Nûrü’l-Beyân Kur’ân-ı Kerîm Tefsîrinin Türkçe Tercemesi
Hüseyin Kâzım Kadri (1870-1934)
başkanlığında bir heyet tarafından kaleme alınan Nûrü’l-Beyân Kur’ân-ı Kerîm
Tefsîrinin Türkçe Tercemesi[1]
adlı eser Ömer Mahir Alper tarafından hazırlandı ve Vadi Yayınları, eseri
okuyucuyla buluşturdu. Kitapla ilgili Yasin Aktay, Yeni Şafak Gazetesi’nde “Cumhuriyet
döneminde Kur'an tercümelerine dair” ve “Kur'an
tercümesinde mükemmellik beklentisi” adlı sosyolojik açıdan iki yazı
kaleme aldı. Biz ise söz konusu eseri, kitabın baş kısmında yer alan biri Ömer
Mahir Alper’e diğer ikisi de Hüseyin Kâzım Kadri’ye ait toplam üç yazıyı
merkeze alarak ve büyük oranda tefsir ilmi açısından değerlendireceğiz. Bu
yazıda söz konusu eser bağlamında şu soruların yanıtları aranacaktır: Eserin
vücut bulmasında kimler rol aldı? Eserde Kur'an’ın yorumlanması konusunda “bir
yenilik” iddiası söz konusu mudur? Kur'an’ın bire bir çevirisi mümkün müdür?
Niçin söz konusu eserin kısa olması hedeflenmiştir? Mehmed Âkif Ersoy’un (1873-1936)
başyazarlığını yaptığı Sebîlürreşad
dergisinde bu esere ne tür eleştiriler yapılmıştır? Ayrıca T.C.’nin ilk Diyanet
İşleri Reisi Rifat Börekçi’nin (1860-1941) bu esere karşı tutumu ne olmuştur?
Eserde neshe bakış nasıldır? Yararlanılan tefsir kaynaklarının çerçevesinin
dışına çıkıl mışmıdır? Eserde tercih edilen yöntem ve üslup nasıldır? Âkif’in
mealiyle karşılaştırıldığında bu eserin kullandığı dil nasıldır? İslami
ilimlere vâkıf olmayanların, bu eksiklikleri nedeniyle ayetlerin anlamına
ilgisiz kalmaları uygun mudur? Hüseyin Kâzım’a göre tefsir ilminde hadislerin
yeri nedir ve bunu nasıl gerekçelendirmektedir?
Nûrü’l-Beyân Kur’ân-ı Kerîm
Tefsîrinin Türkçe Tercemesi, Hüseyin Kâzım Kadri ve onun ifadesiyle Arapça,
hadis, fıkıh ve tefsir ilminde uzman Ayıntâbî Mustafa Efendi’nin çabalarıyla
ortaya çıkmıştır. Bu zor işte onlara yardımcı olan birkaç isimden de söz
edilmektedir.
[2][3]
Bu tarz tefsir yazımı pek kabul görmese de Kur’an Yolu Türkçe ve Meal Tefsir[4] adlı
eser de benzer şekilde bir ekip tarafından kaleme alınmıştır.
Alper’in belirttiğine göre
Hüseyin Kâzım, Kur’an’ın Arapça dahil başka bir dile çevrilemeyeceğini
düşünmektedir.[5]
Bu nedenle olmalı ki esere "Kur'an’ın Tercemesi” adı verilmemiştir. Eserde
bir yenilik iddiası yoktur. Yapılan şey, belirlenen tefsirlerdeki yorumların
Türkçeye nakli ve tercemesinden ibarettir. Eserde illa bir yenilik görülecekse
bu, sadece Hüseyin Kâzım’ın yaşadığı dönemde anlaşılır bir dil kullanılmaya
çalışılmasıdır.[6]
Dolayısıyla onun eserden beklediği şey, insanların Kur’an ayetleri hakkında
yapılan yorumları bilmesi ve anlamasıdır. “Kur’an Tercemesi”nden uzak durma
eğilimi, biraz da Hüseyin Kâzım’ın yaşadığı dönemde “Türkçe namaz”
tartışmalarının yaşanması, böyle bir uygulamaya kaleme alınan mealin malzeme
yapılması korkusu olsa gerektir.
