Sâmirî kıssasına dair önceki dört yazımızda Allah’ın “İsrailoğullarının saptığını” Hz. Musa’ya bildirmesi, Hz. Musa’nın öfkeli ve üzgün bir şekilde kavmine dönmesi, İsrailoğullarının putperestliğe yönelmesi ile onların sapıtmalarında Sâmirî ve destekçilerinin rolü, putperestliğin tutarsızlığı, Hz. Harun’un toplumsal ıslah çabaları, İsrailoğullarının ona yanıtı ve Hz. Musa’nın, yerine vekil bıraktığı Hz. Harun’u sorgulamasını ele almıştık. Bu konudaki son yazımızda ele alacağımız problem, “ıslah-ifsat çatışması” bağlamında Hz. Musa’nın şirk suçunun elebaşı Sâmirî’yi nasıl sorguladığı ve cezalandırdığının Tâhâ sûresi 95-98. ayetler bağlamında nasıl ortaya konulduğudur. Bu problem ele alınırken Kur’an’ın Kur’anla tefsiri metoduyla Sâmirî kıssasının bu kısmının anlaşılmasına katkı sunacak ayetlere de referansta bulunulacaktır.
Hz. Musa, İsrailoğullarını idare etsin diye vekil bıraktığı kardeşi Hz. Harun’u, İsrailoğullarının putperestliğe yönelmeleri konusunda hesaba çektikten sonra bu suçun elebaşı Sâmirî'ye yöneldi ve hoşnutsuz bir şekilde “Ey Sâmirî! Senin bu yaptığın nedir, dedi.” (Tâhâ 20/95). Ayetteki soru üslubu, Sâmirî’nin işlediği günahın büyüklüğünü gösterme ve suçunu kendisinin itiraf etmesini sağlama amaçlıdır; çünkü o, İsrailoğullarındaki potansiyel putperestlik eğilimini (el-A`raf 7/138) pratiğe dökecek bir eylemlilik içine girmişti. Arapçada bu soru kalıbı, beğenilmeyen bir iş yapan kimseye hitap için kullanılır. Ayette suçlunun savunması alınmadan cezalandırılmayacağına bir işaret vardır. Yani dinde “yargısız infaz” yoktur.
Sâmirî, İsrailoğullarını nasıl saptırdığını anlatırken düşünüp taşınıp değil, nefsine uyup bu yanlışa düştüğünü ifade etmektedir. Zaten sağlam akıl, şirki olumsuzlar: “Sâmirî, ‘Onların görmedikleri bir şey gördüm: (Sana gelen) ilâhî elçinin izinden bir avuç aldım ve onu attım. Bunu, bana böylece nefsim hoş gösterdi.’ dedi.” (Tâhâ 20/96). Sâmirî, elçinin yani Hz. Musa’nın izinden kısmen -muhtemelen Firavun ve ordusu helak edilene kadar- gitmiş, daha sonra onu da bırakmış hatta İsrailoğullarını da saptırmaya çalışmıştır. Ayetteki “elçi”nin Cebrail olduğu görüşü doğru kabul edilirse Sâmirî’nin hayal unsuru bağlantılardan (Cebrail’in, onun atınının ayak bastığı yerden toprak almak gibi) söz ederek sapkınlığı organize ettiği söylenebilir.
Şirk organizasyonu nedeniyle Sâmirî toplumdan tecrit edilir. Artık ona bir şey satmak ya da almak, onunla konuşmak İsrailoğulları için söz konusu olmayacaktır: “(Musa ona şöyle) dedi: “Haydi çekil git. Artık senin hayat boyu yapacağın, 'Bana dokunulmasın!' demek olacaktır. Hem senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır. Bir de ibadet edip durduğun ilahına bak! Elbette biz onu yakacağız, sonra da kül edip muhakkak onu denize savuracağız.” (Tâhâ 20/97). Sâmirî’nin ömür boyu Bana dokunulmasın! diyecek olmasının, Hz. Musa’nın Sâmirî ile ilişkiler konusunda koyduğu bir yasağı ima ettiği söylenebilir. Bununla birlikte onun bir hastalığa tutulacağı bundan dolayı kendisini zorunlu olarak tecrit etmesinin gerekeceği yorumu da mevcuttur. Ayrıca Kur’an’ın karı-koca ilişkilerini estetik bir tarzda anlatmasından (el-A`raf 7/189; el-Mâide 5/6) yola çıkılırsa söz konusu cümle “Soyun kurusun!” anlamına da gelebilir. Sâmirî’nin, yaptığı put için “İşte bu sizin de tanrınız, Mûsâ’nın da tanrısıdır; fakat o bunu unuttu.” (Tâhâ 20/88) demesinden yola çıkarak onun dinî görünümlü bir batıl iş sergilediği dolayısıyla “bid`at çıkardığı” söylenebilir. Bu durumda Hz. Musa’nın yasağından “bid`atçılardan uzak durmak” gerektiği şeklinde bir ders çıkarılabilir. Ayetteki “Hem senin için asla kaçamayacağın bir ceza daha vardır.” ifadesi, onun tek başına kaldığı dönemde çekeceği dünyevi azaba işaret etmiş olabileceği gibi tövbe etmeden ölmesi durumunda ahirette uğrayacağı cehennem azabına işaret niteliğinde de olabilir. Sâmirî’nin yaptığı putu yanında götürmesine izin verilmemesi, Mekke’nin fethiyle Kâbe’deki putların putperestlere verilmeyip kırılmasını akla getirmektedir. Putun yok edilmesi ile İsrailoğullarına Allah’tan başka tapılan nesnelerin fayda veya zarar verme gücüne sahip olmadığı pratik olarak gösterilmiştir.
Sâmirî’nin yaptığının ne kadar kötü olduğunun belirtilmesinin ardından onun İsrailoğullarının tapması için yaptığı buzağının ibadete layık olmadığı aksine tapılmaya layık tek varlığın Allah olduğu, Sâmirî kıssasına dair son ayette şöyle belirtilmektedir: “Sizin ilâhınız, ancak kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah'tır. Onun ilmi her şeyi kuşatmıştır.” (Tâhâ 20/98). Bu ayet ile Sâmirî eleştirisi ve ona ceza verilmesinden, genele dönük bir mesaja geçilmiş olmaktadır. Bu sayede hakikat sadece Sâmirî’ye sunulmakla sınırlanmamış, o dahil şirkin kötülüğünün gösterildiği İsrailoğullarına da hatırlatılmıştır. Taptıkları o heykel bir şey bilmemektedir ama her şeyin yaratıcısı ve sahibi olan Allah ise her şeyi bilir ve hiçbir şey O’ndan gizli gizli kalmaz. O, kendisine ibadet edeni de O’na şirk koşanı da bilir.
Görüldüğü gibi ele aldığımız ayetlerde Sâmirî’nin işlediği günahın büyüklüğüne, onun sapıtır ve saptırırken aklına değil arzularına uyduğunu itirafına, Hz. Musa tarafından ona verilen cezaya ve tapılmaya layık olan tek varlığın Allah olduğuna işaret edilmektedir.
21.5.2020 Haksöz Haber