Sâmirî Kıssası Bağlamında Kur’an’da Islah ve İfsat Çatışması -1-
Islah; düzeltmek, uygun hale
getirmek vb. anlamlara gelir. İfsat kelimesinin türediği fesede fiili;
geçersiz oldu, harap oldu, değişti gibi anlamlara gelir ve ıslah oldu
fiilinin zıt anlamlısıdır.[1] Sâmirî kıssası adeta bu iki kavramın
mücadelesinin somutlaştırılmış halidir. Hz. Musa ve Hz. Harun ıslah, Sâmirî[2] de ifsat çabası gütmektedir. İsrailoğulları Hz. Musa yanlarındayken
ıslaha, uzaklaşınca –içlerinde Hz. Harun olsa da onu dinlemeyip- ifsada
yakınlaşmaktadır. Söz konusu kıssaya (Tâhâ 20/85-98) odaklanmak bu çatışmanın
seyrini gözler önüne serecektir.
Firavun’un zulmüyle sınavdan geçirilip Hz. Musa önderliğinde
sağ salim Mısır’dan çıkabilen İsrailoğulları, bu kez de aralarındaki Sâmirî ile
sınava tabi tutulur. Ne yazık ki Sâmirî’nin tuzağına düşer ve Allah’a şirk
koşarlar. Bu olay Hz. Musa’nın, onların yanında değilken gerçekleşmiştir. Kur’an,
Sâmirî’den sadece Mekke’de inmiş olan Tâhâ suresinde söz eder. Bu isim, iki
yerde belirlilik takısıyla (ma`rife) es-Sâmirî şeklinde bir yer de de
belirsiz (nekira) olarak Sâmirî formunda geçmektedir. Bu yazıda söz
konusu kişinin kıssası[3]
bir bütün olarak ele alınacaktır. Kur’an’ın Kur’anla tefsiri yöntemiyle de bu
kıssayla ilişkili başka surelerin ayetleri de belirtilecektir. Söz konusu
kıssaya dair bu ilk yazıda Allah’ın İsrailoğullarının saptığını Hz. Musa’ya
bildirmesi ve Hz. Musa’nın öfkeli ve üzgün bir şekilde kavmine dönmesine dair
iki ayet (Tâhâ 20/85-86) değerlendirilecektir.
Hz. Musa’nın, rabbiyle görüştüğü (en-Nisâ 4/164), Kur’an’da
oldukça net bir şekilde ifade edilmektedir; fakat o güzel anda ona kavminin
sınavdan geçirildiği ve Sâmirî’ye uyup saptığı şeklindeki üzücü haber
bildirilmişti: “Allah ‘Doğrusu biz senden sonra kavmini sınavdan geçirdik.
Sâmirî onları saptırdı.’ dedi.” (Tâhâ 20/85). Sâmirî, şirki güzel
göstermeyi bilen ve belli ki İsrailoğullarının liderinin onlardan ayrı olduğu
bir anı kollayıp bir darbe vurmak niyetinde olan birisiydi. Bu girişiminde
başarılı da oldu. Her ne kadar ayette İsrailoğullarının saptığı söylense de
kastedilen çoğunluğu olsa gerektir. En azından onlarla soybağı olan Hz.
Harun’un tevhid üzere kalması bunun delilidir. Ayette “sınav” Allah’a, “saptırma”
Sâmirî’ye atfedilmektedir. Yani nihai anlamda her şey Allah’a bağlıdır.
Saptırma faaliyetleri de Allah’ın izin verdiği ölçüde gerçekleşir.
İlkeleri dikkate alanlar, liderleri yanlarında bulunmasa
bile başka yola sapmazlar. Kişi merkezli hareketler ise kişinin gitmesiyle
etkilerini yitirirler. İsrailoğulları, Hz. Musa’nın mesajını iyi kavrayamamış
görünmektedir: “Hemen Musa öfkeli ve üzgün olarak kavmine döndü (onlara
şöyle) dedi: Ey kavmim! Rabbiniz size güzel bir vaatte bulunmamış mıydı ? Aradan geçen zaman size çok uzun mu geldi
yoksa Rabbinizden size bir gazab inmesini arzu ettiniz de mi bana olan
vaadinizden caydınız?” (Tâhâ 20/86). Hz. Musa’nın ilahi bildirimi almasının
ardından “öfkeli ve üzgün” bir şeklide kavminin yanına dönmesi, onların
sözlerinde durmamalarına kızdığını, ahiretlerini mahvedecek bir şey yapmalarına
üzüldüğünü gösterir. Allah; İsrailoğullarını, Firavun çocukları öldürme,
köleleştirme vb. zulümlerinden kurtardı. Rablerinin onlara verdiği “güzel
bir vaat”; Tevrat, yardım, zafer, bağışlanma vb. iyilikler olarak yorumlanmıştır.