Alper, Hüseyin Kâzım’ın modern
dönemle birlikte ortaya çıkan şartlarda, tefsir geleneği ile okuyucu arasında
ciddi bir mesafeye yol açtığı kanaatinde olduğunu, özlü bir tefsire ihtiyaç
gördüğünü, bu gereksinimi karşılamak için muteber tefsirlere dayanılarak Nûrü’l-Beyân
Kur’ân-ı Kerîm Tefsîrinin Türkçe Tercemesi’nin kaleme alındığını
belirtmektedir.[7]
Hüseyin
Kâzım, ayrıntılı bir eser ortaya koymalarının aslında mümkün olduğunu ama onu
okuyacak hiçbir kimsenin bulunmayacağını belirtmektedir.[8]
Günümüze nispetle hayatın daha yavaş olduğu o dönemde de günümüzdeki meal-tefsirler
gibi “özlü bir tefsire” ihtiyaç duyulmuş olması ilginçtir. Anlaşıldığı
kadarıyla Hüseyin Kâzım, okuma açısından daha az zahmetli bir tefsirin daha fazla
ilgi görüp okunacağı düşüncesindedir.
Nûrü’l-Beyân Kur’ân-ı Kerîm Tefsîrinin
Türkçe Tercemesi, sahibi ve müdürünün Eşref Edib (1882-1971) ve başyazarının
Mehmed Akif Ersoy olduğu Sebîlürreşâd dergisi tarafından
eleştirilmiştir.[9]
Sözgelimi Fatiha suresindeki “yevmi’d-dîn”in eserde “kıyâmet günü” diye
tercüme edilmesi tenkit konusu yapılmıştır.[10]
Hâlbuki Sebîlürreşâd’ın başyazarı Mehmed Âkif de mealinde “kıyamet günü”
şeklindeki çeviriyi kullanmıştır. Yine Fatiha suresindeki “ihdinâ”nın “bize
… göster” diye çevrilmesi sorun edilmiştir. Âkif’in Anglikan Kilisesi’ne
Cevap adlı eserinde de “ihdinâ”nın çevirisi “bizlere … göster”
şeklindedir.[11]
Alper’in verdiği karşılaştırmalardan burada söz ettiğimiz ikisinden de
anlaşıldığı gibi sözkonusu esere yönelik Sebîlürreşâd’daki eleştirilerin
başka bir konudaki uyuşmazlığın yansıması olduğu düşünülebilir. En doğrusunu
Allah bilir.
Alper’in aktarımına göre Rifat Börekçi,
söz konusu eserde Bakara suresi 184. ayetteki yutîkûnehu kelimesinin yer
aldığı cümleye “Tâkati olduğu halde oruç tutmayanların her gün için fidye
vermeleri lazımdır.” şeklinde meal verilmesinin[12]
fâhiş bir hata olduğunu söylemektedir.[13]
Hâlbuki eserde bu kolaylığın bir sonraki ayetle (el-Bakara 2/185) neshedildiği[14] ve bazı ayetlerde neshin olduğu konusunda
ittifak edildiği ifade edilmektedir.[15]
Bu durumda Börekçi, söz konusu esere göre hükmü kalkmış bir ayete verilen
anlamı eleştiren kişi pozisyonuna düşmektedir. Kur'an’da çelişki olduğu
iddialarına ve tarihselci yaklaşıma malzeme sunan “nesh teorisine” başvurmaksızın
da ayetin yorumu mümkündür. İnsanların bir kısmı oruca takat getirip oruç
tutmakta -hastalar, yaşlılar vs.- ama bu ibadeti yerine getirirken çok
zorlanmaktadır. Bu gibi kimselere ayette bir ruhsat vardır. Oruç tutmak
kendisine eziyet derecesinde gelen kimseler bu ruhsattan faydalanıp oruç tutmak
yerine fidye (tutulmayan orucun telâfisi amacıyla ödenen bedel) verebilirler.
Alper’e göre Nûrü’l-Beyân Kur’ân-ı
Kerîm Tefsîrinin Türkçe Tercemesi adlı eserin yazarları Kur'an ile irtibatı
doğrudan değil, klasik tefsir geleneği üzerinden kurmak istemiştir.[16]
Bu tefsirler; İbn Cerir et-Taberî (ö. 310/923), Fahrüddîn er-Râzî (ö.
606/1210), Kādî Beyzâvî (ö. 685/1286), Ni‘metullāh Nahcuvânî (ö. 920/1514 [?]),
Celâleddin el-Mahallî (ö. 864/1459), Celâleddin es-Süyûtî (ö. 911/1505) ve
Ebüssuûd’un (ö. 982/1574) tefsirleridir.[17]
Hüseyin Kâzım, Beyzâvî tefsirine hâşiye yazan Şehâbeddin Hafâcî’den (ö.
