“Kıssaların Dili” Adlı Eser Üzerine Bir Değerlendirme -II-
“Kıssaların
Dili” Adlı Eser Üzerine Bir Değerlendirme
-II-
Önceki yazımızda Mustafa Öztürk’ün“Kıssaların Dili” adlı eseri
bağlamında Kur’an’da Allah merkezli dil ve kıssalardaki izdüşümü, kıssaların
tarihi değeri ve hak oluş keyfiyeti, kıssaların mitolojik olup olmadığı,
kıssalarda gaye-amaç unsuru, kıssalar bağlamında Allah-insan-tarih ilişkisi
konularındaki yaklaşımlarını ele almıştık. Bu yazıda ise onun mucize, Kur’an’ın
mitolojik unsurlardan arındırılması, iblisin hikâyesi, adem, cennet ve cennetten
çıkış, bilge kişi-Musa kıssası hakkındaki yaklaşımlarını değerlendireceğiz.
Kitapta katılmadığımız kısımlara dikkat çekip eleştirmemizden yola çıkarak
eserin faydadan uzak olduğu asla düşünülmemelidir. Niyetimiz, gördüğümüz
yanlışlara kavrayışımız ve bilgimiz ölçüsünde ve hakkı tavsiye etmek bağlamında
dikkat çekmektir.
A. Mucize Kavramı ve Mucize Gönderme Prosedüründe Değişiklik
Peygamber olduğunu ileri süren kimsenin elinde, doğruluğunu
kanıtlamak için Allah tarafından yaratılan ve harikulade olay diye tanımlanan
mucizeyi gerçekleştiren, elçi değil Allah’tır. Mucizeleri gerçekleştirebilen
Tanrı düşüncesinin bazı sorunlara yol açtığını düşünen Öztürk, alışıldığı üzere
bazı sorular sormaktadır: “Neden Tanrı kendi varlığını ve vahyinin kanıtı
olarak mucizeleri belirli kişilere vermektedir de diğerlerine vermemektedir?
Neden her şeye kadir Tanrı mucizelerle bazı kişilerin acı ve ıstıraplarını
önlerken diğerlerini, mesela Hz Muhammed'i çaresizlik içinde bırakmaktadır?
Hissi ve kevnî mucizelerden ahlâkî yargılar ve ibretler çıkarabilir miyiz?”[1]
Yukarıdaki sorulara şöyle yanıt verilebilir: Allah, dilediğini
yapar. Her peygambere mucize verildiği Kur’an’da anlatılmamışsa da onların
iddialarının gerçek olduğunu kanıtlayacak bir göstergenin onlara verildiğini
varsayabiliriz. Mucize, verilen kimseye bahşedilen bir nimet ise Allah bu
nimeti nasıl paylaştıracağını insana danışmaz. İnsanın yapması gereken, hâşâ
Allah’ı hesaba çekmek değil, ilahî hikmeti kavramaya çalışmaktır. Öztürk’ün sorularından
anlaşılan şey, onun standart bir peygamber imtihanı beklentisi içinde
olduğudur. Allah böyle bir şey dilememiştir. Her peygamber, içinde bulunduğu
zaman ve mekânın şartları içinde imtihan edilmiştir. Peygamberlerin “Allah’a
karşı haklarını (!)” savunacak bir savunmacıya ihtiyaçları olmamıştır.
Günümüzde de buna gereksinim söz konusu değildir. Hissi mucizelerden ahlaki
yargıların çıkma ihtimali söz konusuysa çıkarılabilir. Bu konu, kıssaların
hangi ibret konularını ön plana çıkardığıyla ilişkilidir.
