Nûrü’l-Beyân Kur’ân-ı Kerîm Tefsîrinin Türkçe Tercemesi -2-
Önceki yazımızda başlıktaki
isimle yayınlanan eserin yazarların; yenilik iddialarının olup olmadığını,
Kur'an’ın çevirisini mümkün görüp görmediklerini, eserin niçin ciltler dolusu
olmasının tercih edilmediğini ve Mehmed Âkif Ersoyun başyazarlığını yaptığı Sebîlürreşad
dergisinde bu esere dönük eleştirileri belirtmiştik. Bu yazıda ise söz konusu
esere dönük T.C.’nin ilk Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi’nin
(1860-1941) eleştirisine, eserde bir ayet bağlamında neshe bakışa, eserin
yazarlarının kaynaklarına, yazarların o kaynakların sınırlarının dışına çıkıp
yorum yapıp yapmadıklarına, özellikle Kur'an’ın ilk cüzlerindeki ayetlere meal
verirken kullandıkları yönteme ve eser boyunca tercih ettikleri üsluba
değinilecektir.
Alper’in aktarımına göre Rifat Börekçi,
söz konusu eserde Bakara suresi 184. ayetteki yutîkûnehu kelimesinin yer
aldığı cümleye “Tâkati olduğu halde oruç tutmayanların her gün için fidye vermeleri
lazımdır.” şeklinde meal verilmesinin[1]
fâhiş bir hata olduğunu söylemektedir.[2]
Hâlbuki eserde bu kolaylığın bir sonraki ayetle (el-Bakara 2/185) neshedildiği[3] ve bazı ayetlerde neshin olduğu konusunda
ittifak edildiği ifade edilmektedir.[4]
Bu durumda Börekçi, söz konusu esere göre hükmü kalkmış bir ayete verilen
anlamı eleştiren kişi pozisyonuna düşmektedir. Kur'an’da çelişki olduğu
iddialarına ve tarihselci yaklaşıma malzeme sunan “nesh teorisine”
başvurmaksızın da ayetin yorumu mümkündür. İnsanların bir kısmı oruca takat
getirip oruç tutmakta -hastalar, yaşlılar vs.- ama bu ibadeti yerine getirirken
çok zorlanmaktadır. Bu gibi kimselere ayette bir ruhsat vardır. Oruç tutmak
kendisine eziyet derecesinde gelen kimseler bu ruhsattan faydalanıp oruç tutmak
yerine fidye (tutulmayan orucun telâfisi amacıyla ödenen bedel) verebilirler.
Alper’e göre Nûrü’l-Beyân Kur’ân-ı
Kerîm Tefsîrinin Türkçe Tercemesi adlı eserin yazarları Kur'an ile irtibatı
doğrudan değil, klasik tefsir geleneği üzerinden kurmak istemiştir.[5]
Bu tefsirler; İbn Cerir et-Taberî (ö. 310/923), Fahrüddîn er-Râzî
(ö. 606/1210), Kādî Beyzâvî (ö. 685/1286), Ni‘metullāh Nahcuvânî (ö.
920/1514 [?]), Celâleddin el-Mahallî (ö. 864/1459), Celâleddin es-Süyûtî
(ö. 911/1505) ve Ebüssuûd’un (ö. 982/1574) tefsirleridir.[6]
Hüseyin Kâzım, Beyzâvî tefsirine hâşiye yazan Şehâbeddin Hafâcî’den (ö.
1069/1659) de faydalandıklarını belirtir.[7]
Eserdeki Yûsuf suresi 21. ayete dair şu ifade de Kur'an ile ilişkinin klasik
tefsirler üzerinden kurulduğunun kanıtıdır: “(…) Lakin kendiliğimizden
hiçbir şey yazmadığımız için bu âyetlerde de müfessirlerin anladıklarını
yazmaya mecbur olduk.”[8]
Hüseyin Kâzım bu eserin Kur'an’ın değil müfessirlerin tercemesi olduğunu,
yakînî bilgi sahiplerinin, adil kimselerin söz konusu eserde eseri meydana
getirenlere dayandırabilecekleri bir görüş ve hüküm olmadığını ifade eder.[9]
Yazarların görüş ortaya koyma konusundaki bu çekingen yaklaşımı, eseri sağlam
temellere dayandırma ve o eserlere ulaşamayanların ya da ulaşsa da dönemin
şartları gereği okumaya fırsat bulamayacak kimselerin anlama çabalarına katkı
sunmakla yetinmek istedikleri şeklinde yorumlanabilir.
Eserde ayetlerin ayetlerle tefsiri
yöntemi tercih edilmiş, ayetleri tefsir eden diğer ayetler alt alta gösterilmiş
ama ilk cüzlerdeki bu yöntem, eser uzayıp gitmesin diye sonraki kısımlarda terk
edilmiştir.[10]
Ayetlerin ayetlerle tefsiri Kur'an’ın Kur’an’la tefsiri diye de bilinir ve
bu yöntem, Hüseyin Kâzım’ın yaşadığı dönemde kaleme alınan Tefsîrü’l-Menâr’da
en güzel yöntem olarak belirtilmektedir.[11]
Alper’e göre Nûrü’l-Beyân Kur’ân-ı
Kerîm Tefsîrinin Türkçe Tercemesi adlı eserde her bir lafza karşılık bulma
gayretinden ziyade genel anlam ortaya konulmaya çalışılmıştır.[12]
Yani okur, “Acaba ayetteki falanca kelimeye bu eserde ne tür bir kelimeyle
Türkçeleştirilmiş?” sorusuna yanıt bulmak için uğraşmamalıdır. Eserin amacı,
ayetlerin lafzî çevirisini vermek değil, genel olarak anlamlarını ortaya
koymaktır. Hayat Kitabı Kur’an adlı
mealde de benzer bir çeviri üslup tercih edilmiştir.[13]
20.2.2020 Haksöz Haber
[6] Kâzım Kadri, Nûrü’l-Beyân
Kur’ân-ı Kerîm Tefsîrinin Türkçe Tercemesi, XXXVIII. Celâleddin el-Mahallî’nin (ö. 864/1459) yarım bırakıp
Celâleddin es-Süyûtî’nin (ö. 911/1505) tamamladığı Kur’ân-ı Kerîm tefsiri Tefsîrü’l-Celâleyn
diye bilinir.
[11] Muhammed Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr
(Mısır: el-Hey’etü’l-Mısriyyetu’l-`Amme li’l-Kitâb, 1990), 1: 20.