“Ailemiz” ifadesinin Kur’an’daki bağlamı
Aile, akrabalık ilişkisiyle
bir araya gelenlerin oluşturdukları topluluktur. Sadece karı-koca ve
çocuklardan meydana gelen aileye “çekirdek”, bir aile reisinin başkanlığında eş, çocuk,
torun, gelin, damat, amca, dayı, hala ve teyzelerden oluşan aileye de “büyük
aile” denilmektedir. Bu yazıda ele alınacak sorunsal, bir surenin iki
ayetinde ehlenâ (Yûsuf 12/65, 88) bir surenin bir ayetinde de ehlinâ
(Tûr 52/26) şeklinde ve toplam üç defa geçen “ailemiz” ifadesinin anlam
çerçevesini ortaya koymaktır. Ayetlerin içlerinde bulunduğu surelerin
kronolojisine dikkat edilerek değerlendirilecek konu, klasik ve modern dönem
yorumların ışığında ve tematik bir yaklaşımla analiz edilecektir. Amacımız “Kur’an’da aile”nin doğru anlaşılmasına
ve ilişkili kelimeler üzerine yapılacak daha kapsamlı çalışmalara katkı
sunmaktır.
Hz. Ya‘kūb’un oğulları,
ticaret için Mısır’a gidip döndüklerinde getirdikleri yükleri henüz indirmeden Yûsuf’un
baba bir kardeşi Bünyamin’i de Mısır’a götürebilmek için babalarını iknaya
çalıştı. Hz. Yûsuf, onun getirilmesini şart koşmuştu (Yûsuf 12/63). Hz. Ya‘kūb,
Yûsuf gibi Bünyamin’i de kaybedecekleri endişesini oğullarına dile getirdi (Yûsuf
12/64). Bunun ardından Kur'an, Hz. Ya‘kūb’un oğullarının -babaları da
yanlarındayken- ne yaptıklarını şöyle betimler: “Eşyalarını açtıklarında
sermayelerinin kendilerine geri verildiğini gördüler. Dediler ki: Ey babamız!
Daha ne istiyoruz? İşte sermayemiz de bize geri verilmiş. Bunlarla ailemiz için yine yiyecek getiririz,
kardeşimizi koruruz ve bir deve yükü de fazla alırız; çünkü bu az bir miktardır.”
(Yûsuf 12/65). Oğullar, Bünyamın konusunda Ya‘kūb’u ikna etmeye çalışırken
dünyevi kazançları gündeme getirmektedir. Onlar “Daha ne istiyoruz (mâ
nebġî)?” derlerken sermayelerinin kendilerine iade edildiğini gördüklerinde
sevindiklerini belirtmiş olmaktadırlar. Bu ifade, Arapçada “Bir şey
istemiyoruz (mâ nebġî).” şeklinde de anlaşılabilir. Bu durumda “Baba,
senden sadece Bünyamin’i yanımızda götürmemize izin vermeni istiyoruz. Bunun
dışında bir isteğimiz yok.” demiş olurlar. Ayetteki “çünkü bu az bir miktardır (keylun yesîr)” ifadesi,
Bünyamin ile birlikte Mısır’dan erzak almaya gitme şartının daha fazla rızık
temini için kolay bir şart olduğu anlamında olabileceği gibi Mısır dönüşü
getirdiklerinin kendilerine yetmeyeceği manasında da olabilir. Bu ifadeyi Hz. Ya‘kūb’un
söylediği varsayılırsa o zaman da “Biraz daha fazla erzak için Bünyamin’i
tehlikeye atmak uygun olmaz.” gibi bir şey kastedilmiş olur.
Hz. Ya‘kūb’un oğulları
Mısır’a gitti ve Hz. Yûsuf’un huzuruna çıktı: “Yûsuf'un yanına girdiklerinde
dediler ki: Ey aziz! Biz ve ailemiz sıkıntı içinde ve biz değersiz bir sermaye
ile geldik. Hakkımızı tam ölçerek ver. Ayrıca bize bağışta da bulun. Şüphesiz
Allah, sadaka verenleri ödüllendirir.” (Yûsuf 12/88). Ayetteki “Bizi ve
ailemizi kıtlık bastı.” ifadesinden yola çıkarak insanların zorluk
zamanlarında kendilerine yardımcı olabilecek kimselere hallerinden söz edip çare aramalarının normal
olduğu söylenebilir; ancak meseleyi Allah’a isyan boyutuna taşımak doğru
değildir, sabırlı olmak gerekir. Yûsuf’un kardeşlerinin gündeme
getirdikleri sıkıntılar, onun şefkat duygularını harekete geçirmeye yönelikti.
Bu tutumları etkili de oldu (Yûsuf 12/89-90). Hz. Ya‘kūb’un oğullarının “Allah
sadaka verenleri ödüllendirir.” yerine “Allah sadaka verirsen seni
ödüllendirir.” dememeleri, Hz. Yûsuf’un Müslüman olmadığını düşündüklerini
ancak bir yandan da onu İslam’a yönlendirmek istediklerini akla getirmektedir.
İstedikleri bağış, kendilerine bol erzak vermesi, iyi davranılması olabileceği
gibi alıkonulan kardeşlerinin serbest bırakılması da olabilir. Bu son anlam
esas alındığında önce kendilerinin maddi açıdan acındırdıkları, kardeşlerinin
serbest bırakılması talebini sonraya bıraktıkları söylenebilir.
Takvalı bir aile hayatına
sahip olmak, cennet yolcularından olmak demektir. Cennetliklerin diyalogları
buna işaret eder: “Derler ki: Daha önce biz, ailemiz içinde bile korkardık.”
(et-Tûr 52/26). Ayetten anlaşılan şey, cennetliklerin aile yaşamlarında Allah’a
isyandan, imanlarını kaybetmekten ve kötü akıbetten korkup ahirette zarar
görmemek için gerekli tedbirleri aldıklarıdır. Onlar dünyadayken aile
bireylerinin birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ettikleri, iyiliği emredip
kötülükten alıkoymuşlardır. Dünyada insan, öncelikle ailesinin maslahatını
gözetir. Bu maslahatı gerçekleştirirken ilişkiler kulluk bilinciyle şekillenirse
peşinden kurtuluş gelir. Aksi takdirde aile, ilahi rahmetten uzaklaştırıcı bir
rol oynar. Aile ortamı, insanın belki de kendisini en çok güvende hissettiği
yerdir. Aile (ehl) geniş anlamda düşünülürse eşler ve çocukların
yanında akrabalar ve dostlar da bu kapsama girer. Öyle bir ortamda akıbeti
konusunda endişelenen insan o kulluk bilinciyle başka ortamlarda daha çok
Allah’tan korkar.
Görüldüğü gibi “ailemiz”
ifadesinin yer aldığı ayetlerde ailenin geçimini sağlamanın önemine ve
değerine, bağışta bulunmanın Allah tarafından ödüllendirileceğine,
cennetliklerin aile hayatlarının dünyada takva üzerine kurulu olduğuna işaret
edilmektedir.
28.5.2020 Haksöz Haber