Kur’an’da “ümmîler” kelimesi
Kur’an’da “ümmiler (el-ummiyyîn)”
kelimesi, iki Medeni surenin toplam üç ayetinde geçmektedir. Bu yazıda söz
konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele
alınacaktır.
Tebliğin muhatabı hem Hristiyanlar
ve Yahudiler hem de Kitap kültüründen uzak müşriklerdir: “Eğer seninle tartışmaya girerlerse de ki: ‘Bana
uyanlarla birlikte ben yüzümü Allah'a teslim ettim.’ Ehl-i Kitab’a ve ümmîlere
de ‘Siz de Allah'a teslim oldunuz mu?’ de. Eğer teslim oldularsa doğru yolu
buldular, demektir. Yok eğer yüz çevirdilerse sana düşen, yalnızca duyurmaktır.
Allah kullarını çok iyi görmektedir.” (Âl-i İmrân 3/20). Peygamber’den (s) en
hayati duyu organlarını içeren “yüzünü” Allah’a teslim etmesinin istenmesinden
kastedilen şey, kendisidir. Yani vücudun bir bölümü ile bedenin tamamı
kastedilmiştir. “Yalnız yücelik ve ikram sahibi Rabbinin yüzü kalacaktır.”
(er-Rahmân 55/27) ayetinde de benzer şekilde Allah için kullanılan “yüz”
kelimesinden O’nun “zat”ı kastedilmiştir. Ayetteki (Âl-i İmrân 3/20) “Siz de
Allah'a teslim oldunuz mu?” sorusu, muhataplardan Allah’a teslim olmalarının
istendiği şeklinde yorumlanmıştır. Teslim olmazlarsa onları bekleyen şey
azaptır. Benzer bir durum, (soru ile emir kastedilmesi) şu ayetteki soruda da
mevcuttur: “Muhakkak ki şeytan içki ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin
sokmak; sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz
mi?” (el-Mâide 5/91). Allah, itaat edeni de isyan edeni de görür.
Allah, Ehl-i Kitab’ın her
açıdan kötü olmadığını haber vermektedir:
“Ehl-i kitaptan öylesi vardır ki ona yüklerle mal emanet bıraksan onu sana
noksansız geri verir; fakat onlardan öylesi de vardır ki ona bir dinar emanet
bıraksan tepesine dikilip durmazsan onu sana geri vermez. Bu da onların, ‘Ümmîlere
karşı yaptıklarımızdan dolayı bize vebal yoktur.’ demelerindendir. Allah adına
bile bile yalan söylüyorlar.” (Âl-i İmrân 3/75). Müslümanların yoldan çıkmış
olanlarının bazen doğru şeyler yapmaları gibi Ehl-i Kitap’tan bir kısmı da
emanete hainlik etmez; fakat bir kısmı ise üzerinde bir baskı hissetmezse
emanete hainlik eder. Emanete hainlik edenlerin Yahudiler, etmeyenlerin ise
Hristiyanlar olduğu da söylenmiştir. Bu
hainliğe sebep olan şey, “din milliyetçiliği” yapmaları ve başka dinden kabul
ettiği kimselerin haklarını önemsememeleridir. Bir de onlar, bu tavırlarını dine
dayandırırlar. Kendi dinlerinden olmayanlara karşı hukuk tanımaz tavırlarından
söz edilirken uzaklık belirten “zâlike (bu)” kelimesinin kullanılması,
onların kötülükte ileri gittiklerini gösterir.
Resulullah (s) döneminde
Arapların baskın karakteri okuma yazma bilmemeleri sözlü kültüre sahip
olmalarıydı: “Çünkü ümmîlere içlerinden,
kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti
öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir
sapıklık içindeydiler.” (el-Cum`a 62/2). Ümmi Araplara Kur’an’ı ve hükümlerini
öğreten Peygamber (s) de ümmi idi.[1] Kur’an’ın muazzam içeriğinin, filozof ya da
şair olmayan aksine ümmi bir kimse tarafından aktarılıyor olması da Kur’an’ın
mucizeliğini göstermektedir. Mucize Kur’an’ın ümmi peygamber aracılığıyla
gönderilmesi, mucizeliği daha belirgin hale getirme açısından bir nimettir. Ayrıca
Peygamber’in (s), muhatapların içinden biri olması, tebliğin yol gösterici
muhtevasını daha kolay kabul etmeleri açısından bir avantajdı. Tabi bundan,
-Hz. Muhammed’in (s) vahyi sağ eliyle yazmadığı gerçeğinin ifade edildiği
ayetten (Ankebût 41/48) onun sol elle yazdığı sonucunun çıkarılmaması gerektiği
gibi- onun tebliğinin sadece Arapları kapsadığı gibi bir sonuç da
çıkarılmamalıdır. Elçinin, onların kalplerini şirk ve isyandan temizlemesi,
güzel işler yapmaktan ayrı düşünülemez. Ayette onun görevlerinin ayrı ayrı
belirtilmesi, onların her birinin değerli nimetler olduğuna dikkat çekmek
içindir. Allah, anlamdan uzak herhangi bir iş yapmayacağına göre Peygamber’in
(s) söz konusu görevleri, tebliğin muhataplarının ihtiyaç duyduğu konulara
ilişkin olmalıdır. Ayetteki “Kitab”a, yazı yazma anlamı da verilmiştir. Bu
yorum doğru kabul edildiğinde kastedilen şey, başta Kur’an ayetlerinin yazımı
olmak üzere okuma-yazma faaliyetlerinin teşvik edilmesidir. Yine ayetteki
“hikmet”ten kastedilen şey, ayetlerdeki anlamlar olabileceği gibi o ayetlere
nasıl sımsıkı sarılmak gerektiği de olabilir. Ümmî Arapların içinde
bulundukları “apaçık bir sapıklık” şirk ve içinde yaşadıkları cahiliye
toplumudur.
Görüldüğü gibi “ümmiler (el-ummiyyîn)”
kelimesinin geçtiği ayetlerde Allah’a yönelmenin gerekliliğine ve teşvik
edilmesinin önemine, doğru yolu tercih etmeyenlerin zor kullanılmaması
gerektiğine, Ehl-i Kitab’ın bir kısmının güvenilir bir kısmının da güvenilmez
olduğuna, kötü olanlarının kendilerinden olmayanlara karşı ahlakî sorumluluk
hissetmediğine, Allah’a iftira attıklarına, son peygamberin insanları yanlış
inanç ve uygulamalardan uzaklaştırmaya çalıştığına işaret edilmektedir.
26.12.2019 Haksöz Haber
[1]
Hz. Muhammed’in (s) ümmiliğini ümmü’l-kura olan Mekke’de doğmuş olmasına
bağlayanlar da olmuştur.