Kur’an’da “ıslah ediciler”
“Islah
ediciler” ifadesi üçü Mekki, biri Medeni olmak üzere toplam dört surede
geçmektedir. Bunların ikisi “el-muslihîn” (el-A`raf 7/170; el-Kasas 28/19) diğer ikisi
de “muslihûn” (Hûd 11/117;
el-Bakara 2/11) şeklindedir. Bağlam gereği söz konusu ifadenin, sırasıyla
“ıslah edicilerin/ıslah edicilerden/ıslah ediciler/ıslah edicileriz” şeklindeki
çevirileri tercih edilmiştir. Bu yazıda söz konusu dört ayet, içlerinde bulundukları
surelerin iniş sırasına göre ve el-Kasas 28/19 ayeti hariç büyük oranda “Tefsîrü’l-Menâr”daki
yorumlar bağlamında ele alınacaktır.
Allah’tan rahmeti ve
bağışlayıcılığına mazhar olmak isteyenler, Kitab’a sımsıkı sarılmalı yani ondaki
emir ve yasaklar konusunda titizlik göstermelidir: “Kitab'a sımsıkı
sarılıp namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle ıslah edicilerin ecrini
zayi etmeyiz.” (el-A`raf 7/170). Kur’an’ın kapağını açıp bir defa bile “Allah
benden ne istiyor?” diye merak etmeyen ve yolu camiye asla düşmeyen kimselerin
Kitab’a sımsıkı sarılanlardan olmaları mümkün değildir. Onlarınki kültürel bir
dindarlıktır. Reşid Rıza, bu ayetteki ıslah edicilerin her hâlükârda ve her zaman
Kitab’ın sapasağlam kulpuna yapışıp onun ipine sarılanlar ve dinin direği olan
namazı vaktinde kılanlar olduğunu belirtmektedir.[1] Islah edicilerin salih
kimselerden daha önemli bir konumda oldukları, sâlihlerin kendi halinde
muslihlerin ise aktif kimseler oldukları söylense[2] de bu iddianın sağlam
Kur’ânî temelleri yoktur. Salih kimseler de iyiliği yaşama ve yaygınlaştırmada
aktif kimselerdir.
Muhtemelen Hz. Musa,
Mısır’dayken adaleti sağlamaya çalışmasıyla meşhur birisiydi. Kıptilerden birisi,
onu bu çizgiden uzaklaşma konusunda uyardı: “Musa, ikisinin de düşmanı olan
adamı yakalamak isteyince o adam dedi ki: Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi
bana da mı kıymak istiyorsun? Demek ıslah edicilerden olmak istemiyor da bu
yerde ille yaman bir zorba olmayı arzuluyorsun sen!” (el-Kasas 28/19). Kıptinin
bu uyarısının ardından Hz. Musa, ona dokunmadı ve ölüm korkusu yaşamış bu adam,
onun yanından uzaklaşınca muhtemelen Firavun’un adamlarına onu ihbar etti. Bir
yoruma göre de “Ey Musa! Dün bir cana kıydığın gibi, bana da mı kıymak
istiyorsun?” cümlesini kuran kişi bu olaydan bir gün önceki Hz. Musa’dan yardım
isteyen ve öldürme olayına şahit olan İsraillidir. En doğrusunu Allah bilir.
Taberi, “Halkı ıslah
ediciler olduğu halde Rabbin, zulümle ülkeleri helâk etmez.” (Hûd 11/117) ayeti
bağlamında Allah’ın, toplumları Allah’ı inkârları, sapkınlıkta ısrarları,
elçileri yalanlamaları ve kötülüğü sırtlanmaları nedeniyle yok ettiğini
belirtir.[3]
Aynı ayet bağlamında Reşid Rıza, ilahi yasanın halkı ıslahatçı olan ve
fesattan, zulümden uzak duran toplumların yok edilme cezasıyla karşılaşmalarına
izin vermediğini belirtmektedir. Bu ayete göre herhangi bir toplumda büyük
çoğunluk, insanlara karşı olan davranış ve ilişkilerinde düzgün hareket ederse
insanların kendilerine karşı işledikleri küçük haksızlıklardan dolayı da Allah onları
yok etmez.[4] Yani Reşid Rıza,
insanların başlarına gelen felaketlerle günahları arasında bir ilişki olduğunu
düşünmektedir. İfsadı bırakıp ıslaha yönelirlerse ufak tefek günahları olsa
bile ilahi cezalandırmadan emin olurlar.
Münafıklar, fesat
peşinde koşarlar ancak kendilerini ıslah edici kimseler olarak takdim ederler: “Onlara, ‘Yeryüzünde
fesat çıkarmayın!’ denildiği zaman, ‘Biz ancak ıslah edicileriz.’ derler.” (el-Bakara
2/11). Münafıkların bu olumsuz tavrından tamamen farklı olarak Hz. Muhammed’in
(s) fesadın kökünü kazımak ve mikrop saçan odakları arındırmak, kökten silip süpürmek
istediğini belirten Muhammed Abduh, onun bidatleri öldüren dini irşat yolunu
yeniden diriltmek istediğini ifade etmektedir. Peygamber (s) ayrıca taklitçilerin
taklit yoluyla ortadan kaldırdığı peygamberlere ait tevhidi sünnetlerin yolunu da
tekrar diriltmek istiyordu.[5] Münafıkların “Biz ancak
ıslah edicileriz” iddiaları ise tıpkı “Biz müminiz.” iddiası gibi boş bir
sözden ibarettir. Zaten her bozguncu ve her sapkın, bozgunculuğunu ve
sapkınlığını birtakım güzel isimlerle sunmaktadır. Günümüzde Allah’tan
başkalarına sığınanların (dua) bunu Allah’a şirk koşma değil de “tevessül” diye
isimlendirmeleri de böyledir.[6] Münafıkların sahte
ıslahatçılığından söz eden bu ayetten yola çıkarak Abduh, ıslah çabalarının
bidatla mücadeleyi içermesi gerektiğini ve bazı çevrelerin İslami kavramları
şirklerine kılıf olarak geçirmelerinin yanlışlığını vurgulamaktadır.
Görüldüğü gibi “ıslah
ediciler” ifadesinin geçtiği ayetlerde Kitab’a sımsıkı sarılmanın ve namazın
önemine, haksız yere cana kıymanın ıslah edici kimseler için düşünülemeyecek
bir fiil olduğuna, Allah’ın ıslah edici toplumları yok etmeyeceği gerçeğine ve
iki yüzlü kimselerin fesatlarını gizlemek için kendilerini “ıslah ediciler”
şeklinde tanımladıklarına dikkat çekilmektedir.
12.9.2019 Memleket Gazetesi
[1] M.
Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr (Mısır: el-Hey’etu’l-Mısriyyetu’l-Âmme
li’l-Kitâb, 1990), 9: 324.
[2] Ömer
Dumlu, Kur’ân’da Salâh Meselesi, 4. Bs (Ankara: DİB, 2012), 229; Duran
Ali Yıldırım, Kur’an’da Fesat (Konya: Çimke, 2016), 37.
[3] Ebu
Cafer Muhammed bin Cerîr Taberî, Camiu’l-beyân fî tefsîri’l-Kur’ân
(Beyrut: Daru Hicr Li’t-Tabaa ve’n-Neşr ve’t-Tevzi` ve’l-İ`lan, 1422/2001), 12:
631.
[6] Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, 1: 134.