Kıraatler, Kur’an’ın Kitaplaştırılması, Dizimi ve Kur’an'da Hata İddialarının Eleştirisi
Kıraatler, Kur’an’ın Kitaplaştırılması, Dizimi ve Kur’an'da Hata
İddialarının Eleştirisi
Kur’an ilimleri
denince akla gelen en zor konu kıraatlerdir. Bu zorlukta Arapların yazı
kültürüne eğilimli olmamaları, yazılarının noktasız olması nedeniyle bir
kelimenin ya da cümlenin birkaç anlama gelebilecek şekilde okunmasının
mümkünlüğü vb. nedenlerin önemli payı vardır. Bu yazıda kıraatler konusu,
Türkiye’de ilahiyat alanında mümtaz kişilerden Tayyip Okiç ile (1902-1977) Konya
Yüksek İslam Enstitüsünde üç sene birlikte hocalık yapan İsmail Karaçam’ın Kur’ân-ı
Kerîm’în Nüzûlü ve Kırâati[1] adlı
eseri bağlamında şu soruların cevaplarını ortaya koymaya çalışacağız: Kur’an’ı
farklı okuma izni ne zaman verildi? Kur’an ne zaman kitaplaştırıldı? Surelerin
Kur’an’daki sıralaması vahiyle mi sahâbe içtihadıyla mı oldu? “Kur’an yedi harf
üzerine indirildi.” hadisi ile “yedi kıraat” aynı şey midir? Kur’an’da fazla/eksik
sureler ve hatalar bulunduğuna dair rivayetler nasıl değerlendirilmelidir?
1. Kur’an kıraatleri
Farklı
kıraatlerle Kur’an okuma izni, Mekke’de değil de insanların kitleler halinde
Müslüman olduğu dönemlerde verilmiş olsa gerektir; çünkü Mekke’de kullanılan
lehçe Kureyş lehçesi idi. Dolayısıyla farklı okuyuşlar –genel itibariyle-[2] zaten
söz konusu değildi.
Kur’an’ın yedi
harf üzerine indirildiği rivayetiyle[3] ilgili
olarak İbn Teymiyye’den (ö. 622/1225) nakille Karaçam, muteber âlimler arasında
hadisteki “yedi harf”in meşhur yedi kıraat olmadığı hakkında anlaşmazlık bulunmadığını
aksine bu kıraatleri ilk defa toplayan kişinin, Bağdat’ta hicri 3. asrın
başında kıraat âlimi Ebû Bekr
b. Mücâhid (324/936) olduğunu söylemektedir. İbn Mücâhid Mekke, Medine, Basra,
Kufe ve Şam kıraatlerini toplamak istemiştir. Bu beş kent; Kur’an, hadis,
tefsir, fıkıh ve diğer dini ilimlerden nübüvvet ilminin ortaya çıktığı
şehirlerdir. O, bu kentlerin kıraat imamlarından bu meşhur yedi kıraati
toplamayı isteyince bu rakam Kur’an’ın indiği harflerin sayısına denk gelmiştir.
Yoksa “yedi harf”ten maksadın “yedi kıraat” olduğuna inandığı için sayı yedi
değildir. Kıraat ve hadis âlimi İbnü’l-Cezerî (ö. 833/1429) de böyle bir düşünceye
ancak sıradan kimselerin (avam) sahip olacağını belirtmekte ve “Bu Yedi Kurrâ
henüz (bu hadis söylendiğinde) dünyaya gelmemişlerdi.” demektedir.[4]
“Yedi harfin
anlamı, bilinen yedi kurrâdan nakledilen yedi kıraatten başka bir şey değildir.”