Kur'an'da müşriklerin hissi mucize taleplerine olumsuz cevap
verilmesini ve bu bağlamda “Bizi ayetler (mucizeler?) göndermekten alıkoyan tek
sebep, önceki toplumların bunları yalanlamış olmasıdır.” (el-İsra 17/59)
şeklinde bir gerekçe öne sürülmesini düşündürücü bulan Öztürk, bu ayetin
devamında “Semud kavmine bir uyarıcı emare (mubsira) olarak o dişi deveyi
verdik/gönderdik ama onlar bunu hiç dikkate almadılar. Oysa biz bu tür
mucizeleri sadece korkutmak amacıyla göndermişizdir.” ifadesinin yer aldığını
belirtmekte ve geleneksel yoruma göre Allah’ın burada Mekkeli müşriklerin hissi
mucize talebini reddettiğini, geçmişteki toplumların bu tür mucizeleri
yalanladığı gerekçesini belirttiğini ve bunun Semud kavminin inkârcı tutumu ile
örneklendirildiğini söylemekte ve yine sorular sormaktadır: “Peki öyleyse niçin
ilk Semud kavmine gönderilen Hz. Salih ile Hz. Muhammed'in peygamberlik dönemi
arasındaki zaman diliminde yaşamış olan Hz. Musa, Hz. Süleyman ve Hz. İsa gibi
peygamberlere birçok hissi mucize verilmiştir? Diğer bir deyişle, mademki
Mekkeli müşriklerin hissi mucize taleplerine olumsuz cevap vermenin temel
gerekçesi bunların geçmişte Semud kavmi tarafından yalanlanmış olmasıdır o
halde niçin anılan kavmin helâkinden asırlar sonra görev yapmış peygamberlere
bu tür mucizeler verilmiştir?”[2] Bu
soruların sorulması, anlaşıldığı kadarıyla “Kur’an’da tutarsızlıklar var.”
iddiasına kısmen de olsa prim verildiğini göstermektedir; çünkü Kıssaların
Dili adlı bu kitapta “Mülhidlere cevap” tarzında bir yaklaşım mevcut
değildir. Aksine Öztürk “karşı mahalleden” bir dil kullanarak şöyle demektedir:
“Bütün bu soruların da işaret ettiği gibi Hz Muhammed'e, dolayısıyla müşriklere
mucize gönderilmeme sebebinin önceki kuşakların tekzibine bağlanması Allah'ın
tarihe deyim yerindeyse bir tür deneme yanılma yoluyla müdahale ettiğini
düşündürmektedir.”[3]
Yazarın bu konudaki karamsar havası, Kur’an’da çelişki var.” iddiasına prim
veren “nesh” anlayışında dağılıp gitmektedir.[4]
Muhtemelen nesh teorisi “tarihselliğe fırsat verme” kontenjanından
faydalanmaktadır. Ayetten (el-İsra 17/59) anlaşıldığı kadarıyla meydan
okumalara karşı “son peygambere” mucize verilmeyeceğinden söz edilmektedir.
Öztürk, Kur’an’ın kâfirlere meydan okurken kendisiyle meydan
okumasını bir totoloji (sözün ek bilgi içermeyen kullanımı) olarak görmektedir:
“İnsanlar Kur’an’ın bir benzerini getirmekten acizlerse, Kur’an niçin onlara
meydan okumaktadır? Çünkü insanlar böyle bir şeyden acizlerse meydan okumaya ne
gerek vardır? Ayrıca bir şeyi yine aynı şeyle delillendirmeye çalışmak bir
kanıtlama olabilir mi? Belli ki böyle bir kanıtlama, yani Kur’an’ın Allah
kelamı oluşunu, ‘Çünkü Allah kelamıdır.’ şeklinde kanıtlamak bir totolojidir.”[5] Kur’an,
dileyenin inanacağı dileyenin de inkâr edeceği bir kitaptır. Kur’an’ın
delillendirme biçimini beğenmeyenler tevhid, adalet, yaratılış, ahiret vs.
konularında daha kuvvetli delillendirmeler içeren bir kitap buldularsa/yazarlarsa
piyasaya sürerler biz de inananlar olarak kitabı inceler, gerçeği ortaya
koyarız. Kur’an’dan daha tutarlı bir kitap ortaya koymayıp Kur’an’ın
tutarsızlıklarını (!) sergilemeye çalışmak, iyi niyetli bir çaba olarak
görülemez.
