Kur’an’da “emrimiz gelince” ifadesi
Kur’an’da “emrimiz gelince (lemmâ câe emrunâ)” ifadesi,
Mekke’de inmiş olan Hûd suresinin ikisi و (58 ve 94. ayetler), diğer ikisi de ف (66 ve 82. ayetler) harfiyle
başlayan toplam dört ayetinde yer almaktadır. Bu yazıda söz konusu ayetler ele
alınacaktır.
Kurtuluş müminler için söz konusudur (el-Müminun 23/1). Ölüm bir
şekilde gelir. Önemli olan onun insanı rezil edecek şekilde gelmemesi için
çabalamaktır. Yoksa insan ne kadar da çabalasa ölümden kaçamaz. Hûd peygamberin
hakka çağırmasına rağmen Âd kavmi, vahye tabi olup kurtuluşu seçeceğine zelil
bir şekilde yok olmayı tercih etti. Hakikate karşı taş kesilmiş kalplerine
uygun, “kaskatı” bir azapla karşı karşıya kaldılar: “Emrimiz gelince Hûd'u ve
onunla beraber iman edenleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık, onları kaskatı
bir azaptan kurtuluşa erdirdik.” (Hûd 11/58). Hûd peygamberin kavminden Allah’a
isyan edenler azaba uğramış, Allah’a itaati seçenler ise ilahi rahmet ile
kurtulmuştur. Ayette müminlerin “kurtarılmalarından” iki defa söz edilmesi
Allah’ın müminlere şefkatinin büyüklüğünü gösterdiği gibi kurtuluşun birinin
dünyada diğerinin ahirette olduğunu da gösterir.
Semûd kavmi, Sâlih peygamberin hakka davetini reddetmiş, Allah
tarafından ilişme yasağı konulan deveyi ise kesmişlerdir. Onların isyankâr
tavırlarının sonu aynı zamanda onların kötü sonu olmuştur: “Emrimiz gelince,
Sâlih'i ve onunla beraber iman edenleri, bizden bir rahmet olarak
(azaptan) ve o günün zilletinden
kurtardık. Şüphesiz Rabbin kuvvetlidir, üstündür.” (Hûd 11/66). Ayette Sâlih’in
ve müminlerin kurtuluşlarının belirlilik takısı (ال)
getirilmeksizin “rahmet” olarak nitelendirilmesi, Allah’ın esirgemesinin
büyüklüğünü göstermektedir. İman sahipleri, sabırlarının karşılığı olarak üstün
kılınmışlar, inkârcılar ise alçalmışlardır. Müminler, inkârcıların dünyevi
güçleri karşısında nihai gücün Allah’a ait olduğunu, kötü kimselerin etki
alanının hep kısmî kalacağını akıllarından çıkarmamalıdır.
Lût kavmi, toplumun temeli
olan aileyi yok eden cinsî bir sapkınlığa eğilim göstermiş, sapkınlıkları
cezasız kalmamıştır: “Emrimiz gelince, oranın altını üstüne getirdik ve
üzerlerine (balçıktan) pişirilip istif
edilmiş taşlar yağdırdık.” (Hûd 11/82). Ceza olarak o sapkın kavmin
bulunduğu yerin altının üstüne getirilmesi, onların insan tabiatını, ahlakı alt
üst etmelerinin karşılığıdır. O kadar ki yaptıkları çirkin fiil, onların
hayvanlardan da aşağı bir konumu getirmiştir. Bu azap, bir deprem ya da volkan
patlaması olsa gerektir. Lût kavminin üzerine balçıktan taşların
“yağdırılması”, onların çamur karakterlerinin cezasıdır. Taşların, Lût kavminin
üzerine bol miktarda indiğinin söylenmesi de gönderilen azabın şiddetini
gösterir.
Hz. Şuayb’ın kavmi vahyi inkâr yolunu seçince şiddetli bir ses ile
yok edilmiştir: “Emrimiz gelince, Şuayb'ı ve onunla beraber iman edenleri
tarafımızdan bir rahmetle kurtardık; zulmedenleri ise korkunç bir gürültü
yakaladı da yurtlarında diz üstü çöke kaldılar.” (Hûd 11/94). Başka ayetlerde
Şuayb’ın kavminin depremle (el-A`raf 7/91; el-Ankebut 29/37) ve “gölge günü
azabı” ile (eş-Şuarâ 26/189) yok edildiği de söylenmektedir. Bu durumda
Şuayb’ın kavminin yok edilmesi sırasında bir ses duyulduğu, şiddetli bir
sarsıntı yaşadıkları ve deprem sonrası ortalığı bir toz bulutunun kapladığı
söylenebilir. Diğer bir ihtimal de tozu dumana katan depremde kurtulma
çığlıkları attıkları ancak onlara yardım edecek kimse olmadığıdır.
Görüldüğü gibi “emrimiz gelince” ifadesinin yer aldığı ayetlerde Âd,
Semûd, Lût ve Hz. Şuayb’ın tebliğ götürdüğü kavmin dünyevi azaba uğradığından
söz edilmektedir. İnkârcıları bekleyen daha büyük azap ise ahirettedir.
Müminlere düşen şey, geçmiş toplumların kötü fiillerinin izlerini Kur’an’dan
sürmek ama onların düştükleri yanlışlara düşmemektir. Kurtuluşa götüren yol,
peygamberlerin yoludur.
26.6.2019 Memleket Gazetesi