şeklindeki yaklaşımı doğru bulmayan Karaçam, “yedi harf” hadisi söylendiğinde
henüz yedi kıraatin mevcut olmadığını dolayısıyla Resulullah’ın gerek kendisini
ve gerekse ashâbını Kur’an’ın indiği “yedi harf”le okumaya mecbur edişinin
imkânsız olduğunu belirtmektedir; çünkü bunun için iki buçuk asırdan fazla
beklemeleri gerekecekti. Hâlbuki gerek bu yedi kıraat imamı ve gerekse
diğerleri kıraati ashâptan ve tabiinden almışlardır.[5]
2. Kur’an’ın kitaplaştırılması
ve surelerin sıralaması
“Öyle bir günden
sakının ki, o gün hepiniz Allah'a döndürülüp götürüleceksiniz. Sonra herkese
kazandığı amellerin karşılığı verilecek ve onlara asla haksızlık
yapılmayacaktır.” (el-Bakara 2/281) ayetinin inen son ayet olduğu yaklaşımını
aktaran Karaçam’a göre bu ayetin inişinden sonra Resullulah’ın dokuz ile seksen
bir gün arasında yaşadığı söylenmektedir; ancak tercih edilen görüş dokuz gecedir.
Bu kadar bir sürede de Kur’an’ın kitaplaştırılmasının kolay değildir.[6] Zaten
Resulullah da Kur’an ayetlerinin ne zaman son bulacağını bilmiyordu. Her ne
kadar ayetleri yazılı olarak kayıt altına aldırdı ve müminlerin bir kısmının
ezberlemesini sağladıysa da onları derleyip iki kapak arasında bir metne
dönüştürmemişti.
Bir kısım İslam
bilginlerine göre surelerin sırası ashabın içtihadına dayanmaktadır. İbn Hacer
bu düşüncenin âlimlerin çoğunluğu tarafından kabul edildiğini söylemektedir.[7] Fatiha
suresi hariç tutulursa surelerin uzun, orta ve kısa sureler şeklinde Kur’an’da sıralandığı
söylenebilir. Karaçam’ın İbn Hacer’e dayandırdığı görüş doğru kabul edilirse
sureler arası uyumu ortaya koymaya çalışan “tenasübü’s-süver” ilmi anlamsız bir
çabaya döner.
3. İbn Mes‘ûd mushafı ile Nas ve
Felak sureleri
Abdullah İbn Mes‘ûd’un (ö. 32/652-53) Nas ve Felak surelerini
kendi mushafına almadığı konusunda nakledilen bir rivayet şöyledir: “Bize Ali
b. Abdullah anlattı, dedi ki: Bize Süfyan anlattı, dedi ki: Abde b. Ebi Lubabe
ve Asım, Zirr b. Hubeyş’ten anlattılar, (Zir) dedi ki: Ubeyy b. Kâ‘b’a sordum
ve dedim ki: “Ya Eba Munzir! Kardeşin Abdullah b. Mes’ud şöyle şöyle sözler
söylüyor (Nas ve Felak sureleri Kur’an’dan değildir diyor), sen ne dersin?”
Ubeyy dedi ki: Bu iki sureyi ben de ResululIah’a sordum, bana dedi ki: (“Bunlar
Kur’an’dandır, oku!”) denildi. Ben de okudum.” (Sonra Ubeyy) dedi ki: “İşte biz
de Resulullah’ın okuyup söylediği gibi okuyoruz.”[8] Bu iddiayı el-Burhân’dan nakille değerlendiren Karaçam, Eş‘arî kelâmcısı ve
Mâlikî fakihi el-Bâkıllânî (ö. 403/1013) ve Mâlikî kadısı, hadis, fıkıh
ve dil âlimi Kādî İyâz’a (ö. 544/1149) göre
İbn Mes‘ûd’un aslında bu iki surenin (Nas ve Felak) Kur’an’dan olduğunu inkâr
etmemiştir[9] yalnız
büyük bir ihtimalle Resulullah’tan bunların Mushaf’a yazılmalarını emrettiğini
duymadığı için bunların yazılmasına karşı çıktığını belirtmektedir. Diğer bir
rivayete göre İbn Mes‘ûd, Resulullah’ın Hz. Hasan (ö. 49/669) ve Hz. Hüseyin (ö. 61/680) için bu iki sure ile dua ederken
gördüğünden dua sanmıştı.[10]
Zerkeşî’nin (ö.