1069/1659) de faydalandıklarını belirtir.[18]
Eserdeki Yûsuf suresi 21. ayete dair şu ifade de Kur'an ile ilişkinin klasik
tefsirler üzerinden kurulduğunun kanıtıdır: “(…) Lakin kendiliğimizden hiçbir
şey yazmadığımız için bu âyetlerde de müfessirlerin anladıklarını yazmaya
mecbur olduk.”[19]
Hüseyin Kâzım bu eserin Kur'an’ın değil müfessirlerin tercemesi olduğunu,
yakînî bilgi sahiplerinin, adil kimselerin söz konusu eserde eseri
hazırlayanlara dayandırabilecekleri bir görüş ve hüküm olmadığını ifade eder.[20]
Yazarların görüş ortaya koyma konusundaki bu çekingen yaklaşımı, eseri sağlam
temellere dayandırma ve o eserlere ulaşamayanların ya da ulaşsa da dönemin
şartları gereği okumaya fırsat bulamayacak kimselerin anlama çabalarına katkı
sunmakla yetinmek istedikleri şeklinde yorumlanabilir.
Eserde ayetlerin ayetlerle tefsiri
yöntemi tercih edilmiş, ayetleri tefsir eden diğer ayetler alt alta gösterilmiş
ama ilk cüzlerdeki bu yöntem, eser uzayıp gitmesin diye sonraki kısımlarda terk
edilmiştir.[21]
Ayetlerin ayetlerle tefsiri Kur'an’ın Kur’an’la tefsiri diye de bilinir ve bu
yöntem, Hüseyin Kâzım’ın yaşadığı dönemde kaleme alınan Tefsîrü’l-Menâr’da
en güzel yöntem olarak belirtilmektedir.[22]
Alper’e göre Nûrü’l-Beyân Kur’ân-ı
Kerîm Tefsîrinin Türkçe Tercemesi adlı eserde her bir lafza karşılık bulma
gayretinden ziyade genel anlam ortaya konulmaya çalışılmıştır.[23]
Yani okur, “Acaba ayetteki falanca kelimeye bu eserde ne tür bir kelimeyle
Türkçeleştirilmiş?” sorusuna yanıt bulmak için uğraşmamalıdır. Eserin amacı,
ayetlerin lafzi çevirisini vermek değil, genel olarak anlamlarını ortaya
koymaktır. Hayat Kitabı Kur’an adlı mealde de benzer bir çeviri
üslup tercih edilmiştir.[24]
Nûrü’l-Beyân Kur’ân-ı Kerîm Tefsîrinin
Türkçe Tercemesi adlı eseri kaleme alanlar Âkif’in aksine ayetleri
sade bir dille Türkçeye aktarmamış anlamı daha iyi ifade ettiği düşünülen
ağdalı ifadelere yer vermişlerdir. Eserin, Âkif’in mealine kıyasla daha ziyade
“mektepli kimselere” hitap ettiği söylenebilir. Günümüz okurlarının anlamakta
zorlandığı Elmalılı Hamdi Yazır’ın tefsirindeki[25]
mealin, söz konusu eser ile Âkif meali arasında bir yerde durduğu ve hatta
anlaşılabilirlik açısından Âkif’in mealine daha yakın olduğu söylenebilir.
Hüseyin Kâzım’a göre o dönemin
şartlarında Kur'an’dan az çok bir anlam çıkarabilmek için herkesi
dilbilimlerinden şer`i ilimlerden, tefsirle ilgili ilimlerden sorumlu tutmak,
imkânsızı istemektir. Bunun yanında Kur'an’dan anlam çıkarma işini Arapçada,
dinî ilimlerde ve tefsirle ilgili ilimlerde uzman olanlara bırakmak da caiz
değildir. Bir şeyin çoğundan yoksun olan, azından da mahrum edilmemelidir.[26]
Bu yaklaşım gayet yerindedir. İslami ilimlerde uzmanlaşmak Müslümanların
genelini aşan bir sorumluluktur. Hemen herkes, anlaşılır bir üslupla
gönderilmiş olan Kur'an’ın mesajını genel hatlarıyla anlayabilir. Bu imkâna
Kur'an’ın indiği dilde sahip bulunmayanlar, kendi dillerinde olanak
bulduklarında asla geri durmamalı, Kur’an'ı anlama çabası içinde olmalıdır.
“Resulullah’tan (s), ashaptan ve
tabiin âlimlerinden bize ulaşan tefsirle ilgili rivayetlere gelince bunların
bir kısmını da bilmek zorunludur; çünkü sahih bir kanalla rivayet zinciri
Resulullah’a kadar dayandırılan bir rivayet, tefsirde önceliklidir.” denilen Tefsîrü’l-Menâr’daki
yaklaşıma[27]
benzer şekilde Hüseyin Kâzım da tefsirde hadislerin göz önünde bulundurulması
gerektiği düşüncesindedir ve bu yaklaşımını delil getirirken şu ayetleri
belirtir: “O kendi tutkusundan (hevasından) da konuşmuyor. O (konuştuğu,
kendine) vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir.” (en-Necm 53/3-4).
