Kur’an’da “ıslah ve muslih” kelimeleri -1-
Kur’an’da “ıslah” üç ve “muslih” ise bir defa geçmektedir.
“Islah”; biri Mekki ikisi de Medeni olmak üzere toplam üç surenin birer ayetinde
yer alırken “muslih”, sadece Bakara suresinde “ıslah” kelimesini içeren ayette
mevcuttur. Bu yazıda söz konusu üç ayet, içlerinde bulundukları surelerin iniş
sırasına göre ve büyük oranda Muhammed Abduh (1849-1905) ve Reşid Rıza’nın (1865-1935)
kaleme aldığı “Tefsîrü’l-Menâr”[1] adlı eser bağlamında ele alınacaktır.
Medyen toplumu, Hz. Şuayb’ın namazıyla alay ediyordu. Onlara
göre namaz insanları atalar dininden uzaklaştırıyor ve mallarını istedikleri
gibi kullanmalarına engel oluyordu (Hûd 11/87). Medyenlilerin söylediklerine
bakılırsa onlar “namaz” derken dini kastetmektedir; çünkü onların sorun
ettikleri şeyler bir bütün olarak dinin özellikleridir. Şuayb’ın onlara yanıtı
şöyle olur: “Dedi ki: Ey kavmim! Eğer benim, Rabbim tarafından
(verilmiş) apaçık bir delilim varsa ve O bana tarafından güzel bir
rızık vermişse buna ne dersiniz? Size yasak ettiğim şeylerin aksini yaparak
size aykırı davranmak istemiyorum. Ben sadece gücümün yettiği kadar ıslah etmek
istiyorum. Fakat başarmam ancak Allah'ın yardımı iledir. Yalnız O'na dayandım ve
yalnız O'na döneceğim.” (Hûd 11/88). Hz. Şuayb’ın gücü yettikçe emrettiği
ve yasakladığı konularda genel bir ıslah istediğini belirten Reşid Rıza’ya göre
bu, bir iyiliği emretme ve kötülükten vazgeçirme görevidir. Bu konuda Hz.
Şuayb’ın şahsi bir arzu ve çıkarı yoktur. Böyle olmasaydı zaten bu işe
girişmezdi.[2]
Müslümanlar, yetimlere sahip çıkarlar ancak bunun bir hukuk
üzerine temellendirilmesi gerekir. Aksi takdirde hayır yerine zulüm ortaya
çıkabilir. Bu konuda vahyin yol göstericiliğine kayıtsız kalınmaması gerekir: “Dünya
ve ahiret hakkında (düşünesiniz diye). Sana yetimler hakkında soruyorlar. De
ki: Onlar hakkında yapacağınız bir ıslah (yüz üstü bırakmaktan) daha
hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, (unutmayın ki) onlar sizin
kardeşlerinizdir. Allah ifsat edeni de muslihi (ıslah edeni) de bilir. Eğer
Allah dileseydi sizi de zahmet ve meşakkate sokardı. Çünkü Allah güçlüdür, hakîmdir.” (el-Bakara 2/220). Abduh’a göre yetimlerin malları,
eğitimi ve terbiyesi hakkında onların faydasına olacağı bilinen hiçbir şeyi
terk etmemek gerekir. “Islah” kelimesinin ayette nekre (belirsiz) olarak yer
alması da bunu gösterir. Eğer onlarla karışık olmanın onların iyiliğine olduğu
kanaati oluşur ve müminler onları aralarına karıştırırlarsa onlar müminlerin
din kardeşleridir. Ve kardeşlerin durumu da yiyip içmede karışık olmaktır.[3]
Yani, yetimlere bakanların mallarını onlarınkiyle karıştırmaları, yetimin
lehine olacak şekilde ise güzeldir ve Müslümanın din kardeşine sahip
çıkmasının göstergesidir.
