Kur’an’da “Allah bilir.” İfadesinin İzdüşümleri
Kur’an’da
“Allah bilir.” İfadesinin İzdüşümleri
Giriş
Kur’an’da
“Allah biliyor (ennallâhe ya`lemu).” ifadesi biri Mekki, beşi de Medeni
olmak üzere altı surenin yedi ayetinde geçmektedir. Bu yazıda bağlam gereği,
söz konusu ayetlerden birisindeki ifadenin, “Allah gökte olanı da bilir.”
(el-Mâide 5/97) şeklindeki çevirisi tercih edilmiştir. Yine ikisi Mekki, ikisi de
Medeni olmak üzere dört surenin toplam beş ayetinde ise “Allah biliyor (innallâhe
ya’lemu).” şeklinde Kur’an’da yer almaktadır. Bunların bir tanesi, feinnallâhe
ya`lemuhu şeklindedir.
Yukarıda söz
edilen ayetler; kibirli, iki yüzlü kimselerin vahye karşı umursamaz
tavırlarını, tuzaklarını eleştirir. Ayrıca eşi vefat eden kadınla evlenmek
isteyenlerin, dikkat etmeleri gereken konuları belirtir. Yine bu ayetler, Allah
hakkında rastgele örnekler vermenin ve O’nun şeriki olduğunu iddia etmenin
doğru olmadığına vurgu yapar. Ayrıca ahitlere aykırı hareket etmemenin
kıymetine, Allah’tan başkasına dua edenlerin batıl yoluna, iyiliklerin ve O’na
adanan kurbanların da O’nun rızası için olmasının gerekliliğine, göklerin ve
yerin sırlarının Allah’ın bilgisinin dışında kalamayacağına, O’nun kullarının
fiillerinden haberdar olduğuna dikkat çeker.
Bu araştırmada
söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre iki
bölümde ele alınacaktır. Amacımız, klasik ve modern dönem tefsirlerdeki
yorumları da dikkate almak, Kur’an’ın Kur’an ile tefsiri yöntemini de kullanmak
suretiyle bu ayetlerin anlamını daha net bir şekilde ortaya koymak ve Kur’an’ı
anlama çabalarına bir katkı sunmaktır.
-I-
Araştırmanın bu
bölümünde şu soruların yanıtları aranacaktır: Kur’an’da Allah’ın bilmesiyle,
kibirli kimselerin Allah tarafından sevilmemesi nasıl ilişkilendirilmektedir?
Allah’ın bilmesinden söz edilerek iki yüzlü kimseler nasıl azarlanmaktadır?
Kocası ölen kadınla evlenmeye niyetlenen kimsenin dikkat etmesi gereken konular
nelerdir? Peygamber (s) muhatap alınarak dolaylı şekilde insanların, Allah’ın
bilmesiyle hayatlarını düzenlemeleri arasındaki irtibatı nasıl kurmaları
beklenir? Allah’ın bilmesi gündeme getirilerek Müslümanlara komplo
düzenleyenlerin gizli toplantıları nasıl eleştirilmektedir?
Müslümanlara
karşı komplo düzenlemek, uygun gördüklerinde de sözlü ya da fiilî olarak açıkça
düşmanlık yapmak kâfirlerin özelliğidir. Yine onlarda görülen Allah’ın
birliğine ve gönderdiği peygambere karşı kibir de kalbî bir hastalıktır: “Hiç
şüphesiz Allah bilir gizli açık ne derlerse. O, büyüklenen kimseleri sevmez.”
(en-Nahl 16/23). Tevhide karşı büyüklenen müşriklere yönelik bir tehdit içeren
bu ayete[1]
göre şeytan gibi İslam’a karşı kibir gösterenler, Allah’ın rahmetinden yoksun
kalacaklardır. Onlar sırf bu hastalıkları yüzünden hakka değil, batıla eğilim
göstermişlerdir. Hâlbuki yerin altı, kendisini büyük gören kimselerle doludur.
Müminler “Nasılsa kibirli olduklarından söz edilenler kâfirlerdir.” deyip
geçemezler. Onlarla aynı yanlışı yapmak, müminler için kabul edilemez bir
davranıştır. Tevazu, kişiyi cennete kibir ise -Allah korusun- cehenneme gidecek
yola sevk eder.
