin orijinalinde de mevcuttur: Onlar arasından ilimde derinleşmiş olanlarla müminler -ki bunlar sana indirilene ve senden önce indirilmiş olana iman ederler- namazı kılanlar, zekâtı verenler, Allah’a ve âhiret gününe inananlar başkadır. İşte onlara pek yakında büyük mükâfat vereceğiz.” (en-Nisâ 4/162).