Bu ayetler, onun yaklaşımına delil olmaz. Peygamber’e (s) öğretilen ve asla
ekleme çıkarma yapmadığı şey Kur’an’dır. O ashâbı ile istişare ederken ona “Ya
Resulallah! Bu vahiy mi yoksa kendi içtihadınız mı?” diye sorarlar, vahiy
değilse kendileri de görüş belirtirlerdi. Bu durumda Resulullah (s) onlara,
“Her konuştuğum vahiydir. İtiraz etmeyiniz.” demezdi.
Sonuç
Nûrü’l-Beyân Kur’ân-ı Kerîm Tefsîrinin
Türkçe Tercemesi adlı eserin, günümüzdeki okurların ilgisine sunulması güzel
bir çabadır. Eserdeki dilin, kaleme alanlarca anlaşılır olması istenmişse de
Âkif’in mealinde kullandığı dile göre daha ağırdır. Bu açıdan eser, genel
okuyucuya değil, uzmanlara ve Osmanlıcaya ilgi duyanlara hitap etmektedir. Eser
kaleme alınırken klasik tefsirlerde bulunan görüşler çerçevesinde kalmak tercih
edilmiştir. Bu nedenle “klasik tefsirler gözüyle Kur’an’ın nasıl anlaşılabileceği”
konusunda okurlara özlü bir bilgi sunmaktadır. Hüseyin Kâzım’a göre eseri
yazanların, uzun bir tefsir yazma konusunda birikimleri yeterliyse de okunurluk
oranı dikkate alınıp Kur'an’ı anlamaya vesile olacak kısa bir eserin yazımı
tercih edilmiştir.
Eserde ayetlerin ayetlerle tefsiri
yöntemi tercih edilmişse de ilk cüzlerde kullanılan bu yöntem özlü bir eser
verme amacından dolayı sürdürülmemiştir. Eserde ayetlere meal verirken kelime
kelime karşılık bulmaya çalışılmamış, ayetlerin genel anlamının ortaya
konulması uygun görülmüştür.
Hüseyin Kâzım, İslami ilimlere vakıf
olmayanların da Kur'an’ı anlama çabası içine girmelerini istemektedir. Bu eser,
bu yaklaşıma uygun bir malzeme olmuştur; çünkü okur, onda tefsir alanındaki
önemli eserlerden damıtılmış anlamları görebilmektedir.
Kaynakça
Albayrak, Nurettin. “Hüseyin Kâzım
Kadri”. TDV İslam Ansiklopedisi. 554-555. İstanbul: TDV İslâm
Araştırmaları Merkezi, 1998.
Elmalılı,
Muhammed Hamdi Yazır. Hak Dini Kur’an Dili. 10 Cilt. İstanbul: Eser,
1979.
Ersoy,
Mehmed Âkif. Kur’an Meali. İstanbul: Mahya Yayınları, 2012.
İslamoğlu,
Mustafa. Hayat Kitabı Kur’an. 3. Bs. İstanbul: Düşün, 2009.
Karaman,
H. - Çağrıcı, M. - Dönmez, İK - Gümüş, S. Kur’an Yolu Türkçe ve Meal Tefsir.
5. Bs. Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı, 2014.
Kâzım
Kadri, Hüseyin. Nûrü’l-Beyân Kur’ân-ı Kerîm Tefsîrinin Türkçe Tercemesi.
İstanbul: Vadi Yayınları, 2019.
Reşîd
Rızâ, Muhammed. Tefsîrü’l-Menâr. 12 Cilt. Mısır:
el-Hey’etü’l-Mısriyyetu’l-`Amme li’l-Kitâb, 1990.
Mart 2020 Umran Dergisi
[1] Hüseyin Kâzım Kadri, Nûrü’l-Beyân
Kur’ân-ı Kerîm Tefsîrinin Türkçe Tercemesi (İstanbul: Vadi Yayınları,
2019).
[4] H. Karaman v.dğr., Kur’an
Yolu Türkçe ve Meal Tefsir, 5. Bs (Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı,
2014).
[9] Nurettin Albayrak,
“Hüseyin Kâzım Kadri”, TDV İslam Ansiklopedisi (İstanbul: TDV İslâm
Araştırmaları Merkezi, 1998), 18: 555.
[17] Kâzım Kadri, Nûrü’l-Beyân
Kur’ân-ı Kerîm Tefsîrinin Türkçe Tercemesi, XXXVIII. Celâleddin el-Mahallî’nin (ö. 864/1459) yarım bırakıp
Celâleddin es-Süyûtî’nin (ö. 911/1505) tamamladığı Kur’ân-ı Kerîm tefsiri Tefsîrü’l-Celâleyn
diye bilinir.
[22] Muhammed Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr
(Mısır: el-Hey’etü’l-Mısriyyetu’l-`Amme li’l-Kitâb, 1990), 1: 20.