Sâmirî Kıssası Bağlamında Kur’an’da Islah ve İfsat Çatışması -3-
Sâmirî kıssasına dair önceki iki yazımızda Allah’ın,
İsrailoğullarının saptığını Hz. Musa’ya bildirmesi, Hz. Musa’nın öfkeli ve
üzgün bir şekilde kavmine dönmesi, İsrailoğullarının putperestliğe yönelmesi
ile onların sapıtmalarında Sâmirî ve destekçilerinin rolüne değinmiştik. Bu
yazımızda Tâhâ suresi 89-91. ayetler bağlamında putperestliğin tutarsızlığına
nasıl dikkat çekildiğini, Hz. Harun’un toplumsal ıslah çabalarını ve İsrailoğullarının
ona yanıtını ortaya koyacağız. Konu ele alınırken “Kur’an’ın Kur’anla tefsiri”
yöntemiyle kıssanın daha iyi anlaşılmasına katkı sunduğu düşünülen başka
ayetlere de yer verilecektir.
Hiçbir şey, Allah’ın fayda veya zarar vermeyi dilemesine
karşı durmaya güç yetiremez. Demek ki tapılmayı hak eden tek varlık O’dur:
“Onlar görmüyorlar mıydı ki o buzağı, kendilerine hiçbir sözle karşılık
veremiyor; onlara ne bir zarar ne de bir yarar vermeye gücü var.” (Tâhâ
20/89). Ayetteki soru, şirke yönelen İsrailoğullarını azarlayarak düşünmeye
sevk eden bir sorudur. Madem buzağının böğürmesi rüzgârın etkisiyle oluyor yani
konuşması bile mümkün değil, böylesine aciz bir varlık nasıl tapılmayı hak
eder? Bu ifadede tanrı edinilen buzağının acizliğine dair söylenenlerin
gerçekleşmesi durumunda onun ilah olabileceği kastedilmemiştir. Onun için
imkânsız olan bu eksiklerini giderebilseydi bile yine nihai anlamda Allah’ın
izin verdiği ölçüde o yetilerini kullanabilirdi ve ilah olması yine söz konusu
olmazdı. Onlar, cansız buzağıya tapmakla hayvanlara tapan müşriklerden daha da
alçalmış oluyorlardı. Ayette eleştiri hem tapılana hem tapana yöneltilmiştir.
Diyelim ki o buzağıya tapmayı terk ettiler, başlarına o buzağının
getirebileceği bir bela var mı? Şöyle de sorulabilir: Buzağı, bırakın
kendisine tapanlara yağmur indirmeyi, nimet vermeyi vs. bunları yapmaya niyet
bile edebilir mi? Bu soruların cevabı çok açık bir “Hayır!”dır. Hâlbuki Hz.
Musa’nın tapmaya davet ettiği Allah, kullarına zarar veya fayda vermek
istediğinde O’na engel olabilecek bir varlık yoktur; çünkü her şeyi o
yaratmıştır. O’na karşı çıkabilenler bile O’nun izin verdiği ölçüde muhalefet
edebilmektedir.
Yukarıdaki ayette şirkin tutarsızlığına dikkat çektikten
sonra Kötülükten vazgeçirmeyi terk etmenin ne kadar kötü bir şey olduğunu
(el-Mâide 5/79) bilen Hz. Harun’un, rabbi ile görüşmek üzere Tûr’a gitmiş olan Hz.
Musa dönmeden önce İsrailoğullarına nasıl öğüt verdiğine Kur’an şöyle dikkat
çekmektedir: “Ant olsun ki Harun daha önce onlara, ‘Ey kavmim! Siz bununla
(buzağı ile) imtihana çekildiniz. Sizin gerçek rabbiniz Rahman'dır. Gelin bana
uyun ve emrime itaat edin.’ demişti.” (Tâhâ 20/90). Harun, Allah’a şirk
koşulmasını engelleyemediyse de hayatın gerçekleri üzerine kafa yormuş ve bilgi
sahibi biri olarak üzerine düşeni yapmıştı. İsrailoğullarını Allah’a ve
elçisine (yani kendisine) itaate çağırmıştı. Sâmirî’nin yaptığının bir şer
olduğunu, bu şerle sınavdan geçirildikleri gerçeğini onlara hatırlatmıştı. Onlara
öğüt vererek yanlışlarını gösterirken “buzağıyla” yerine “bununla” sınava
tabi tutulduklarını söylemesi, putun değersizliğine dikkat çekmek içindir.
O, İsrailoğullarını önce kötülükten (şirk) uzaklaştırmaya ardından da hakikate
(gerçek rabbin Allah olduğu) yönlendirmeye çalışmıştır. Yani yoldaki çalı,
çırpıyı ve taşları kaldırmaya çalışmış; yolda dosdoğru ilerlemelerini sağlamaya
çalışmış; onları, kendisine itaate ve emrine uymaya davet etmiştir. Hz.
Harun’un İsrailoğullarının şirke yönelmekten uzaklaştırmak isterken Allah’ın
“Rahman (merhametli) oluşuna” dikkat çekmesi, şirke yönelen babasını doğru yola
çağıran Hz. İbrahim’in üslubuna benzemektedir: “Ey babacığım! Doğrusu ben,
Rahman'dan sana bir azabın dokunmasından ve böylece şeytana dost olacağından
korkuyorum.” (Meryem 19/45). Hz. Harun, kavmini şirkten alıkoymak için
elinden geleni yapmış olmasına rağmen, tahrif edilmiş Tevrat’a göre o, Sâmirî’nin
yaptığı çirkin işin gerçek failidir.[1]
Allah’ın peygamberi böyle bir iftiradan
uzaktır.
Hz. Musa’nın, “Kavmimde benim yerime geç, ıslah et ve
bozguncuların yolunu tutma!” (el-Â`raf 7/142) öğüdüne uygun olarak üstüne
düşen görevi yerine getiren Hz. Harun’a, İsrailoğullarının tepkisini Kur’an
şöyle dile getirmektedir: “Dediler ki: Musa bize dönünceye kadar ona
tapınmaktan geri durmayacağız.” (Tâhâ 20/91). Belli ki Hz. Musa’nın
İsrailoğulları üzerindeki otoritesi, vekili Hz. Harun’inkinden daha fazladır.
Her iki peygamber tevhide davet etse de İsrailoğulları nispeten daha sert
mizaçlı Hz. Musa’dan çekinmektedir. Onları doğru yola getiren şey merhametten
ziyade korkudur. Dolayısıyla toplumların bir kısmı bireyler gibi bazen
sevgiyle değil, korkuyla kötülükten uzaklaşmaktadır. Ayrıca Hz. Musa ile
Hz. Harun’un mesajı aynı olmasına rağmen, onlar meseleyi kişi merkezli olarak
görmekte ve delile, hak çağrıya değil, Hz. Musa’nın tavrına göre hareket
edeceklerini söylemektedirler. Bu da onların “taklitçi” olduğunu gösterir.
Görüldüğü gibi Sâmirî kıssasına dair bu yazıda ele aldığımız
üç ayette (Tâhâ 20/89-91) putperestliğin yanlışlığına ek olarak Hz. Harun’un
İsrailoğullarını kötülükten alıkoymaya, onları rab olarak Allah’ı tanımaya ve
peygamber olarak kendisine itaate çağırdığına ancak taklitçi kavminin onun Hz.
Musa’nınkinden farksız mesajını dinlemediğine dikkat çekilmektedir.
7.5.2020 Haksöz Haber