Öztürk, mucizelerin göreceli olduğunu ima ederek mıknatısın demiri
çektiğinden haberdar olmayan biri için mıknatısın demiri çekmesinin pekâlâ
olağanüstü görülebileceğini, dolayısıyla mucize olarak kabul edilebileceğini
söylemektedir.[6]
Bu durumda peygamberler, aslında mucize olmayan harikuladelikler sergilemiş
olmakta adeta tebliğ ettikleri kimselerin gözlerini boyamaktadırlar. Yani onlar
bir tür bilim adamıdır. Doğal yasaları keşfetmişler, henüz keşfetmeyenlere de
bu yasaların işleyişine uygun fiiller ortaya koymuşlar ve bu sayede taraftar
toplamışlar ve onları bu şekilde dini kabul açısından ikna (?!) etmişlerdir. Bu
durumda aslında işin aslını bilenler için herhangi bir olağanüstülük
bulunmamaktadır.
Yaygın kanaat, Hz. İbrahim tarafından kurban edilmek istenen oğlun
Hz. İsmail olduğudur. Öztürk, söz konusu oğlun Hz. İshak olduğu görüşünü tercih
eder ve Hz. İbrahim’in İshak’ı kurban edişinde ahlak ve adalet ilkesinden ziyade
buyruk teorisinin geçerli olduğunu söyler: “Diğer bir deyişle burada ahlak iman
lehine askıya alınmış gözükmektedir.”[7] Öztürk,
ahlak ile imanın uyumlu olmadığı bir alanın varlığından söz etmekte imanın
bazen ahlaki olmayanı gerektirdiğini ima etmektedir ve bu durumun faili de
Allah’tır; çünkü oğul kurbanı, Hz. İbrahim’in düşünüp taşınıp aldığı bir
kararın uygulanmaya konması değildir.
Öztürk gündeme getirdiği anlama sorunlarının ardından çözümü belli
ölçüde agnostik (bilinemezci) tavırda bulur. Ona göre Müslüman gelenekteki
“Vardır bunun da hikmeti' sözü meseleyi çok güzel bir biçimde özetlemektedir.
Öztürk, Kur’an’ın Allah hakkında söylediklerini rasyonelleştirme çabalarının
güdük kaldığını ve sorgusuz sualsiz teslimiyetçilikten başka çare olmadığını
ifade etmektedir.[8]
Doğrusu, gaybî konuları kesin çözüme kavuşturmanın mümkün olmaması açısından
zaman zaman “Vardır bunun da bir hikmeti” demekten başka çare yoktur; fakat bu,
“Her bilenin üstünde bir bilen vardır.” gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bizim için
anlaşılmaz olan bir konu başka birisi için gayet izah edilebilir şekilde
olabilir. Kur’an, anlaşılsın diye kolaylaştırılmış bir kitaptır (el-Kamer
54/17).
B. Demitolojizasyon ve Kur’an
Öztürk, Zemahşeri’nin (ö. 538), Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin (ö.
638/1240), Muhammed Ahmed Halefullah’ın (1916-1997) vs. kıssalara dair birtakım
yorumlarını Kur’an’ın mitolojilerden arındırma çabası olarak görme
eğilimindedir.[9]
Yani Kur’an’da akla yatmayan hikâyeler vardır ve müfessirler, bu hikâyeleri
aklileştirmekte, bir bakıma kıssaları, lafzen olmasa da manen anlamı dışına
taşımaktadırlar. Öztürk’ün yorumlarından anlaşılan şey onun, kıssaların bazı
unsurlarını mecazi/temsili gören müfessirlerin/Müslüman düşünürlerin
görüşlerini toplamak ve bunları Yeni Ahit’i mitolojiden arındırmak isteyen
Bultmanm’ın[10]
“demitolojizasyon çerçevesi” içine alıp Müslümanlara takdim etmektir. Öztürk,
Allah’ın aslı olmayan hikâyeler de anlattığı iddiasında çok cesur
gözükmektedir.