Allah; iki
yüzlü kimseleri, inkârcıları, kendilerine gelen vahyi tahrif edenleri ve
Müslümanları kınayıp duranları iyi bilir. Ne var ki onlar, bu gerçeği görmezden
gelirler: “Onlar bilmezler mi ki gizlediklerini de açıkça yaptıklarını da
Allah bilir?” (el-Bakara 2/77). Ayetteki soru, inkârcıların (Yahudiler) cahilliklerini
belirtmek içindir[2]
ve bildikleri bir gerçekten hareketle onlara yanlış yolda olduklarını
göstermektedir. Hakkı bilerek ona karşı gelmek, onu tahrif etmek ve gizlemek -kendilerine
hakikat ulaşmadığı için haktan uzak bir hayat sürenlerin durumuyla
karşılaştırıldığında- büyük bir suçtur. Hâlbuki yüce Allah, onların
gizlediklerini Hz. Peygamber’e (s) bildirir. O inkârcıların şerlerinden emin
olmaları gereken Müslümanlar, gaybi yardım ummalarının yanında, iki yüzlü
kimselerin ve inkârcıların gizli ve açık faaliyetlerini de takip etmelidir.
Aksi takdirde Müslümanlar, tembelliklerinin ve umursamazlıklarının cezasını
çekerler.
Kocası öldüğü
için iddet bekleyen kadınla malından, güzelliğinden ya da başka bir nedenden
dolayı evlenmek isteyenler olabilir. Bu niyetlerle de olsa o dul kadınla gizlice
görüşmek doğru olmaz: “(İddet beklemekte olan) kadınlarla evlenme konusundaki
düşüncelerinizi üstü kapalı biçimde anlatmanızda veya onu içinizde gizli
tutmanızda size günah yoktur. Allah bilir ki siz onları anacaksınız; fakat
meşru sözler söylemeniz hariç sakın onlara gizlice buluşma sözü vermeyin. Farz
olan bekleme süresi dolmadan nikâh kıymaya kalkışmayın. İyi bilin ki Allah
bilir içinizde olanı. Bu sebeple Allah'tan sakının. İyi bilin ki Allah bağışlayandır,
halîmdir.” (el-Bakara 2/235). Eşi vefat eden kadınla nikâh kıymak, ondan
evlilik sözü almak kadının süresini tamamlamasıyla helal olur. Ona “üstü
kapalı biçimde” evlilik teklifi yapmak, açık teklifte bulunmanın caiz
olmadığını gösterir. “Evlenirsem eşime çok iyi davranacağım. Siz iyi
birisisiniz. Ben aslında evlenmek istiyorum. Size talip olacak kişi çoktur. Sizin
gibi biriyle evlenmek isterdim. Yeni bir yuva kurmak istiyorum.” vb. başka
anlamlara da gelecek ifadelerle ya da hediye(ler) göndererek “üstü kapalı
biçimde” evlilik teklifi mümkün olur. Ayette eşi ölmüş ve evlenmeye
niyet edilen kadına söylenebilecek “meşru sözler” evlilik niyetini ima
düzeyinde tutan ve haram içerikli olmayan sözlerdir. İddet süresini
beklemeden yapılan nikâh teklifi yanlış, kıyılan nikâh da geçersizdir. Eşler
arasındaki karı koca ilişkisi gerçekleşmemişse ayrılırlar ve kadın ölen
kocasından dolayı iddetinin tamamlanmasını bekler. Süre dolunca geçersiz
nikâhla evlendiği kişi, onunla evlenebilecek kişilerden birisi hale gelir.
Dilerlerse evlenirler. İddet süresi dolmadan nikâh yapıp karı koca ilişkisi de
söz konusu olduysa yine bu geçersiz nikâh nedeniyle ayrılmaları gerekir. Kadın,
bu nikâh nedeniyle de iddet bekler. Süre dolunca evlendiği kişi de adaylardan
birisi olabilir. Eşi ölen kadının tekrar evlenmesi konusunda kuralların belirtilmesinin
ardından gelen “Allah bilir içinizde olanı.” şeklindeki cümle, bu
kurallara uygun hareket etmemekten sakındırmak için söylenmiş bir tehdit
ifadesidir. Öncesinde “Allah” lafzının geçmesine rağmen, O’na
zamirle işaret edilmeyip tekrar “Allah” lafzına yer verilmesi,
kalplerde O’na karşı bir gevşeklik oluşmaması, insanların kulluk bilinciyle
hareket etmekten uzaklaşmaması içindir. Yani ilahi yasakları umursamadan
yaşayanlar, Allah’ın rahmeti gereği hemen cezalandırılmamalarını,
cezalandırılmayacakları şeklinde yorumlamamalıdır. Rahman olan Allah’ın azabı
da vardır (Meryem 19/45). İbn Abbas’a göre ayetin sonunda “Allah
bağışlayandır, halîmdir.” denilerek karşı geldikten sonra Allah’a tövbe
edenin affedileceğine ve O’nun ceza vermekte acele etmediğine dikkat
çekilmektedir.[3]
Gökte olsun
yerde olsun her şey Allah’a ait olunca oradaki tüm varlıkların O’na itaat
etmesi beklenir. Buna iradesi olan varlıklar da dahildir: “Bilmez misin
Allah bilir gökte, yerde olanı? Bunun hepsi bir kitaptadır. Bu Allah’a kolaydır.”