Onlara Hz. Musa’nın “Aradan geçen zaman size çok uzun mu geldi?”
şeklindeki sorusu, sapmalarının Mısır’dan çıkışlarından kısa bir süre sonra
gerçekleştiğini ifade ediyor olsa gerektir. Ya da Hz. Musa’nın Tur dağına
rabbiyle görüşmeye gitmesinin üzerinden uzun bir süre geçmediği halde
İsrailoğullarının sapması kastedilmiştir. Bu nankörlükleriyle onlar, adeta
Allah’tan belalarını istemiş olmaktadır. İşledikleri diğer bir suç da liderleri
Hz. Musa’ya verdikleri sözü tutmamaları şeklindeki isyanlarıydı. Hz. Musa,
onlara yönelik iki soruyla bir özeleştiri çağrısında bulunmakta ve suçlarını
itiraf etmelerini teşvik etmektedir. Islah için önce ifsadın farkına
varmak/vardırmak gerekir. Hz. Musa, İsrailoğullarını azarlama amaçlı olarak “gazab
inmesini” isteyip istemediklerini sormakla ilahi öfkenin onları kuşatacak
putperestliğe yöneldiklerini kast etmiş olabilir; çünkü o bağlamda Hz. Harun’a
“Başımıza bir azap getir.” dedikleri aktarılmamıştır. Bununla birlikte Sâmirî’nin
yönlendirmesiyle azaba uğramalarına neden olacak şirke yöneldikleri açıktır.
İsrailoğulları tevhid dinine uygun bir hayat süreceklerine söz vermiş
olmalarına rağmen, putperestliğe yönelerek sözlerini bozmuşlardı. Hz.
Musa’nın “bana olan vaadiniz” dediği şey, Firavun’un zulmünden kurtulurlarsa
doğru düzgün kul olacaklarına dair sözleri olmalarıdır; çünkü onların
dindarlığı “Müslümanım ama İslamî bir hayat düzenine karşıyım!” tarzı bir
dindarlıktır.
Görüldüğü gibi bu yazıda ele aldığımız Sâmirî kıssasına dair
ilk iki ayette (Tâhâ 20/85-86) sınavdan
geçirme Allaha, saptırmak Sâmirî’ye atfedilmekte, ilahi bildirimle
İsrailoğullarının sözlerinde durmayıp hainlik ederek şirke saptıklarını öğrenen
Hz. Musa’nın kızgın ve üzgün bir şekilde ve kötülüğü önlemek üzere kavminin
yanına geldiğine dikkat çekilmektedir.
22.4.2020 Haksöz Haber
[1] Muhammed
Murtazâ ez-Zebîdî, Tâcu’l-arûs min cevâhiri’l-kâmûs (Beyrut:
Daru’l-Hidaye, 1994), “fesede”, 8: 496.
[2] Onları saptıran Samiri’nin adının sonundaki iyelik
ekinin, onun bir kavme aidiyetini gösterdiği ifade edilmektedir. Bk. Ebu’l
A’lâ Mevdûdî, Tefhimu’l Kur’an, çev. Muhammed Han Kayanî - Yusuf Karaca
(İstanbul: İnsan Yayınları, 1986), 3: 241. Sâmiri’nin bugünkü Nablus’un (Şekim) kuzeybatısı ile
Tel Aviv civarlarında yaşayan bir topluluk olan Sâmirîlerle sadece isim
benzerliği taşıdığı söylenmektedir. Bk. Fatih
Kayak (Konya: Selçuk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans
Tezi, 2010), 25-26.
[3] İsrailoğullarının buzağıya tapma şeklindeki
sapmalarına başka surelerin ayetlerinde de değinilir ancak oralarda Sâmirî’den
söz edilmez. Bk. el-Bakara 2/51, 54, 92, 93; en-Nisâ 4/153; el-A‘râf 7/148,
152.