Kur’an’da tarihsel gerçeklikleri inkâr edilmesi mümkün olmayan çok
sayıda kıssanın varlığını kabul eden Öztürk, ne yazık ki bazı kıssaların
herhangi bir dinî-ahlakî mesaj içermediğinin söylenebileceğini öne sürer.[11] Belli
ki o, bu bağlamda bazı kıssalar konusunda “Yoktur bunun hikmeti!” demekte bir
sakınca görmemektedir. Öztürk’ün bu konuda göreceli olarak daha seyreltilmiş
bir ifadesi de şöyledir: Ashab-ı Kehf ve Zülkarneyn gibi bazı kıssalarda esas
itibariyle dinî-ahlâkî mesajlar vermek gibi bir maksat gözetilmediği de ileri
sürülebilir. Ancak bu görüş, söz konusu kıssalardan hiçbir mesaj
çıkarılamayacağı anlamına gelmez.[12]
C. İblis’in Trajik Hikâyesi
İblis’in hikâyesini üzücü bulan Öztürk, Şehristanî den nakille
şeytanî sorular aktarmaktadır. Bu sorulardan anlaşılan şey, şeytanın Allah’tan
başka varlığa secde etmediği halde lanetlenip cennetten kovulmasının, cennete
girmekten alıkonmamasının, imtihanının Adem ile sınırlı kalmayıp evlatlarıyla
da devam etmesinin hikmetini anlayamadığıdır.[13] Biz
şeytanla değil, hidayeti seçen Adem ile empati yapıp iblise/şeytana cevabımızı
verelim:
Allah “Âdem’e secde edin.” (el-Bakara 2/34) diye emredildiğinde iblisin
yapması gereken meleklerin yaptığı gibi itaat idi; ancak o, Allah’ın emrine isyan
etti ve günahından dolayı tövbe etmedi ve Allah’ın rahmetinden uzaklaştırıldı.
Rabbine isyan eden Âdem de cennetten çıkarıldı; ancak tövbe etti ve günahını
meşrulaştırmadı. Bu, onun cennette kalmasını sağlamasa da lanetlenmekten
kurtardı. Ayrıca iblisin sadece Allah’a secde ettiğini ve bunda samimi olduğunu
bilmiyoruz. Belki de secde ettiği arzuları idi. İmtihan edildiğinde arzularını
tanrı edindiği ortaya çıktı.
Şeytanın cennete girmekten alıkonmamasına gelince Allah dilediğini
yapar. Allah’ı hesaba çekme yetkisi kimseye verilmemiştir. “Ahirette Allah’ı
hesaba çekeceğim!” diyen ve şeytanın izinden giden insanlar da vardır. Onlar da
şeytan gibi ahirette bu kibirlerinin hesabını vereceklerdir.
Şeytanın Âdemoğulları ile imtihanına gelince kendisinin Allah’tan
“daha hikmetli” olduğuna inanması onun müşrik olduğunu göstermektedir. Allah ona
“Âdemoğullarına musallat ol.” dememiş; aksine şeytanın kendisi öyle yapacağını belirtmiştir
(el-A`raf 7/17). İnsanoğluna düşmanlık besleyen şeytan, intikam alırcasına kötü
akıbetine insanları da ortak etmeye çalışmaktadır. Hasetlerin sonu ne kötüdür!