794/1392) belirttiğini göre Nevevi’nin (ö. 676/1277) el-Mühezzeb şerhinde,
“Müslümanlar Nas, Felak ve Fatiha surelerinin Kur’an’dan olduğu konusunda icma
etmişlerdir. İbn Mes‘ûd’dan (bu surelerin Kur’an’dan olmadığı hakkında)
nakledilen haberler batıldır, sahih değildir.” İbn Hazm (ö. 456/1064) da bu
konuda şöyle demektedir: “Bu, İbn Mes‘ûd’a yalan isnat etmektir ve uydurmadır.
Âsım’ın (ö. 127/745) kıraati, Zirr b. Hubeyş tariki ile İbn Mes‘ûd’a dayanır ve
Âsım’ın kıraatinde de bu üç sure vardır.”[11] İbn
Mes‘ûd’un Kur’an’ın mana ile kıraatini caiz gördüğü iddiası da bir iftira
olarak görülmüştür.[12] Zaten
bu iddia doğru kabul edilse İbn Mes‘ûd’un, ayetlerin lafızlarını önemsemediği sonucu
çıkar.
4. Kur’an yazımında hata olduğu
iddiaları üzerine
Kur’an’ı
noktalayan tâbiî Yahyâ b. Ya’mer (ö. 89/708 [?]) ve İbn Abbâs’ın kölesi
İkrime’nin (ö. 105/723) Osman b. Affan’dan (ö. 35/656) rivayet ettikleri haberde,
“Mushaflar yazıldıktan sonra Osman’a arz edildi. Osman onlarda yanlış birtakım
harfler görmüş ise de ‘Onları oldukları gibi bırakınız, Arap onları
düzeltecektir.’ veya ‘Dilleriyle onları düzeltecektir.” demiştir.[13] Endülüslü
kıraat âlimi d-Dânî (ö. 444/1053), bu haberin iki yönden doğru olmayacağını
belirtir: Birincisi, Yahyâ b. Ya’mer ve İkrime, Hz. Osman’ı görmemişler ve
ondan hiçbir şey işitmemişlerdir. Öyleyse isnadındaki karışıklık ve lafzındaki
inkıta nedeniyle bu haber delil getirmeye yetecek sağlamlıkta değildir.
İkincisi bu haberin açık anlamı da bunun Hz. Osman’dan gelmesine engeldir;
çünkü o bulunduğu dini konum, içtihadının kuvveti ve ümmetin kurtuluşu
konusunda ortaya çıkan ihtilafları önlemek için diğer hayırlı sahabe ile Mushaf’ın
toplanması vazifesine üzerine almıştı. Böyle olunca Mushaf’ta bir hatayı
gördüğü halde onlara göz yumması aklın kabul edeceği bir şey değildir.[14]
Kur’an’da
yanlış bulunduğuna dair nakillerden birisi de Hz. Âişe’den (ö. 58/678) rivayet edilmektedir. Ebu
Muaviye’nin, muhaddis tâbiî Hişam b. Urve’den (ö. 146/763), onun da babasından
naklettiği rivayete göre Maide suresi 69’da geçen “el-mukîmîne” kelimesinin
yazımı konusunda Hz. Âişe, “Ey kardeşimin oğlu! Bu, kâtiplerin işidir. Kur’an’ı
yazdıkları sırada hata etmişlerdir.” demiştir.[15] Bu
konuda Mısırlı mücadele ve hareket adamı, âlim Abdülaziz Çâviş (1876-1929) şöyle der: Bu hadis aynı ibare ile
sahih müsnedlerin hiçbirinde yoktur. Böyle bir yanlışın varlığı biliniyorsa bunun
düzeltilmesine çabalamasına bir engel yoktu. Babası Kur’an’ın cem edilmesini
emrettiğinde kendisi neredeydi?[16]
Süveyd b. Saîd’den
(240/845) gelen bir rivayet şöyledir: Biz uzunluğu ve şiddeti açısından Berâe
suresine benzettiğimiz bir sure okuyorduk ki onu unutmuş bulunuyorum. Yalnız
hatırımda şu kadarı kalmış: ‘Eğer Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı olsa üçüncü
bir vadi isterdi. İnsanın hırsını nacak toprak doyurabilir. Sonra Sebbeha
surelerine benzettiğimiz bir sure daha vardı. Onu da unuttum. Yalnız şu kadarı
ezberimdedir: Ey iman edenler! Niçin yapamayacağınız şeyleri söylüyorsunuz?