(el-Hac 22/70). Ayet, Resulullah’ı (s),[4]
dolaylı olarak da diğer insanları muhatap alan bir soru ile başlamış olsa da
anlamı, Allah’ın her şeyi bildiğini belirtmektedir. “Bilmez misin?”
sorusuyla gerek vahiy gerekse evrendeki ayetler üzerinde düşünmek suretiyle
bilmeye bir yönlendirme söz konusudur. İnkârcılar hem gökte ve yerde olanların
sahibinin Allah olduğunu kabul ederler; fakat bu inançlarına batıl unsurlar
karıştırır ve şeytanın yolundan giderler. İnsanların, Allah’ın kulları
tarafından her yapılanı bildiğini zihinlerinde canlı tutup O’nun rızası için
çalışmaları gerekir. Kimin itaat kimin isyan ettiği, insanların ihtilafları vs.
hepsi bir kitapta kayıtlıdır. Her şeyi bilmek Allah’a has bir şeydir, insan
için ise mümkün değildir.
İnsanlar,
yaptıklarını gizlemek için ne yaparlarsa yapsınlar onları Allah’tan
gizleyemezler: “Bilmez misin göklerde ve yerde olanları Allah bilir? Üç
kişinin gizli konuştuğu yerde dördüncüsü mutlaka O'dur. Beş kişinin gizli
konuştuğu yerde altıncısı mutlaka O'dur. Bunlardan az veya çok olsunlar ve
nerede bulunurlarsa bulunsunlar mutlaka O, onlarla beraberdir. Sonra kıyamet
günü onlara yaptıklarını haber verecektir. Doğrusu Allah, her şeyi bilendir.”
(el-Mücâdele 58/7). Ayetteki “Bilmez misin?” ifadesinin aslı “Görmez
misin?” şeklindedir. Bu şekildeki çeviri tercihi, “Allah’ın bilmesi”ni
görmenin, insanı aşan bir durum olmasındandır. İnsan ancak O’nun “bilmesi”nin
sonuçlarını görebilir. İki yüzlü kimseler gizli toplantılarında
Müslümanların kuyularını kazarlar; ancak bu yaptıkları Allah’a gizli değildir.
O, tuzakları boşa çıkarandır. Ayette gizli toplantı gruplarına dair verilen sayılar
örnek türündendir. Onlardan az ya da çok fark etmez her kötü amaçlı görüşme,
Allah’ın bilgisi dahilindedir. Şer amaçlı toplantılar yapanlar, “nerede
bulunurlarsa bulunsunlar” melekler onların planlarını kaydeder. Zaten her
şeyin yaratıcısı Allah’ın haberdar olamadığı bir yer tasavvur edilemez. Kötü
niyetli kimselere “Sonra kıyamet günü onlara yaptıklarını haber verecektir.”
denilmesi, onların kıyamette rezil olmakla tehdit edildiklerini göstermektedir.
Yani yaptıklarının cezasını çekeceklerdir.