Kur’an’da ateşten yaratıldığı ifade edilen iblis (el-Araf 7/12)
hakkında Öztürk şöyle demektedir: “Allah insana hitap ederken bizim iyiliğimizi
isteyen Melek ve bizi kötüye sevk eden Şeytan gibi kavramlar kullanır. İblis
ve/veya Şeytan aslında bir metafordur. (…) İblis insanı Allah’tan uzak tutan ve
gerçekte bizim kendi günahımızdan ibaret olan mânianın kişileştirilmesidir. (…)
İblis’in hikâyesi Kur’an’a özgü de değildir. Çünkü buna benzer hikâyeler kadim
Mezopotamya’daki mitoloji edebiyatının yanısıra Yahudi ve Hristiyan geleneğinde
de mevcuttur.”[14]
Öztürk’ün bu yaklaşımları, zihinde yeni sorulara yol açmaktadır: İblis metafor
(mecaz) ise cehennemde nasıl yanacaktır? Allah -hâşâ- olmayan bir şeyi mi
cezalandıracaktır? Bir hikâyenin Kur’an’da yer alması ile bazı mitolojilerde ve
muharref kitaplarda yer almasının ne gibi bir sakıncası vardır? Mezopotamya
mitoloji edebiyatı kesinlikle etkileyen ve “Kutsal Kitaplar” da kesinlikle
etkilenen pozisyonunda mıdır? Eğet mitolojiler özne ise bu durumda bizim nesne
(Kutsal Kitaplar) ile meşgul olmamız anlamlı bir çaba mıdır? Bu durumda en
iyisi vahyi bırakıp -Allah korusun- “atalar dini”ne tabi olmak değil midir?
D. Adem, Cennet ve Düşüş
Öztürk, Allah’ın Âdem ve eşine “cennette dilediğiniz gibi yiyip
için” dediğini diğer taraftan da “sakın şu ağaca yaklaşmayın” diye bir yasak
getirdiğini, bunun yanı sıra İblis’e bu iki zavallıyı (Âdem ve eşini) ayartma
izni verdiğini söyleyerek bunun “Allah’ın insanla oyun oynaması” olarak izah
etmekten başka bir seçenek olmadığını ileri sürmektedir.[15] Öztürk
meseleyi adeta “ilahî bir çelik çomak oyunu” gibi görmektedir. Hâlbuki bu dünya
hayatı insan için bir sınav yeridir. Allah eğlence edinmek isteseydi elbette
onu kendi katından edinirdi (Enbiya 21/17). Ancak O, eğlence edinmekten münezzehtir.
Öztürk, Allah hakkında zanda bulunurken gayet rahat hareket etmektedir.
E. Bilge Kişi-Musa Kıssası ve İslam Kültüründe Hızır Mitosu
Hızır kelimesi Kur’an’da geçmez ancak Musa’nın görüştüğü esrarengiz
kişinin adının Hızır olduğu hadislerde ifade edilir. Bu kişinin kim olduğu
konusunda 35 madde halinde görüşleri aktaran Öztürk, Hızır’ın gerçek değil
muhayyel ve mitolojik bir figür olduğunu söylemektedir.[16] Bu
durumda Hz. Musa kimle buluşmuş, yolculuğa çıkmış olmaktadır. Yoksa o,
hayallerinin peşinden giden bir peygamber miydi? Birtakım Kur’an kıssaları
gerçeklerle hayallerin birbirine karıştığı bir muamma mı? Yakînî bilgi Kur’an
dışında mı aranmalı?
Sonuç
Görüldüğü gibi Kıssaların Dili adlı eserde, savunulması
mümkün görülemeyecek bir üsluba ve mantığa da yer verilmektedir. Her ne kadar
yazar, zaman zaman “Vardır bunun da bir hikmeti!” demeyi bir çözüm olarak görse
de kitabının dikkat çektiğimiz bazı kısımlarında bu prensibe uygun hareket
etmemekte ve kitapta “Allah’ın hikmetinden” sual olunmaktadır.
Yazının künyesi: Kayacan,
Murat, “Kıssaların Dili Adlı Eser Üzerine Bir Değerlendirme -II-”, Haksöz
Derg., S. 338, İst., Mayıs, 2019. (54-58).
Kaynakça
Öztürk, Mustafa. Kıssaların Dili. 2. Bs.
Ankara: Ankara Okulu, 2010.
Öztürk, Mustafa. Kur’an
ve Tarihsellik Hakkında Belirtmem Gereken Birkaç Husus. Erişim: 15 Nisan
2019. http://mustafaozturkarsivi.blogspot.com/search?q=nesh.
[4] Mustafa
Öztürk, Kur’an ve Tarihsellik Hakkında Belirtmem Gereken Birkaç Husus,
erişim: 15 Nisan 2019, http://mustafaozturkarsivi.blogspot.com/search?q=nesh.