Kıyamet günü sizden sorulacak bir şehadeti boynunuza bağlıyorsunuz.”[17] Karaçam
bu hadisi rivayet eden Süevyd b. Saîd hakkındaki hadis kritiği ile tanınmış
olan kişilerin kanaatlerinin, olumlu bir noktada toplanmadığını belirtmektedir.
Ez-Zehebi’nin (748/1347) Mizânü’l-İ’tidal’de haber verdiğine göre her ne
kadar Müslim, İbn Mâce, el-Beğavî gibi kişiler ondan rivayetlerde bulunmuşlarsa
da çoğunluk bu kişiye güvenmemektedir. Uzun bir ömür sürmüş, gözleri kör olmuş
ve kendisine ait olmayan birçok hadis rivayet etmiştir.[18]
Karaçam’ın
Mizânü’l-İ’tidal’den aktardığına göre Buhârî (ö. 256/870), “Onun (Süveyd)
hadisi reddolunmuştur.” demiştir. Hadis ve fıkıh âlimi İbn Hibbân (ö. 354/965),
aynı kişinin zındıklıkla itham edildiğini haber vermiştir. İbnu’l-Cevzi
(751/1350), Ahmed b. Hanbel’in (ö. 241/855) “Onun hadisi metruktür.” dediğini
rivayet etmektedir. en-Nesâî (ö.
303/915), “Zayıftır.” derken Ebû Dâvûd (ö. 275/889), “O kıymetsiz bir
kimsedir.” demiştir. Şiiliğe eğilimli olduğu da rivayet edilmektedir.[19]
Sonuç
Görüldüğü gibi
aşamalı olarak inen vahyin ne zaman son bulacağı kesin olarak bilinmediğinden
Resulullah döneminde ezberlemek ve yazmak suretiyle korunan Kur’an, kitap
haline getirilmemiş, Kur’an’ın Mushaf haline gelmesi Hz. Ebubekir döneminde
olmuştur.
Surelerin sıralamasının
Resulullah tarafından belirlendiğini söyleyenler olduğu gibi sahâbe tarafından sıralandığı
da söylenmektedir. Sahâbeden bazılarından (İbn Mes‘ûd, Hz. Osman, Hz. Âişe) nakledilen
Kur’an hakkında zan oluşturan rivayetler, eleştirisiz kalmamıştır. Rivayetlere
dönük eleştirilerin gerekçeleri kuvvetli ise söz konusu eleştiri, “hadis
karşıtlığı ya da sahâbe düşmanlığı” olarak görülmemelidir. Korunmuş olan şey,
rivayetler değil Kur’an’dır.
Yazının künyesi: Kayacan, Murat, “Kur’an’da İnşallah İfadesi”, Haksöz Derg., S. 322, İst., Ocak, 2018. (59-61).
Yazının künyesi: Kayacan, Murat, “Kur’an’da İnşallah İfadesi”, Haksöz Derg., S. 322, İst., Ocak, 2018. (59-61).
Kaynakça
Buhârî, İsmail Ebu Abdillah. Sahihu’l- Buhârî. 6. Beyrut:
Daru Tavki’n-Necat, 1422.
İbn Teymiyye, Ebû Abdillâh Fahruddîn Muhammed b.
el-Hadır b. Muhammed el-Harrânî. Mecmûu Fetâvâ. 35 Cilt. Medine: Mecmau Melik
Fehd li Tabâati’l-Mushafi’ş-Şerif, 1416.
Karaçam, İsmail. Kur’ân-ı Kerîm’în Nüzûlü ve Kırâati. 2. Bs.
İstanbul: Nedve Yayınları, 1981.
Müslim, Ebü’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccâc. el-Müsnedu’s-Sahih. 2.
Beyrut: Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, ts.
Sarmış, İbrahim. Hadislerle Kur’an Eşdeğer Midir? İstanbul: Düşün
Yayınları, 2010.
