Kur’an’da Hicret Edenler
Hicret,
ulaşmanın zıddıdır.[1]
Bir topluluğun bir yerden diğerine gitmesine hicret denir.[2] Terim
olarak genelde gayri Müslim ülkeden (darülharp) İslâm ülkesine göç etmeyi,
özelde ise Hz. Peygamber’in ve Mekkeli Müslümanların Medine’ye göçünü ifade
eder.[3]
Medine’ye göç eden Müslümanlara muhâcir, Resûlullah’a (s) ve muhâcirlere sahip
çıkan Medineli Müslümanlara da ensâr denilir. Kur’an’da hicret etme konusunda
yer alan lafızlardan “hâcerû
(hicret ettiler)” şeklinde olanı, dokuz defa geçmektedir.[4] Bu
lafızların ikisi, bir Mekki surede diğer yedisi ise beş Medeni surenin toplam yedi
ayetinde geçmektedir. Bu yazıda söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları
surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
Müslümanlar
için birincil öneme sahip olan şey, dinlerini yaşayabilmektir. Bu uğurda
vatanlarından, ailelerinden uzak kalmaları gerektiğinde tercihleri dinden yana
olur: “Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince onları
dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin ödülü
elbette daha büyüktür.” (en-Nahl 16/41). Müslümanlar, Resûlullah (s)
döneminde Mekke’de zulme uğramışlar, oradan kurtulma imkânı bulanlar,
Habeşistan’a ve Medine’ye hicret etmişlerdi. Bu sayede dinlerini daha rahat bir
şekilde yaşama imkânı bulmuşlardı. Bu, onların samimiyetlerine dünyada verilen
bir ödül idi; ancak bu ödülün cennet ile karşılaştırıldığında değeri azdır.
Onlar ahirette ebedi nimete kavuşturulacaktır. Bu ayet, Müslümanlara zulmeden
kâfirlere, ahireti yani hesabı hatırlatmakta ve müminlerin din uğruna
çektikleri acılara da teselli olmaktadır. Yapılan ne iyilik ne de kötülük
karşılıksız kalacaktır (en-Nahl 16/111).
Zulme uğrayan
Müslümanların, ülkelerini terk etmeleri ile sorumlulukları bitmemektedir. “Sonra
şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip, ardından da sabrederek
cihat edenlerin yardımcısıdır. Bütün bunlardan sonra Rabbin elbette çok
bağışlayan, pek esirgeyendir.” (en-Nahl 16/110). Atalet, Müslümanlara göre
değildir. Zorluklarla karşılaşmak, daha büyük zorluklara karşı direnebilmek
için bir deneyim olarak görülmelidir. İlahi yardımı umabilmek için engelleri
sabırla aşmak ve gayret göstermek gerekmektedir. Böyle yapıldığında Allah’ın
günahları bağışlayıcılığı ve merhameti, müminleri kuşatacaktır.
Allah’ın
rahmetini çeken fiiller; iman, hicret ve cihattır: “İman edenler ve hicret
edip Allah yolunda cihat edenler var ya, işte bunlar, Allah'ın rahmetini
umabilirler. Allah, bağışlayıcıdır ve çok merhametlidir.” (el-Bakara 2/218).
Ayette sözü edilen rahmet; iman, hicret ve cihattan sonra dünyadaki zafer
olarak gelebileceği gibi ahirette cennet ödülü olarak da müminlerin karşısına
çıkabilir. Her ikisi de ne güzel kazançtır. Cihat, din konusunda gayret
göstermek anlamında olup, savaşla sınırlı değildir. Kalem ile de kılıç ile de
yapılabilir ve her ikisi de din için yapıldığında değer kazanır. Bunları canı
pahasına yapan kişiler, dünyayı tercih edenlere kıyasla çok daha değerlidir. Bu
kimselerin çabası, din için insanları yok etmek değil, onların dünyada da
ahirette de mutlu olmalarını sağlamak içindir.
Medineli ensar,
Mekkeli muhacirlere karşı güzel bir kardeşlik örneği sergilemiştir. Mekkeli
Müslümanlar; öldürülme, işkence görme, boykot, vatanı terk vb. zulümlerle karşı
karşıya kalmış, önemli bir kısmı Medine’ye sığınmış ve oradaki Müslümanlar da
onlara sahip çıkmıştır: “İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda
mallarıyla, canlarıyla cihat edenler ve onları barındırıp kendilerine yardım
edenler işte bunlar birbirlerinin dostlarıdırlar. İman edip de hicret
etmeyenlere gelince hicret etmedikleri sürece onların velayetlerinden size bir
şey yoktur. Eğer din konusunda sizden yardım isterlerse kendileriyle aranızda
antlaşma bulunan bir topluluğa karşı olmamak şartıyla onlara yardım etmeniz
gerekir. Allah yaptıklarınızı görmektedir.” (el-Enfâl 8/72). Hicret edenler,
onlara sahip çıkanlar (ensar) ve hicret etmeyenler olmak üzere üç grup
Müslümandan söz eden bu ayetten yola çıkarak müminlerin birbirlerine sahip
çıkma açısından herhangi bir ülke sınırı kabul etmeyecekleri söylenebilir. Müslümanlar,
zor durumda kalan kardeşlerine sahip çıkmak için ellerinden geleni yaparlar;
ancak yardıma muhtaç Müslümanlar, anlaşmalı bir topluluğun topraklarında
yaşıyorlarsa onlara anlaşmaya aykırı olmayacak şekilde yardım etmek gerekir. Zira
anlaşmalara riayet etme zorunluluğu, Müslümanların göz ardı edemeyeceği bir
şeydir. Müslümanların devleti ile anlaşma yapan gayrimüslimlerin devletinin
dışında bir ülkede yaşayan Müslümanlar ise bu anlaşma şartlarına uymak zorunda
değildir. Ayetteki sıralamadan yola çıkarak en değerli Müslümanların din
uğrunda vatanlarını terk etme konusunda karasızlık yaşamayan kimseler olduğunu,
ardından onlara yardım etmek ve sahip çıkmak için ellerinden geleni esirgemeyen
ensarın ve sonra da velayet ilişkisinin dışında kalan yani hicret etmeyen
Mekkeli Müslümanların geldiği söylenebilir. Bu üç grubu birbirine bağlayan şey
iman bağıdır. İlişki düzeyleri vahiy doğrultusunda şekillenir.
