Önceki yazımızda Hz. Şuayb’ın kavmini ıslah çabasından ve kısmen de yetimlerle ilgilenmenin, onların malının zarar görmemesi için çalışmanın onların ıslahı açısından iyi olduğundan söz etmiştik. Bu yazımızda ıslah bağlamında yetim malına negatif yaklaşımları ve eleştirisini ayrıca insan içinde fısıldaşmanın hangi durumlarda makul görülebileceği konusunu ele alacağız.
Abduh, yaşadığı dönemde yetimlerin vasisi durumundaki kişilerin çoğunun, halka karşı onların durumunu ıslah edici; mallarını da onlara göz dikmeksizin ve onlardan müstağni olarak nemalandırdıkları görüntüsü verdiklerini ama aslında o malları görünmeyen bir şekilde tamamen yediklerini ifade etmektedir. Hatta onlardan kimi, bütün işi yetime bakmak ve vasilik karşılığı olarak takdir edilen ücreti almaktan ibaretken ve bu ücret de öyle zenginleştirecek bir ücret değilken bu vasiler, yoksulken onunla zengin olmaktadır. Bir yetime vasi olma isteğinde bulunan ve bu uğurda çaba harcayan herkes şüpheli pozisyondadır. Bunlardan, yaptığı iş karşılığı takdir edilen ücrete razı olacaklar azdır.[1] Abduh’un dikkat çektiği yetim malının kötüye kullanımına dair Kur’anî uyarı şöyledir: “Şüphesiz yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler karınlarına ateş yemiş olurlar. Ve bunlar alevli bir ateşin içine atılacaklardır.” (en-Nisa 4/10).
Allah’ın yetimlerin sadece ıslah amacıyla bakılmasına, görülüp gözetilmesine ve onlarla sadece kardeşler arasında olduğu gibi beraber yaşamaya izin verdiğini söyleyen Abduh, Allah’ın, kalpleri kendisinden çekinmeye ve ilminin ne kadar geniş olduğunu hatırlamaya davet ettiğini belirtmektedir. Sonra da insanların, okudukları ayetlerin anlamını rehber edinmeksizin onları, okuyucuların nağmelerinden zevk alma ve sadece lafızları ile ibadet etme vasıtası yapmalarını eleştirmektedir. “Allah ifsat edeni de ıslah edeni de bilir.” (el-Bakara 2/220) ayeti gibi bir ayet dinleyince kendini bir titreme alan kişinin o titremesi çok geçmeden kaybolmaktadır. Sonra o, ne ifsat edici halinden vazgeçmekte ne de doğru hareket tarzına dönmektedir. Bunlardan öyleleri vardır ki takva sahibi insanların kıyafetine bürünmekte, etrafına salih insan görüntüsü vermekte, çokça tespih çekmekte, Kur’an okumakta, cemaatle namaza devam etmekte ama bir yetime vasî tayin edilince yaptıklarında o sofuluğundan bir iz görülmemektedir. O olgun görüntü, onun yanlışlarına engel olmamaktadır. Bir şeyi ıslah ederken birçok şeyi ise ifsat etmektedir. Allah’tan değil, hısbe (zabıta) teşkilatından ve yargıdan korkmaktadır; çünkü İslam birtakım şeklî gelenekler, bedensel hareketler halini almıştır. Onun ne kalplerde yeri kalmıştır ne de yapılan işlerde iyi bir izi görülmektedir. Hâlbuki Allah şekiller, bedenler, hareketler ve sözlerden ziyade, kalplere ve ruhlara, onların iyi olmasından kaynaklanan hayırlara ve ıslah sayılan işlere bakar.[2] Abduh, burada nafile ibadetlerin değerini düşürmeyi hedeflememekte aksine nafile ibadetlere gösterilen titizliğin yetimlere sahip çıkma sorumluluğunda gösterilmemesini eleştirmektedir. Allah’a kulluk bilinci taşımayan şeklî hareketler, İslam’ın özü olarak görülmemelidir.