Arapların
çoğunun yuvarlak biçimli evlerinin aksine dörtgen şeklindeki Allah’ın evi Kâbe,[5]
dinî ve dünyevi bereket kaynağıdır. Çevresi (Harem bölgesi) güvenli bölge olan
Kâbe’ye,[6]
diğer binalardan ayrı olmasından ve yüksek oluşundan dolayı bu adın verildiği
de söylenmektedir. İbadet için de ticaret için de Kâbe civarında bulunanlar
dinî ve dünyevi kazanç elde ederler. Kâbe’ye olan saygıdan dolayı onun
bulunduğu yerde avlanılmaz, ağaçlar kesilmez: “Saygıdeğer ev olan Kâbe'yi,
haccın yapıldığı haram ayı, gerdanlıksız ve gerdanlıklı kurbanları, Allah
insanların din ve dünyalarına bir dayanak yaptı. Böylece siz de bilmiş
olursunuz ki Allah gökte olanı da bilir, yerde olanı da; çünkü Allah her şeyi
hakkıyla bilendir.” (el-Mâide 5/97). Kâbe’nin “dayanak” olması,
namaz ve hac gibi ibadetlerin merkezinde olmasından dolayıdır. O, aynı zamanda
Müslümanların birliğinin simgesidir. Ayetteki “haram ay (Zilhicce)”
haccın yapıldığı aydır. Zilhicce, cahiliye döneminde de bilinen ve çatışmaların
durdurulduğu ve güvenlik sorunu yaşamaksızın yolculuk yapılabildiği bir ay idi.
Bu “haram ay”dan cins ismin kastedildiği dolayısıyla anlam olarak diğer “haram
aylar”ı (Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep) da içerdiği söylenmiştir. Söz
konusu aylarda Araplar, savaşmayı yasaklamışlardır. Bundan dolayı o aylarda
ibadet, ticaret ve zor günler için erzak biriktirme kolay olmuştur. O ayların
saygınlığını İslam da korumuştur. İnsanlar, Allah’ın gökte de yerde de olup
biteni bildiği ve kalplere Kâbe sevgisi vererek çevresinde güvenli bir ortam
yarattığı gerçeğini akıllarında tutmalı ve Kâbe’nin, haram ay(lar)ın
saygınlığını muhafaza etmelidir. Ayetteki “gerdanlıklı kurbanları”n
develer olduğu söylenmiştir. Gerdanlıklı ya da gerdanlıksız kesilen kurbanlar, yoksullar
için bir dayanak olmuştur. Araplar, gerdanlık takılmış olan kurbanlıkların
Allah’a adanmış olduğunu bilir, onlara ilişmezdi. Ayetin sonunda “Allah her şeyi
hakkıyla bilendir.” denilmesi, Allah’ın ilminin ne kadar geniş olduğunu
teyit içindir.
Allah, her şeyi
bildiğine göre münafıklar, gizledikleri inkârla aslında kendilerini kandırırlar.
Bu gerçeğe soru görünümlü bir beyanla Kur’an’da dikkat çekilir: “Onlar bilmezler
mi ki Allah bilir onların sırlarını da gizli sözlerini de? Allah, gaybı en iyi
bilendir.” (et-Tevbe 9/78). Ayette Allah’ın iki yüzlü kimselerin gizli
faaliyetlerini bildiğini söylemesi, onlara dönük bir azarlama iması içermektedir.
Onlar kendilerine çeki düzen verip doğru düzgün müminler olmadıkları sürece inkârcılıklarının,
İslam ve Müslümanlarla alaylarının onlara dil uzatmalarının cezasını
çekeceklerdir. Allah en gizli olanı da bilmesine rağmen, Müslümanmış gibi
görünüp inananları aldatma cesareti gösterenler ne kadar da cahildir! Mâtürîdî’nin
dediği gibi ayetteki “Allah, gaybı en iyi bilendir.” ifadesi, Allah’ın
yarattıklarına gizli kalan bilgileri de bildiğini gösterir yoksa ona gizle
kalan bir şey zaten yoktur.[7]
Görüldüğü gibi
Kuran, Allah’ın bilmesiyle kibirli ve iki yüzlü kimselerin olumsuz tutum ve
tavırlarını eleştirmektedir. Ek olarak kocası ölen kadınla evlenmek isteyen
kimsenin, kadının iddet süresince (dört ay on gün) açıktan evlilik teklifi
yapmaması gerektiğine dikkat çekmektedir.
-II-
Araştırmanın bu
bölümünde şu soruların yanıtları aranacaktır: Kur’an’da Allah’ın bilmesinden
söz edilerek (Allah’ın benzeri, oğlu olduğu vb.) emsal göstermelerin
yanlışlığına nasıl dikkat çekilmektedir? Verilen sözün yerine getirilmesi ile
Allah’ın yapılan her şeyi bilmesi arasında nasıl bir ilişki kurulmaktadır?
