Kur’an’da “Alllah’ın ayetleri hakkında tartışanlar” ifadesi
“Allah’ın
ayetleri hakkında tartışanlar (elleżîne yucâdilûne fî âyâti(A)llâhi)”
ifadesi, Mekki bir surenin üç ayetinde
geçmektedir. Ele alacağımız son ayette bu kısmın çevirisi, bağlam gereği “Allah'ın ayetleri hakkında tartışanları” şeklinde olmuştur. Bu yazıda söz konusu ayetler yorumlanacaktır.
Firavun’un kavminden
imanını gizleyen ve Musa ve mesajına karşı verilen çabaların azapla
sonuçlanacağını söyleyen bir kimsenin (Mümin, 40: 28-29) sözleri şöyledir:
“Kendilerine gelmiş hiçbir delil olmadığı halde Allah'ın ayetleri
hakkında tartışanlar gerek Allah yanında, gerekse iman edenler yanında büyük
bir nefretle karşılanır. Allah, büyüklük taslayan her zorbanın kalbini işte
böyle mühürler.” (Mümin, 40: 35). Mümin kimsenin sözlerinin muhatabı,
“Ey kavmim! Mısır'ın hükümranlığı ve şu altımdan akıp giden
ırmaklar benim değil mi?” (Zuhruf, 43: 51) diyen Firavun ve
toplumudur. Böyle olmasına rağmen, Mısırlı mümin kimse, başka bir inkârcı
toplumdan söz ediyor gibi tebliğde bulunmakta ve bu sayede muhataplarının ibret
almasını kolaylaştırmaktadır. Doğruyu bulma değil, İslam’a saldırı amaçlı
iddialar Allah ve müminler tarafından asla hoş karşılanmaz. İbn Abbas (ö.
68/687-88), ayetler hakkında tartışan inkârcıların, “Allah yanında”
nefretle karşılanmalarını kıyamet, “iman edenler yanında” nefretle
karşılanmalarını ise dünya hayatı ile ilişkilendirmiştir.[1] Firavun
gibi kibre kapılanlar, doğru yolu bulamaz ve kalpleri mühürlenir. Artık hakikat
karşısında taşlaşan kalpleri, istese de iman edemez hale gelir. Bu, onlara
verilen dünyevi cezadır. Kibir, insanın ilişkilerini de olumsuz etkiler, onu
yalnızlaştırır ve başkalarına zulmetmeye yönlendirir. Zulümde ısrar, bir
süre sonra kötülüğü güzel görme yanlışını beraberinde getirir. “Allahuekber
(Allah büyüktür)!” sözü, bu kalp hastalığının ilacıdır; ancak kibri bırakmayan kimse
bu imkândan faydalanamaz; çünkü bu günahı nedeniyle kalbi, vahyin dirilticiliğine
karşı kaskatı kesilmiştir.
İster müşrik isterse Ehl-i Kitap’tan olsun inkârcılar,
ellerinde delil olmaksızın vahyi boşa çıkarma çabasındadır: “Kendilerine
gelmiş kesin bir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri hakkında tartışanlar var
ya hiç şüphe yok ki onların kalplerinde, asla yetişemeyecekleri bir büyüklük
hevesinden başka bir şey yoktur. Sen Allah'a sığın. Kuşkusuz O, işiten ve
görendir.” (Mümin, 40: 56). Kâfirler istemeseler de Allah, nurunu
tamamlayacaktır (Tevbe, 9: 32). Ayette, tartışmaya girildiğinde, kişinin
tezini destekleyen kanıtlar olması gerektiğine işaret vardır. Aksi takdirde konuşmalar
fayda getirmez. Müminlerin delilsiz konuşmaktan uzak durması gerekir.
Aksi takdirde inkârcı tezlere cevap yetiştirmeye çalışmanın ne
mümine ne de inkârcı kimseye faydası olur. O inkârcıların niyeti doğru yolu
bulmak değil, kendi görüşlerinin Allah’ın ayetlerinden daha üstün olduğunu
ortaya koymaktır. Onların kibir yüklü bu çabaları karşısında yapılacak şey, kötülüklerinden
Allah’a sığınmaktır. Allah onların İslam’ı boşa çıkarma amaçlı, mütevazılıktan uzak sözlerini
işitir ve onların batıl çabalarını ve ayetleri küçümsemelerini görür.
Kur’an, bir soru sorarak inkârcıların düştükleri bir
hataya şöyle dikkat çekmektedir: “Allah'ın ayetleri hakkında tartışanları görmedin
mi? Nasıl döndürülüyorlar (onu tasdike yanaşmıyorlar)!” (Mümin, 40: 69). İnsan,
onca acizliğine rağmen, nasıl da Allah’ın ayetlerine meydan okuyor ve nasıl da
batıl ideolojileri süslüyor, zulümlerini gizliyor, hak yolu “tartışmalı” hale
getirmeye çalışıyor? Onların bu çabaları karşısında müminler nasıl sessiz kalır
da onların çelişkilerini ve vahyin hakikatini ortaya koymazlar?
Görüldüğü
gibi “Allah'ın ayetleri hakkında tartışanlar” ifadesinin yer aldığı ayetlerde Allah’ın ve müminlerin böylesi
inkârcılardan nefret ettiklerinden, kötü kimselerin, kibirleri nedeniyle
kalplerini iman edemez hale getirdiklerinden, tartışmalarını geçerli bir delile
dayandırmadıklarından ve haktan yüz çevirmelerinin şaşırtıcılığından söz
edilmektedir.
27.9.2018 Memleket Gazetesi
[1] Firuzabâdi,
Mecdü’d-Din Ebu Tahir Muhammed b. Yakub (h. 817), Tenviru’l-Mikbâs min
Tefsiri İbn Abbas, Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Lübnan, 1992, s. 396.