Kur’an’da “Allah’ın emri “ ifadesi
“Allah’ın emri
(kâne emrullâhi)” ifadesi, iki Medeni surenin toplam üç ayetinde yer
almaktadır. Bu yazıda söz konusu ayetler içlerinde bulundukları surelerin iniş
sırasına göre ele alınacaktır.
Gelenek ile din
aynı şey değildir; ilki doğru da olabilir, yanlış da. Bir Müslüman açısından dinin
onayından geçen geleneğin bir değeri olabilir. Yanlış geleneklerden biri de
kişinin evlatlık olarak barındırdığı çocuğun, kendi çocuğu gibi kabul
edilmesidir. Kur’an, bu yanlış uygulamayı sona erdirmiştir: “Hani Allah'ın
nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye, ‘Eşini yanında tut,
Allah'tan kork!’ diyordun. Allah'ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek
içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana lâyık olan Allah'tır. Zeyd, o kadından
ilişiğini kesince biz onu sana nikâhladık ki evlâtlıkları, karılarıyla
ilişkilerini kestiklerinde (o kadınlarla evlenmek isterlerse) müminlere bir
güçlük olmasın. Allah'ın emri yerine getirilmiştir.” (el-Ahzab 33/37). Dinle
çelişen geleneğin sona erdirilmesi konusunda korkulacak olan insanlar değil,
onlar arasındaki hukuku belirleyen Allah’tır. Ayetteki bu uyarı, Peygamber’e
doğruyu gösterme amaçlıdır. Yoksa onun kalbini pekiştirici bu ifadeden yola
çıkarak onun “Allah’tan değil, insanlardan korktuğu” sonucu çıkarılmamalıdır.
Allah’ın nimet verdiği ve Peygamber’in (s) de iyilik ettiği kişi, kölesi
Zeyd’dir. Ayetteki “Zeyd, o kadından ilişiğini kesince” ifadesi, hanımının
iddet süresinin dolması anlamındadır; çünkü kocasının boşamasının ardından
kadın, hemen evlenemez. Yine “müminlere bir güçlük olmasın” ifadesi,
evlatlığın hanımı ile evlenme konusunda peygamber ile ona tabi olan müminler
arasında hüküm açısından bir fark olmadığını göstermektedir.
Önceki
peygamberler daha önce evlenmiş ya da bekâr hanımlarla nasıl evleniyorduysa
benzer şekilde son peygamber de öyle yapmıştır: “Allah'ın, kendisine helâl
kıldığı şeyde Peygamber'e herhangi bir vebal yoktur. Önce gelip geçenler
arasında da Allah'ın yasası böyle idi. Allah'ın emri mutlaka yerine gelecek,
yazılmış bir kaderdir.” (el-Ahzab 33/38). Helal olan fiilleri işleme konusunda
peygamberlerin kınanması söz konusu değildir. İlahi yasa, Müslüman hayatının
kolaylaştırılması prensibine dayanır. Haram olduğu bilinmeyen her şey,
mubahtır. Yeter ki mubah olanların herhangi bir zararı tespit edilmiş olmasın.
Tespit edilmişse ortaya çıkan zararla kayıtlı olarak yasaklanması söz konusu
olabilir. Allah’ın dilediği olayın gerçekleşmesine kimse engel olamaz. İnsan
iradesi, Allah’ın izin verdiği ölçüde varlık gösterebilir.
Kur’an, daha
önce kendilerine vahiy gönderilmiş toplumları da dine davet kapsamında görür.
“Onlar da kendi kitaplarına uyarlarsa kurtulurlar.” demez. Son peygamberin tebliğine muhatap olup da onu inkâr etmenin,
diğer peygamberleri inkâr etmekten farkı yoktur. İnkârcıların sonu iyi
olmayacaktır: “Ey Ehl-i Kitap! Biz, birtakım yüzleri silip dümdüz ederek
arkalarına çevirmeden yahut onları, cumartesi adamları gibi lânetlemeden önce
size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimize (Kitab'a) iman edin; Allah'ın
emri mutlaka yerine gelecektir.” (en-Nisa
4/47). Lanetlenmiş olan şeytandır. Onun çağrısına uyup, son peygamberin
çağrısını kulak ardı etmenin sonucu azaba uğramaktır. Ayette söz edilen,
inkârcıların yüzlerinin silinip dümdüz edilmesi ve arkalarına çevrilmesi, vahye
karşı takınılan çirkin tutumun ahiretteki cezasıdır. Bu kimseler muhtemelen
ahirette “Kimin kitabı da arka tarafından verilirse” (el-İnşikak 84/10) denilen
kimselerdir. Yani ahirette, başta şirk olmak üzere şerli eylemleriyle dolu
olduğu kitaplarını okumaları bile inkârcılar için eziyetli olacaktır.
Görüldüğü gibi
“Allah’ın emri” ifadesinin yer aldığı ayetlerde çok eşliliğin, evlatlığın
boşadığı hanımla evlenmenin müminlere helal olduğundan, helal olan nimetlerden
faydalanmadan dolayı Peygamber’in (s) kınanamayacağından, hiçbir şeyin Allah’ın
belirlemesinin sınırlarını aşamayacağından ve son vahye inanmamanın akıbetinin
azap olacağından söz edilmektedir.
Memleket
Gazetesi 4.4.2019