Kur’an, Allah’tan başkasına dua edenlerin çelişkilerini nasıl vurgulamaktadır?
Yapılan iyilikleri, Allah’a adanan kurbanları Allah’ın bilmesinin ifade
edilmesi ne anlama gelmektedir? Gökler ve yerin sırlarının Allah tarafından
bilinmesiyle kulların yaptıklarının yine O’nun tarafından bilinmesinden niçin
söz edilmektedir?
Yaşatmaya ve
öldürmeye gücü yetmeyen putları Allah’a benzetmek dinen yasaktır.[8] Allah’ın
ortakları olduğunu ileri sürmek, yaratıcıya karşı en büyük nankörlüktür: “Allah
için emsal göstermeyin; çünkü Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.” (en-Nahl 16/74).
Allah hakkında örnekler verip durmak kullara yaraşmaz. Allah’ı tanımak için
Kur’an’daki örneklerle yetinmek gerekir. Sözgelimi “Kim Resullullah’a (s) kul
olursa Allah’a kul olmuş olur.”[9]
türü emsal göstermeler batıl inanç oldukları için tövbe etmeyi gerektirir. Benzer
şekilde Hristiyanlar gibi Allah’ın oğlu olduğunu söylemek de batıldır. Ancak
Allah, O’nu daha iyi tanıyabilmemiz için misaller verme yetkisine sahiptir. Ayette
bazı varlıkları Allah’a emsal göstermekle O’na denk veya yardımcı tanrılar
edinmek de kastedilmiş olabilir ki bu zaten şirk olup İslam’ın temelden yasakladığı
bir şeydir. İnsanların bir kısmı bilmese de Allah, kendisine hiçbir şeyin emsal
gösterilemeyeceğini bildiği gibi insanların nasıl O’na denk varlıklar ileri
sürdüklerini de bilir; ancak o putperestler kendilerini nasıl bir azabın
beklediğinden habersizdir. Cahilce Allah’a ortak koştuklarının ahirette bir işe
yaramadığını bizzat görecekler ancak artık çok geç olacaktır. Hâlbuki o sahte
ilahlar ne yaratabilir ne de rızık verebilir. İsteyen de istenen de acizdir
(el-Hac 22/73).
Her ahit, Allah
huzurunda verilmiş bir sözdür ve samimi olarak yerine getirilmesi gerekir.[10] Yapılan
anlaşmalara hainlik etmemek müminlerin özelliklerindendir (el-Mü’minun 23/8): “Antlaşma
yaptığınız zaman Allah'ın ahdini yerine getirin ve Allah'ı üzerinize şahit
tutarak pekiştirdikten sonra yeminleri bozmayın. Şüphesiz Allah bilir ne
yapsanız.” (en-Nahl 16/91). Ayetteki “Allah’ın ahdi” lafzı, Asad’in
ifadesiyle iki katmanlı bir anlama sahiptir. İlki Allah inancından kaynaklanan
ruhi, ahlaki ve toplumsal sorumluluklara işaret eder. İkincisi ise kişilerin
birbirlerine verdikleri sözlerle ilgilidir.[11] Söz
konusu lafız geneldir ve dile getirilen her akdi kapsar.[12]
Müminler gerek Allah’a gerekse elçisine ve müminlere verdikleri sözün
gereğini yerine getirmelidir. Ayette “Allah bilir ne yapsanız.”
denilmesi ahdinin gereğini yapanların ödüllendirileceğine dair bir müjde, ahdini
bozanlara ise bir tehdit niteliğindedir. Müslümanlar, gayrimüslimlerle
yaptıkları anlaşmaları tek taraflı olarak aniden bozup düşmana saldırmazlar;
çünkü hainlik dinde haramdır. `AbdulḤamīd A. AbūSulaymān’ın ifadesiyle Müslüman
hukukçular, karşı tarafın şartlarına uymayacakları kuşkusuyla ahdin Müslümanlar
tarafından tek taraflı feshine cevaz vermezler. Böyle bir davranış, antlaşma
şartlarına riayet edilmediğine dair açık kanıtlara dayanmak zorundadır.[13]
Yüce Allah
kimin putlara ve diğer şeylere dua ettiğini,[14] O’na
ortak koştuğunu kimin insanların gücünü aşan konularda başı sıkıştığında “Yetiş
ya filan kimse!” diye Allah’tan başkasını yardıma çağırdığını bilir ve O, ne
yaparsa hikmetli yapar: “Allah bilir kendisinden başka, neye dua ettiklerini.
