Kur’an’da “emeden” kelimesi
Kur’an’da süre
ve uzak mesafe anlamında kullanılmış olan “emeden” kelimesi, iki Mekki
ve bir Medeni surenin birer ayetinde yer almaktadır. Bu yazıda söz konusu
ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
Dinde elçiye
düşen şey, tebliğdir. Kötülükten uzaklaştırma amaçlı tebliğ yöntemlerinden
birisi de Allah’tan gelecek bir azaba karşı insanları uyarmaktır. İnsanların
vahiy doğrultusunda bir inanç ve pratiğe yönelip yönelmemeleri ise tebliğciyi
değil, kendilerini ilgilendirir. Muhtemelen ilahî azap konusunda Resulullah’a (s)
alaycı bir soru sorulmuş ancak Kur’an, bu soruyu belirtmeksizin doğrudan onlara
verilmesi gereken yanıtı aktarmıştır: “De ki: Tehdit edilegeldiğiniz (azap),
yakın mıdır, yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi belirler, ben bilmem.”
(el-Cin 72/25). Resulullah (s), kavmine yönelik olarak azap tehdidinde
bulunsa da o azabın ne zaman geleceği bilgisine sahip değildir. Kötülük
yapanların azaba uğramaları konusunda yetkisi yoktur. Bu konuda kendisine vahiy
yoluyla bildirilenlerin ötesine geçip gaybî bilgileri elde edemez. Bilgi
konusundaki bu acizlik ile kâfirlerin şeytanî amaçlarla kurdukları tuzaklar
birleşince tebliğin ne kadar zorluk içinde yapıldığı ve sabır gerektirdiği de
kendiliğinden ortaya çıkar.
Ashâb-ı Kefh,[1] dinleri
uğruna içinde yaşadıkları toplumdan uzaklaşmak zorunda kalmış, bir mağaraya
sığınmış ve -Allah’ın dilemesi sonucu- orada uzun süre uyuyakalmıştır. O
gençler, uyandıklarında ne kadar mağarada kaldıklarını hesaplamaya
çalışmışlardır: “Sonra da iki guruptan hangisinin kaldıkları süreyi daha iyi
hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık.” (el-Kehf 18/12). Ayette söz
edilen “hesaplama” çabası içinde olan kimseler, Ashâb-ı Kehf olabileceği gibi
onlarla birlikte onları mağarada bulan kimseler de olabilir. Yine ayetteki “görelim
diye” ifadesi, genellikle “insanlar görsün diye” tefsir edilmiştir. Böyle
yorumlayanların niyetleri, yüce Allah’ın her şeyi yarattığı düşüncesiyle O’nu
eksikliklerden uzak tutmaktır. “Allah’ın sonradan bilmesini mümkün gören” Müslüman
yorumcuların niyeti ise -Allah bilir.- Allah’ın önce kulların her yapacağını
planladığı sonra da onları ellerinde olmayan fiilleri nedeniyle cehenneme ya da
cennete gönderecek olduğu anlayışından Allah’ı tenzih etmektir.
Melekler
insanların yaptığı iyi ve kötü her işi kayıt altına alır. İşi fitne fesat
olanlar, ahirette kendilerini temize çıkarmak isteseler de çaresizdirler: “Herkesin,
iyilik olarak yaptıklarını da kötülük olarak yaptıklarını da karşısında hazır
bulduğu günde (insan) isteyecek ki kötülükleri ile kendisi arasında uzun bir
mesafe bulunsun. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Allah
kullarına çok şefkatlidir.” (Al-i İmran 3/30). Ayette; dünyada haksızlığa
uğrayıp haklarını alamayanlara bir müjde, kötülük yapanlara da bir tehdit
vardır. Yeryüzünde tağutlar, kendilerine itaat edilmesini sağlamak için
korku yayar; ancak korkulması gereken onlar değil, onları da yaratan Allah’tır.
Dünyada kötülük yapanlar, tövbe edip Allah’a yönelirlerse onları bekleyen şey
ilahî azap değil, şefkattir. Bu ayet ile azap öncesi uyarıda bulunulması, Allah’ın
kullarına karşı pek merhametli olduğunun göstergesidir.
Görüldüğü gibi
Kur’an’da süre ve uzak mesafe anlamında kullanılmış olan “emeden”
kelimesinin geçtiği ayetlerde; ilahî azabın ne zaman inkârcıları kuşatacağını
Resulullah’ın (s) bilmediğinden, Ashâb-ı Kehf’in uzun süre uyumalarının
ardından ne kadar süre o halde kaldıklarını kendi aralarında ya da onları bulan
kimselerle birlikte hesaplamaya çalıştıklarından, dünyada iyi işler yapanların
ahirette ödüllendirileceğinden ve kötü işlerin peşinde koşanların cezalandırılacağından
söz edilmektedir.
14.2.2019
Memleket Gazetesi
[1] Ashâb-ı Kefh kıssasındaki gençlerin Hz.
İsa’nın yolundan giden müminler olduğu şeklinde yaygın bir kanaat olsa da Yahudi
din adamlarının yönlendirmesiyle Resulullah’a Ashâb-ı Kehf hakkında sorular
sorulduğu şeklindeki nüzul bilgisi dikkate alındığında onların Hz. İsa’dan da
önce yaşamış müminler olma ihtimali daha kuvvetlidir. Söz konusu rivayet için
bkz. Ebu’l-Fida İsmail
b. Ömer İbn Kesir, Tefsîru’l-Kur’ani’l-azim (Beyrut:
Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1419), 5: 123.