Kur’an’da “ıslah ve muslih” kelimeleri -2-
Önceki
yazımızda Hz. Şuayb’ın kavmini ıslah çabasından ve kısmen de yetimlerle
ilgilenmenin, onların malının zarar görmemesi için çalışmanın onların ıslahı
açısından iyi olduğundan söz etmiştik. Bu yazımızda ıslah bağlamında yetim malına negatif yaklaşımları ve eleştirisini ayrıca
insan içinde fısıldaşmanın hangi durumlarda makul görülebileceği konusunu ele
alacağız.
Abduh, yaşadığı dönemde
yetimlerin vasisi durumundaki kişilerin çoğunun, halka karşı onların durumunu
ıslah edici; mallarını da onlara göz dikmeksizin ve onlardan müstağni olarak
nemalandırdıkları görüntüsü verdiklerini ama aslında o malları görünmeyen bir
şekilde tamamen yediklerini ifade etmektedir. Hatta onlardan kimi, bütün işi
yetime bakmak ve vasilik karşılığı olarak takdir edilen ücreti almaktan
ibaretken ve bu ücret de öyle zenginleştirecek bir ücret değilken bu vasiler,
yoksulken onunla zengin olmaktadır. Bir yetime vasi olma isteğinde bulunan
ve bu uğurda çaba harcayan herkes şüpheli pozisyondadır. Bunlardan, yaptığı iş
karşılığı takdir edilen ücrete razı olacaklar azdır.[1]
Abduh’un dikkat çektiği yetim malının kötüye kullanımına dair Kur’anî uyarı
şöyledir: “Şüphesiz yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler karınlarına ateş
yemiş olurlar. Ve bunlar alevli bir ateşin içine atılacaklardır.” (en-Nisa
4/10).
Allah’ın yetimlerin
sadece ıslah amacıyla bakılmasına, görülüp gözetilmesine ve onlarla sadece
kardeşler arasında olduğu gibi beraber yaşamaya izin verdiğini söyleyen Abduh,
Allah’ın, kalpleri kendisinden çekinmeye ve ilminin ne kadar geniş olduğunu
hatırlamaya davet ettiğini belirtmektedir. Sonra da insanların, okudukları
ayetlerin anlamını rehber edinmeksizin onları, okuyucuların nağmelerinden zevk
alma ve sadece lafızları ile ibadet etme vasıtası yapmalarını eleştirmektedir. “Allah
ifsat edeni de ıslah edeni de bilir.” (el-Bakara 2/220) ayeti gibi bir ayet
dinleyince kendini bir titreme alan kişinin o titremesi çok geçmeden
kaybolmaktadır. Sonra o, ne ifsat edici halinden vazgeçmekte ne de doğru
hareket tarzına dönmektedir. Bunlardan öyleleri vardır
ki takva sahibi insanların kıyafetine bürünmekte, etrafına salih insan
görüntüsü vermekte, çokça tespih çekmekte, Kur’an okumakta, cemaatle namaza
devam etmekte ama bir yetime vasî tayin edilince yaptıklarında o sofuluğundan
bir iz görülmemektedir. O olgun görüntü, onun yanlışlarına engel olmamaktadır.
Bir şeyi ıslah ederken birçok şeyi ise ifsat etmektedir. Allah’tan değil, hısbe
(zabıta) teşkilatından ve yargıdan korkmaktadır; çünkü İslam birtakım şeklî
gelenekler, bedensel hareketler halini almıştır. Onun ne kalplerde yeri
kalmıştır ne de yapılan işlerde iyi bir izi görülmektedir. Hâlbuki Allah
şekiller, bedenler, hareketler ve sözlerden ziyade, kalplere ve ruhlara,
onların iyi olmasından kaynaklanan hayırlara ve ıslah sayılan işlere bakar.[2]
Abduh, burada nafile ibadetlerin değerini düşürmeyi hedeflememekte aksine
nafile ibadetlere gösterilen titizliğin yetimlere sahip çıkma sorumluluğunda
gösterilmemesini eleştirmektedir. Allah’a kulluk bilinci taşımayan şeklî
hareketler, İslam’ın özü olarak görülmemelidir.