O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.” (el-Ankebut 29/42). Ayette “kime”
değil de “neye” dua ettiklerini Allah’ın bildiğinin söylenmesi,
Allah’tan başka dua edilen yani yardımı istenenlerin değersizliğine işaret
etmek içindir. Tapılanın insan, cin, şeytan, put veya yıldız olması fark etmez,
hepsi batıldır. O tapılan varlıklar da onlara tapanlar gibi varlıklarını
Allah’ın iznine borçluyken yani acizliklerinden şüphe yokken aralarındaki ibadet
ilişkisi ne kadar da temelsizdir! Bu sapkınlığı hemen cezalandıracak kudrete
sahip olan yüce Allah, bir hikmete binaen onların cezalandırılmalarını dünyada daha
sonraya ya da ahirete ertelemektedir.
Adi şeyleri vermeksizin (el-Bakara
2/267), şeytanın yoksullukla korkutmasına (el-Bakara 2/268) aldırmaksızın açık
veya gizli yapılan hiçbir iyilik, Allah tarafından karşılıksız bırakılmaz. O,
her iyilik yapanı ve kalben karar verip kendilerine dinî bir görev kabul
ettikleri adaklarını[15]
yerine getireni bilir:[16] “Yaptığınız
her harcamayı ve adadığınız her adağı muhakkak Allah bilir. Zalimler için hiç yardımcı
yoktur.” (el-Bakara 2/270). İnsanların Allah yolunda ya da şeytanın yolunda
yaptıkları harcamalar da Allah’a itaat ya da O’na asi gelmek için adadıkları
adaklar da Allah’ın bilgisi dahilindedir.[17] Şirk,
isyan, gösteriş, daha sonra başa kalkma vb. batıl amaçlarla harcanan parayı,
emeği ve Allah’a kurban adayıp kesmeyenleri ve O’ndan başkasına kurban adayan
zalimleri de Allah bilir ve kendisine karşı gelenleri bundan dolayı
cezalandırır. Ayetteki “Zalimler”, kendisine ya da başkasına
kötülük yapanlar olabileceği gibi ayette sayılan iyilikleri engelleyen kimseler
de olabilir. “Allah’ın muttakilerin yaptıklarını kabul ettiği” (el-Mâide 5/27)
gerçeğini göz ardı eden, kul hakkını da Allah hakkını da umursamayan o kimseler,
Allah’ın cezalandırması karşısında korumasızdır. Allah’tan korkmayanların
akıbeti ne korkunçtur!
Gökte ve yerde
ne olup bitiyorsa hepsi yüce Allah’ın bilgisi dahilindedir. Evrendeki düzen,
bunun en iyi kanıtıdır. Dolayısıyla ne insanların sırları ne niyetleri
Allah’tan gizli kalır: “Göklerin ve yerin gaybını Allah bilir. Allah her ne
yaparsanız görür.” (el-Hucûrat 49/18). İnsanların sırları, kalplerinde
gizledikleri Allah’a gizli kalmaz. İnsanların açıktan yaptıklarını da görür.[18] İnsanlardan
kimin gerçekten iman ettiğini kiminse Müslümanlardan korktuğu için inanmış gibi
yaptığını Allah bilir. İnsanların inancının yanında yaptıkları da ahiretteki
durumunu belirler. Buna göre ceza ya da ödül ahirette onları beklemektedir.
Görüldüğü gibi
Kur’an’da Allah’ın bilmesinden söz edilerek Allah hakkında rastgele örnekler
vermenin, O’nun ortakları olduğunu ileri sürmenin yanlışlığına dikkat
çekilmektedir. Benzer şekilde verilen sözün yerine getirilmesinin önemine,
Allah’tan başkasına dua edenlerin çelişkilerine, iyiliklerin ve O’na adanan
kurbanların da O’nun rızası için olması gerektiğine, göklerin ve yerin
sırlarının Allah tarafından bilinmesine, kulların yaptıklarının O’nun ilmi
dairesinde olduğuna işaret edilmektedir.
