Kur’an’da “gece saatlerinde” ifadesi -2-
Önceki yazımızda Kur’an’ın vakit
ile ibadet arasında ilişki kurduğunu belirtmiş ikisi Mekki biri de Medeni
surede olmak üzere üç surenin birer ayetinde geçen “gece saatlerinde (ânâe-lleyl)”
ifadesinin yer aldığı ilk ayeti değerlendirmiş, bu ifadenin sabırla, namazla
ilişkili olarak nasıl kullanıldığına değinmiştik. Bu yazıda ise söz konusu
ifadenin yer aldığı diğer iki ayet ele alınacak ve gece ibadetinin değerine,
âlim ile cahil arasındaki farka, Ehl-i Kitab’ın hepsinin kategorik olarak
hidayete kavuşma ihtimalinin yok sayılmasının yanlışlığına dikkat çekilecektir.
Kur’an’ın Kur’an’la tefsiri yöntemiyle anlamı somutlaştırmak için başka
ayetlere de referansta bulunulacaktır.
Kur’an, ibadet eden müminlerle
inkârcıyı/dinden şüphe edeni şöyle karşılaştırır: “Yoksa gece saatlerinde
secde ederek ve kıyamda durarak ibadet eden, ahiretten korkan ve Rabbinin
rahmetini dileyen kimse (o inkârcı gibi) midir? De ki: Hiç bilenlerle
bilmeyenler bir olur mu? Doğrusu ancak akıl sahipleri bunları hakkıyla düşünür.”
(ez-Zümer 39/9). Güzel işler yapmaya dikkat çekmeyle başlayıp ilimle,
düşünmeyle biten bu ayetten anlaşıldığı kadarıyla gündüz vakti ibadetlerine
kıyasla ihlasla yapılmaya daha uygun olan gece vakti ibadetleri daha değerlidir.
Her ne kadar ayette secde ve kıyamdan söz edilse de kastedilen o ikisini
kapsayan namaz olsa gerektir.[1] Secdenin önce belirtilmesi, kulluk açısından
kıyama göre daha değerli olmasındandır. Ayette “ahiretten korkan ve Rabbinin
rahmetini dileyen kimse” denilmesinde bir incelik vardır. Ahiret
korkusundan söz edilirken dolaylı olarak cehennem azabı kastedilmekte ancak
azabın sahibinden söz edilmemektedir. Ne var ki rahmete gelince rahmetin (bağışlanma/cennete
kavuşma) sahibi olan Allah’tan bahsedilmektedir. Bu da Allah’ın rahmetinin
azabından üstün olduğunu gösterir. Cehennem kokusuna işaret edilmesinin yanında
rahmetten söz edilmesi, azabı aşırı gündemde tutup umutsuzluğa düşmeyi, rahmeti
aşırı gündemde tutup kullukta gevşekliği engellemek içindir. Ayetteki “bilenler”,
ibadetlerini ihmal etmeyen Müslümanlar, “bilmeyen”ler ise ibadetten uzak
duranlardır. Âlimlerle cahillerin bir olmaması gibi sözü edilen iki grup da bir
değildir. Ayetteki her iki soru da öğrenme değil doğruyu kavratma amaçlı sorulardır.
Ehl-i Kitap’tan hakikat
arayışı içinde olanlar, son peygambere ümmet olma nimetine kavuşmuşlardır: “Hepsi
bir değildir; Ehl-i Kitap içinde istikamet sahibi bir topluluk vardır ki gece
saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın ayetlerini okurlar.” (Âl-i İmrân 3/113).
Gayrimüslimlerin asla doğru yolu bulamayacağı gibi bir yanlış düşünceye
kapılmamak gerekir. İçlerinde İslam’a eğilimli olanlar olabilir. Hepsini bir
kefeye koyup değerlendirmek doğru olmaz. Ayette “gece saatlerinde”
yapıldığı söylenen ve Allah karşısında tevazunun zirvesi olduğu söylenebilecek secde,
gece namazı şeklinde yorumlanmıştır.[2] Kur’an’a tabi olan Müslümanların da bir
kitabın ehli olmasından yola çıkarak söz konusu kimselerin bilinen anlamıyla
Ehl-i Kitap değil, Müslümanlar olduğu da söylenmiştir.
Görüldüğü gibi ele aldığımız “gece
saatlerinde” ifadesinin yer aldığı üç ayetin nüzul sırasına göre son
ikisinde ilminin gereğini yerine getiren Müslümanla rabbine nankörlük eden
kimsenin aynı değere sahip olmayacağına, akıllı kimselerin Allah’ın verdiği
öğütleri anlayabileceğine, İslam’ı henüz kabul etmemiş olan kimselerin hepsinin
kalbinin mühürlü olmadığına aksine içlerinden İslam’a eğilimli olanların
bulunacağının göz ardı edilmemesi gerektiğine işaret edilmektedir.
16.4.2020 Haksöz Haber
[1] Şu ayette namazdan söz edilse de kişiyi kötülükten
alıkoyan namaz da dahil din olduğu için namazla dinin kastedildiği
söylenebilir: “Dediler ki: Ey Şuayb, atalarımızın taptığı şeyleri terk
etmemizi ya da mallarımız konusunda dilediğimiz gibi davranmaktan vazgeçmemizi
senin namazın mı emrediyor?” (Hûd 11/87).
[2] Meleklerden söz eden bir ayette mevcut, “Yalnız
O’na secde ederler.” şeklindeki ifadede yer alan secde kelimesinden de
namazın kastedildiği ifade edilmektedir (el- A'râf 7/206).