Fısıldaşmak normalde negatif bir davranıştır; ancak
istisnası vardır: “Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur; ancak bir
sadaka yahut bir iyilik yahut da ıslah isteyen (in fısıldaşması) müstesna. Kim
Allah'ın rızasını elde etmek için bunu yaparsa biz ona yakında büyük bir ödül
vereceğiz.” (en-Nisa 4/114). Menar tefsirinde
-muhtemelen Reşid Rıza tarafından- ifade edildiği gibi insanların arasını
düzeltmek (ıslah) öyle bir hayırlı faaliyettir ki açığa vurulması ve herkesin
huzurunda konuşulması büyük bir kötülüğe ve yaygın bir zarara yol açar.
Böylece istenilen ıslah ifsada döner. İnsanların arasında yaşayan ve husumet,
ayrılık, çekişme, sulh, ıslah severlerin çabalarından hoşnut olma gibi durumlar
hakkında deneyim sahibi kişiler, bu gerçeği bilirler. İnsanlar arasında
kendisinden istenilen sulhun filanca kişinin sözgelimi Zeyd’in (filan kimsenin)
emriyle olduğunu öğrendiği takdirde bunu reddedecek mizaca sahip kimseler
vardır. İnsan vardır halk arasında adının anılması ve insanların kendisinin
çaba ve anlaşma içinde olduğunu bilmeleri, buna razı olmasına engel olur. İnsan
vardır kendisi ile sulh yapmak isteyenin hasmı olmasını şart koşar. İnsan
vardır halkın böyle sanmasını şart koşar. Dolayısıyla bunun açıkça ifade
edilmesi bu şartı ortadan kaldırır. İnsanların arasını düzeltme işi ağız
sıkılığı ister ve bunun emredilmesi bu uğurda işbirliği içinde olanlar arasında
çaba harcama ve onlar arasında fısıldaşmayı gerekli kılar.[3]
Yüce Allah, kitapta mutlak konuşsaydı ve fısıldaşmaların çoğunda hayır
olmadığını ifade etseydi de bu hükümden hiçbir durumu istisna etmeseydi takva
sahibi birçok kimsenin içtihadı, “Bu konular ayette ifadesini bulan ‘birçok’a
dâhildir.” şeklinde olurdu ve içinde hayır olmayan duruma düşmek korkusuyla bu konuda
fısıldaşmayı terk ederlerdi. Bu takdirde ya insanların arasını düzeltme emrinde
aleniliği tercih ederler, böylece de bundan hedeflenen maksat -sadece bazı
kimseler açısından böyle olsa bile- ortadan kalkardı ya da bu konudaki emri
sadakadan hedeflenen fayda zarara dönmesin, iyiliğin emredildiği kimseyi benlik
ve gururu günah sevk etmesin ve iki kişinin arasının düzeltilmesi ifsada
dönüşmesin diye kesin olarak terk ederlerdi.[4]
Görüldüğü gibi ıslah ekolü, insani ilişkilerin ıslahı konusunda hem
psikolojik hem sosyolojik ortamı gözetmek gerektiği vurgusuyla ayeti
yorumlamaktadır.
Önceki
yazımızda ifade edilenleri de dikkate alarak diyebiliriz ki ıslah ve muslih
kelimelerinin yer aldığı ayetlerde Hz. Şuayb’ın gücü oranında toplumun ıslahı
için çalıştığından, yetimlerle ilgilenmenin iyi ancak onların malını zimmete
geçirmenin kötü olduğundan, insan içinde fısıldaşmanın hoş olmadığından ancak
hayır amaçlı fısıldaşmaların yasaklanmadığından söz edilmektedir. Bu bağlamda
herhangi bir sorunun çözümü için istişare amaçlı bir araya gelmekle sorunun
daha da alevlenmesine neden olan dedikodu için bir araya gelmek birbirine
karıştırılmamalıdır.
6.9.2019
Memleket Gazetesi