Sonuç
“Allah
bilir.” ifadesinin yer aldığı ayetlerde insanlara tepeden bakan kimselerin
ve inanıyormuş gibi yapıp güya müminleri kandırdıklarını düşünenlerin
yanlışlıklarına, eşi ölen kadının başka biriyle evlenme öncesi bir süre
beklemesi gerektiğine ve bu sırada ona açık evlenme teklifinde bulunmanın yasak
oluşuna, Allah hakkında kullanılan dilin O’na kullarını eşitleyecek türde
olmamasının lüzumuna, inananların özü ve sözünün bir olmasının değerine,
ibadetlerin Allah rızası için olması gerektiğine vurgu yapılmıştır.
Yazının künyesi: Kayacan, Murat, “Kur’an’da ‘Allah bilir.’İfadesinin İzdüşümleri”,
Haksöz Dergisi, S. 351, Haziran 2020. (41-47)
Kaynakça
AbūSulaymān, `AbdulḤamīd A. Towards an Islamic Theory of
İnternational Relations: New Directions For Islamic Methodology and Thought.
the USA: The International Institute of Islamic Thought (IIIT), 1401/1981.
Ali, Yusuf. The Holy Quran.
USA: Aman Corp., 1983.
Asad, Muhammad. The Message of
the Qur’an. İstanbul: İşaret Yayınları, 2006.
Ebû Zehra, Muhammed. Zehratu’t-tefâsîr.
10 Cilt. Dâru’l-fikri’l-Arabî, t.y.
Fîrûzâbâdî, Ya‘kūb b. Muhammed el-. Tenvîrü’l-miḳbâs
min Tefsîri İbn ʿAbbâs. Lübnan: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, t.y.
İbn Ebî Zemenîn, Ebû ‘Abdillâh
Muhammed b. Abdillâh b. İsa. Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîz li İbn Ebî Zemenîn 5
cilt. Kahire: el-Fârûk el-Hadîse li’t-Tabâ‘ati ve’n-Neşr, 2002. Thk.
Muhammed b. Mustafa el-Kenz Ebû Abdillâh Hüseyin b. ‘Ukkâşe. 5 Cilt. Mısır:
el-Fârûk el-Hadîse, 1423/2002.
Kannevcî, Sıddîk Hasan Han el-. Fetḥu’l-beyân
fî maḳāṣıdi’l-Ḳurʾân. 15 Cilt. Beyrut: el-Mektebetü’l-Asriyye li’t-Tabâati
ve’n-Neşr, 1412/1992.
Mâtürîdî, Ebû Mansûr Muhammed el-. Te’vîlâtü’l-Kur’ân.
Thk. Mecdî Bâslûm. 10 Cilt. Beyrut: Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1426/2005.
Nesefî, Mahmud Hafızuddîn el-. Tefsîrü’n-Nesefî
(Medârikü’t-tenzîl ve hakāiku’t-teʾvil). Thk. Yusuf Ali Bedîvî. 3. Bs, 3
Cilt. Beyrut: Daru’l-Kelimi’t-Tayyib, 1419/1998.
Râzî, Fahruddin er-. Mefâtihu’l-gayb.
3. Bs, 32 Cilt. Beyrut: Daru İhyai Turasi’l-Arabi, 1420.
Sem‘ânî, Muhammed b. Abdilcebbar
es-. Tefsîrü’l-Ḳurʾân. Thk. Yâsir b. İbrâhim - ve Ebû Bilâl Ganîm b.
Abbas. 6 Cilt. Riyad: Daru’l-Vatan, 1418/1997.
Taberî, Ebu Cafer Muhammed bin Cerîr
et-. Camiu’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân. Thk. Abdullah b. Abdülmuhsin
et-Türkî. 26 Cilt. Beyrut: Dâru Hicr Li’t-Tabaa ve’n-Neşr ve’t-Tevzi`
ve’l-İ`lan, 1422/2001.
Uleymî, Mucîruddîn b. Muhammed el-. Fethu’r-rahmân
fî tefsîri’l-Kurʾân. Thk. Nuruddin Talib. 7 Cilt. Daru’n-Nevâdir,
1430/2009.
Zemahşerî, Ebü’l-Kāsım Mahmûd ez-. el-Keşşâf
ʿan ḥaḳāʾiḳı ġavâmiżi’t-tenzîl ve ʿuyûni’l-eḳāvîl fî vücûhi’t-teʾvîl. 3.
Bs, 4 Cilt. Beyrut: Daru’l-Kitabi’l-Arabi, 1407/1986.
Yazının künyesi: Kayacan, Murat, “Kur’an’da Allah bilir!”
İfadesinin İzdüşümleri, Haksöz Dergisi, S. 351, Haziran 2020. (ss. 41-47).