Abduh, yukarıdaki
ayetteki “yetimler hakkında yapılacak ıslahın daha hayırlı” olduğu ifadesinin
anlamını şöyle açıklar: Eğitmek ve terbiye etmek suretiyle onları, üretmek
ve nemalandırmak suretiyle de mallarını ıslah etmek için onları görüp gözetmek,
onları kendi haline bırakmaktan, ihmal etmekten daha iyidir; çünkü ihmal
edilirlerse ahlakları bozulur ve hakları ziyan olur. Yetimleri görüp gözetmek; onların
faydasına olduğundan, onlar için ortaya çıkabilecek kötülükleri önleyeceğinden,
onların iyi insan olmalarında kamu yararı bulunduğundan ayrıca dünyada iyi
örnek olacaklarından ve ahirette de güzel sevap kazanacaklarından dolayı onları
görüp gözetenler için daha iyidir.[4]
Görüldüğü gibi Abduh, yetimlerin ıslahının ve onlara sahip çıkmanın toplum
yararına bir faaliyet olduğuna dikkat çekmektedir.
Yüce Kitab’ın yetimlere
kardeş gibi muamele edilmesi hakkındaki “Eğer onlarla birlikte yaşarsanız, (unutmayın ki) onlar sizin
kardeşlerinizdir.” (el-Bakara 2/220) şeklindeki yönlendirmesi, selim
fıtrat nedeniyle insanlardaki akrabalara karşı duyulan sevgiden ve samimiyetten
kaynaklandığını, onlara dayandığını söyleyen Abduh, siyasetin (yönetimin) ümmet
üzerinde meydana getirdiği yıkım nedeniyle birçok ülkede bu nesep bağında
bozulmalar olduğuna dikkat çeker. Kardeş, kardeşin malına göz diker, içine
düşsün diye kuyusunu kazar hale gelmiştir. Yapıları bozulan ve karakterleri
hastalanan bu kişilere, yetimlere fıtratlarına göre ve kardeş gibi davranma
hususunda fıtratlarını hakem kabul etme yetkisi verilemez. Bundan dolayı
Kur’an, sadece bununla yetinmemiş bu hususta vicdanların yönelmesi gereken bir
de kural koymuştur: “Allah ifsat edeni de ıslah edeni de bilir.” (el-Bakara 2/220). Ayette yetimlerle karışık olma, beraber bulunma işi, müminlerin kalplerindeki
kardeşlik şefkatine ve akrabalık güdüsüne havale edilmektedir; ancak bu,
kalplerde yetimler için ıslah veya ifsat kastının bulunabilme ihtimalinin
sürmesine engel değildir. Müminlerin, işlerinde
ve niyetlerinde Allah’tan çekinmesi ve O’nun, “müminleri yapacağı işlerin her
zerresinden” hesap soracağını bilmeleri gerekir. Muslih, ıslah işini yapan;
müfsit de fiilen ifsat eden, bozguncu demektir. Her ikisinin de durumu
bellidir, gözler önündedir.[5]
Yani yetim malına ıslah amacıyla yaklaşılmalıdır. İfsat niyetiyle yaklaşanları
çetin bir Hesap Günü beklemektedir.
Islah, bağlamında yetim
malına negatif yaklaşımları ve eleştirisiyle ayrıca insan içinde fısıldaşmanın
hangi durumlarda makul görülebileceği konusuyla haftaya devam edeceğiz.
29.8.2019 Memleket Gazetesi
[1] Muhammed
Abduh, 1899-1905 tarihleri arasında Tefsîrü’l-Menâr’ın Fâtiha’dan başlayıp Nisâ
sûresinin 126. âyetine kadar olan kısmını tefsir etmiştir. Abduh’un vefatı
üzerine Reşîd Rızâ çalışmayı sürdürmüş ve 1935’te ölümünden kısa bir zaman
öncesine kadar Yûsuf sûresinin 52. âyetinin sonuna gelmiştir. Bkz. M. Suat
Mertoğlu, “Tefsîrü’l-Menâr”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
(Ankara: TDV Yayınları, 2011), 40: 297, https://islamansiklopedisi.org.tr/tefsirul-menar.
[2] M. Reşîd
Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr (Mısır: el-Hey’etu’l-Mısriyyetu’l-Âmme li’l-Kitâb,
1990), 12: 120.