Zerkânî, Muhammed Abdülazim. Menâhilü’l-İrfân fî Ulûmi’l-Kur’ân. 3.
Bs, 2 Cilt. Mısır: Matbaatu Îsa el-Babî el-Halebî ve Şürekâuhu, ts.
Zerkeşî, Muhammed b. Abdullah b. Burhân. el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân.
4 Cilt. Beyrut: Daru’l-Marife, 1957.
Yazının künyesi: Kayacan, Murat, “Kıraatler, Kur’an’ın Kitaplaştırılması,
Dizimi ve Kur’an'da Hata İddialarının Eleştirisi”, Haksöz Derg., S. 336, İst., Mart,
2019. (53-56).
[2] Fethu’l-Bârî’de belirtildiğine göre Hz.
Ömer ve Hişâm Kureyşli olmalarına rağmen, farklı kıraatlere sahip idiler. Bkz. Karaçam, Kur’ân-ı
Kerîm’în Nüzûlü ve Kırâati, 65.
[3] İsmail Ebu
Abdillah Buhârî, “Kûlû Amenna Billahi ve mâ Ünzile İleynâ”, Sahihu’l-Buhârî
(Beyrut: Daru Tavki’n-Necat, 1422), 6: 184. Bu rivayette “yedi harf”ten ne
kastedildiğine dair Resulullah’tan bir açıklama gelmemiştir. Bkz. İbrahim Sarmış, Hadislerle
Kur’an Eşdeğer Midir? (İstanbul: Düşün Yayınları, 2010), 239.
[4] Karaçam, Kur’ân-ı
Kerîm’în Nüzûlü ve Kırâati, 61-62. Karaçam aynı yerde İbnü’l-Cezerî’nin
görüşünü en-Neşr adlı eserden nakletmektedir.
[7] Burhân ve Fethu’l-Bâri adlı eserlerden
naklen bkz. Karaçam, Kur’ân-ı
Kerîm’în Nüzûlü ve Kırâati, 176.
[8] İsmail Ebu
Abdillah Buhârî, “Kavluhu Allahussamed”, Sahihu’l-Buhârî (Beyrut: Daru
Tavki’n-Necat, 1422), 6: 181.
[10] Te’vilu Müşkili’l-Kur’an adlı eserden
naklen bkz. Karaçam, Kur’ân-ı
Kerîm’în Nüzûlü ve Kırâati, 215.
[11]Muhammed b.
Abdullah b. Burhân Zerkeşî, el-Burhân fî Ulûmi’l-Kur’ân (Beyrut:
Daru’l-Marife, 1957), 2: 128; Karaçam, Kur’ân-ı Kerîm’în Nüzûlü ve Kırâati,
216.
[12] Ebû Abdillâh
Fahruddîn Muhammed b. el-Hadır b. Muhammed el-Harrânî İbn Teymiyye, Mecmûu
Fetâvâ (Medine: Mecmau Melik Fehd li Tabâati’l-Mushafi’ş-Şerif, 1416), 13:
397; Karaçam, Kur’ân-ı Kerîm’în Nüzûlü ve Kırâati, 80.
[13] Muhammed Abdülazim
Zerkânî, Menâhilü’l-İrfân fî Ulûmi’l-Kur’ân, 3. Bs (Mısır: Matbaatu Îsa
el-Babî el-Halebî ve Şürekâuhu, ts.), 1: 386; Karaçam, Kur’ân-ı Kerîm’în
Nüzûlü ve Kırâati, 217.
[14] Karaçam, Kur’ân-ı
Kerîm’în Nüzûlü ve Kırâati, 218. el-Mukni’den yapılan bu alıntıda bir bilgi
sorunu görünmektedir. Hz. Osman mushafı toplamamış, zaten toplanmış olan
mushafı çoğalttırmıştır.
[17] Ebü’l-Hüseyn
Müslim b. el-Haccâc Müslim, “Lev Enne Li’bni Âdeme Vadiyeyni Lebteği”, el-Müsnedu’s-Sahih
(Beyrut: Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabi, ts.), 2: 726; Karaçam, Kur’ân-ı
Kerîm’în Nüzûlü ve Kırâati, 222-223.