[1] Mahmud Hafızuddîn el-Nesefî, Tefsîrü’n-Nesefî
(Medârikü’t-tenzîl ve hakāiku’t-teʾvil), thk. Yusuf Ali Bedîvî, 3. Bs
(Beyrut: Daru’l-Kelimi’t-Tayyib, 1419/1998), 2. 208.
[3] Ya‘kūb b. Muhammed el-Fîrûzâbâdî, Tenvîrü’l-miḳbâs
min Tefsîri İbn ʿAbbâs (Lübnan: Dârü’l-Kütübi’l-İlmiyye, t.y.), 33.
[4] Ebu Cafer Muhammed bin Cerîr et-Taberî, Camiu’l-beyân
fî tefsîri’l-Kur’ân, thk. Abdullah b. Abdülmuhsin et-Türkî (Beyrut: Dâru
Hicr Li’t-Tabaa ve’n-Neşr ve’t-Tevzi` ve’l-İ`lan, 1422/2001), 16: 629.
[5] Sıddîk Hasan Han el-Kannevcî, Fetḥu’l-beyân
fî maḳāṣıdi’l-Ḳurʾân (Beyrut: el-Mektebetü’l-Asriyye li’t-Tabâati
ve’n-Neşr, 1412/1992), 4: 57.
[6] Bu güvenli ortam başka bir ayette şöyle ifade
edilir: “Görmediler mi ki çevrelerinde insanlar kapılıp alınırken (kendi beldelerini)
güvenli, dokunulmaz bir bölge kıldık. Hala batıla inanıp da Allah'ın nimetini
inkar mı ediyorlar?” (el-Ankebût 29/67).
[7] Ebû Mansûr Muhammed el-Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân,
thk. Mecdî Bâslûm (Beyrut: Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1426/2005), 5: 434.
[8] Ebû ‘Abdillâh Muhammed b. Abdillâh b. İsa İbn
Ebî Zemenîn, Tefsîru’l-Kur’âni’l-‘Azîz li İbn Ebî Zemenîn 5 cilt. Kahire:
el-Fârûk el-Hadîse li’t-Tabâ‘ati ve’n-Neşr, 2002., thk. Muhammed b. Mustafa
el-Kenz Ebû Abdillâh Hüseyin b. ‘Ukkâşe (Mısır: el-Fârûk el-Hadîse, 1423/2002),
2: 411.
[9] Bu batıl cümle için bk. Sahurdan Kalplere
Sahurdan Kalplere 5. Bölüm kisaltt.com/tugrul-inancer 1 saat. 12. dakika 34.
saniye Erişim tarihi: 15.4.2020. Ne yazık ki bu şahsın bu batıl sözünden ziyade
“yüklü hanımlarla ilgili sözleri” tepki almıştır.
[12] Mucîruddîn b. Muhammed el-Uleymî, Fethu’r-rahmân
fî tefsîri’l-Kurʾân, thk. Nuruddin Talib (Daru’n-Nevâdir, 1430/2009), 4:
51.
[13] `AbdulḤamīd A. AbūSulaymān, Towards an
Islamic Theory of İnternational Relations: New Directions For Islamic
Methodology and Thought (the USA: The International Institute of Islamic
Thought (IIIT), 1401/1981), 25.
[14] Muhammed b. Abdilcebbar es-Sem‘ânî, Tefsîrü’l-Ḳurʾân,
thk. Yâsir b. İbrâhim ve Ebû Bilâl Ganîm b. Abbas (Riyad: Daru’l-Vatan,
1418/1997), 4: 182.
[15] Adaklar, kişiye eziyete dönüşmeyecek şekilde
olmalıdır. Hayrı engelleyen, isyan niteliği taşıyan adak adanmışsa yemin
bozulmalı ve yemin kefareti verilmelidir.
[16] “(Cennetlik olan iyi insanlar dünyada)
adaklarını yerine getirirler ve kötülüğü yaygın olan bir günden korkarlar.”
(el-İnsân 76/7).
[17] Ebü’l-Kāsım Mahmûd ez-Zemahşerî, el-Keşşâf
ʿan ḥaḳāʾiḳı ġavâmiżi’t-tenzîl ve ʿuyûni’l-eḳāvîl fî vücûhi’t-teʾvîl, 3. Bs
(Beyrut: Daru’l-Kitabi’l-Arabi, 1407/1986), 1. 316.