Hicret eden ve
onlara sahip çıkan müminler, hicret etmemeyi tercih edenlere göre daha
değerlidir: “İman edip de Allah yolunda hicret ve cihat edenler, (muhacirleri)
barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için bağışlanma
ve bol rızık vardır.” (el-Enfâl 8/74). Yukarıdaki ayette müminler arası
velayet ilişkisine dikkat çekilirken bu ayette ise hicret eden ve onlara sahip
çıkan Müslümanları bekleyen ödüle vurgu yapılmaktadır. Yani bir tekrar söz
konusu değildir.
Miras
bölüşümünde akrabalık ilişkileri ön plandadır: “Sonradan iman eden ve hicret
edip de sizinle beraber cihat edenler de sizdendir. Allah'ın kitabına göre
yakın akrabalar birbirlerine (vâris olmaya) daha uygundur. Şüphesiz ki Allah
her şeyi bilendir.” (el-Enfâl 8/75). Bu ayet, muhacir-ensar ilişkisinin
birbirlerine mirasçı olma düzeyine çıkarılmaması gerektiğini göstermektedir.
Mümin kadınlar
ve mümin erkekler, İslam’ın daha fazla kabul görmesi için çabalarlar ve
kadınlar da erkekler de sevaplarını alır:
“Bunun üzerine Rableri, onların dualarını kabul etti. (Dedi ki:) Ben,
erkek olsun kadın olsun -ki hep birbirinizdensiniz- içinizden, çalışan hiçbir
kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Onlar ki hicret ettiler, yurtlarından
çıkarıldılar, benim yolumda eziyete uğradılar, çarpıştılar ve öldürüldüler; ant
olsun, ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları altlarından ırmaklar
akan cennetlere koyacağım. Bu ödül, Allah tarafındandır. Allah; karşılığın
güzeli O'nun katındadır.” (Âl-i İmrân 3/195). Hicret eden, dininden dolayı
zulüm gören ve haksızlıkları ortadan kaldırmak için canını feda edenlerin
yaptıkları kötülükler affedilecek ve cennetle ödüllendirilecektir.
Allah rızasını
gözeterek ülkelerini terk edenler, öldürülseler de kendileri vefat da etse her
hâlükârda ödülü hak etmektedir: “Allah yolunda hicret edip sonra öldürülen
yahut ölenleri, hiç şüphesiz Allah güzel bir rızıkla rızıklandıracaktır.
Şüphesiz Allah, evet O, rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (el-Hac 22/58). Hicret
etmek zorunda kalıp, başka bir yere yerleşenler, sabrederlerse hem dünyada hem
de ahirette rızıklanacaklardır. Din uğrunda sabredenin sabrı karşılıksız
kalmaz.
Hacılara su
dağıtmayı ve Mescid-i Haram'ı onarmayı, Allah'a ve ahiret gününe iman eden ve
Allah yolunda cihat edenin (yaptıkları) gibi saymamak gerekir. Bunlar Allah
katında bir olmazlar (et-Tevbe 9/20). Allah’ın kurtuluş vaat ettiği kimseler;
iman eden, hicret eden, cihat eden kimselerdir. Onlar değerli kullardır: “İman
edip de hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihat edenler,
rütbe bakımından Allah katında daha üstündürler. Kurtuluşa erenler de işte
onlardır.” (et-Tevbe 9/20). Bu kimseler için “umulur ki (lealle/asâ)” türü
bir ifade kullanılmamış, aksine onlara kurtuluş garantisi verilmiştir.
Sonuç
Görüldüğü gibi hâcerû
(hicret ettiler) lafzının yer aldığı ayetlerde hicret edenleri dünyada ve ahirette
güzel bir ödülün beklediğinden, hicret eden, sabreden ve cihat edenlerin
bağışlanacağından, hicret edenlerle onlara sahip çıkanların birbirlerinin
velisi olduğundan, hicret etmeyen Müslümanlara da -gayrimüslimlerle aksine bir
anlaşma söz konusu değilse- yardım edilmesi gerektiğinden, hicret edenlere
sahip çıkanlara da bağışlanma ve bol rızkın söz konusu olduğundan, Allah
yolunda canı pahasına mücadele ederken öldürülenleri cennetin beklediğinden,
hicret sonrası vefat edenlerin de bu fedakârlıkları nedeniyle
ödüllendirileceğinden, hicret ve cihat edenlerin değerli bir konumda
olduklarından söz edilmektedir.
Ağustos 2019
Haksöz Dergisi
[1] İsmâil b. Hammâd el-Cevherî, Tâcü’l-luġa ve ṣıḥâḥu’l-ʿArabiyye
(Beyrut: Daru’l-İlm Li’l-Melâyin, 1407/1987), 2: 851.
[4] Daha önceki bir yazımızda “ellezine hâcerû” lafzının yer aldığı
dört ayeti ele almıştık. Bkz. Murat Kayacan, “Kur’an’da ‘hicret edenler’ lafzı”, 17 Aralık 2015,
http://www.memleket.com.tr/kuranda-hicret-edenler-lafzi-21854yy.htm.