Fısıldaşmak normalde negatif bir davranıştır; ancak istisnası vardır: “Onların fısıldaşmalarının birçoğunda hayır yoktur; ancak bir sadaka yahut bir iyilik yahut da ıslah isteyen (in fısıldaşması) müstesna. Kim Allah'ın rızasını elde etmek için bunu yaparsa biz ona yakında büyük bir ödül vereceğiz.” (en-Nisa 4/114). Menar tefsirinde -muhtemelen Reşid Rıza tarafından- ifade edildiği gibi insanların arasını düzeltmek (ıslah) öyle bir hayırlı faaliyettir ki açığa vurulması ve herkesin huzurunda konuşulması büyük bir kötülüğe ve yaygın bir zarara yol açar. Böylece istenilen ıslah ifsada döner. İnsanların arasında yaşayan ve husumet, ayrılık, çekişme, sulh, ıslah severlerin çabalarından hoşnut olma gibi durumlar hakkında deneyim sahibi kişiler, bu gerçeği bilirler. İnsanlar arasında kendisinden istenilen sulhun filanca kişinin sözgelimi Zeyd’in (filan kimsenin) emriyle olduğunu öğrendiği takdirde bunu reddedecek mizaca sahip kimseler vardır. İnsan vardır halk arasında adının anılması ve insanların kendisinin çaba ve anlaşma içinde olduğunu bilmeleri, buna razı olmasına engel olur. İnsan vardır kendisi ile sulh yapmak isteyenin hasmı olmasını şart koşar. İnsan vardır halkın böyle sanmasını şart koşar. Dolayısıyla bunun açıkça ifade edilmesi bu şartı ortadan kaldırır. İnsanların arasını düzeltme işi ağız sıkılığı ister ve bunun emredilmesi bu uğurda işbirliği içinde olanlar arasında çaba harcama ve onlar arasında fısıldaşmayı gerekli kılar.[3] Yüce Allah, kitapta mutlak konuşsaydı ve fısıldaşmaların çoğunda hayır olmadığını ifade etseydi de bu hükümden hiçbir durumu istisna etmeseydi takva sahibi birçok kimsenin içtihadı, “Bu konular ayette ifadesini bulan ‘birçok’a dâhildir.” şeklinde olurdu ve içinde hayır olmayan duruma düşmek korkusuyla bu konuda fısıldaşmayı terk ederlerdi. Bu takdirde ya insanların arasını düzeltme emrinde aleniliği tercih ederler, böylece de bundan hedeflenen maksat -sadece bazı kimseler açısından böyle olsa bile- ortadan kalkardı ya da bu konudaki emri sadakadan hedeflenen fayda zarara dönmesin, iyiliğin emredildiği kimseyi benlik ve gururu günah sevk etmesin ve iki kişinin arasının düzeltilmesi ifsada dönüşmesin diye kesin olarak terk ederlerdi.[4] Görüldüğü gibi ıslah ekolü, insani ilişkilerin ıslahı konusunda hem psikolojik hem sosyolojik ortamı gözetmek gerektiği vurgusuyla ayeti yorumlamaktadır.

Önceki yazımızda ifade edilenleri de dikkate alarak diyebiliriz ki ıslah ve muslih kelimelerinin yer aldığı ayetlerde Hz. Şuayb’ın gücü oranında toplumun ıslahı için çalıştığından, yetimlerle ilgilenmenin iyi ancak onların malını zimmete geçirmenin kötü olduğundan, insan içinde fısıldaşmanın hoş olmadığından ancak hayır amaçlı fısıldaşmaların yasaklanmadığından söz edilmektedir. Bu bağlamda herhangi bir sorunun çözümü için istişare amaçlı bir araya gelmekle sorunun daha da alevlenmesine neden olan dedikodu için bir araya gelmek birbirine karıştırılmamalıdır.
6.9.2019 Memleket Gazetesi



[1] M. Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr (Mısır: el-Hey’etu’l-Mısriyyetu’l-Âmme li’l-Kitâb, 1990), 2: 274.
[2] Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, 2: 275.
[3] Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, 2: 332.
[4] Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, 2: 333.