Kur’an’da “Sabret! Allah’ın vaadi gerçektir.” ifadesi
“Sabret!
Allah’ın vaadi gerçektir (Fasbir inne va’dallâhi hakk(un)).” ifadesi iki
Mekki surenin üç ayetinde geçmektedir. Bu yazıda söz konusu ayetler, içlerinde
bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
Risaletin ilk yıllarında Mekke, müşriklerin söz sahibi
olduğu ve Müslümanlara eziyet ettiği, batılın sözünün geçtiği bir yerdir. Öyle
bir ortamda gösterilecek Müslümanca tavır, dinin anlatılması ve yaşanması
konusunda dirençli olmaktır. Bu direnç, bazen düşmana sert tepkiler vermemeyi
gerektirir; çünkü getirileri götürdüklerinden daha az olur: “Sabret!
Allah’ın vaadi gerçektir. Günahının bağışlanmasını iste. Akşam-sabah Rabbini
hamd ile tespih et.” (Mümin, 40: 55). Peygamber’e (s), “Sabret!”
denilmesi onun insanları bir an önce doğru yola iletme konusunda
sabırsızlandığını akla getirmektedir. Ayetteki vaat, kâfirlere karşı
zafer şeklinde yorumlanmıştır. Gerçekte de öyle olmuş; Peygamberle (s) birlikte
sabreden müminler, Mekkeli müşrikleri yenilgiye uğratmış ve müşrikler
tarafından çıkarıldıkları Mekke’yi fethetmişlerdir. Günahların bağışlanması
talebi ile Allah’ın tespih edilmesi, bağışlanma isteğine olumlu yanıt verilmesine
bir vesiledir. Ayetteki “akşam-sabah” Allah’ı yüceltmek ifadesi, kinaye
yoluyla Allah’ı yüceltmekte bir sürekliliği ifade eder. Yani Allah’a
yakışmayacak şeyleri O’ndan uzak tutmak gerekir.
Allah, inkârcı topluluğu tehdit etmektedir; çünkü
onlar itaati değil, isyanı seçmekte ve şeytana tabi olmaktadır. Onlara karşı
yapılması gereken şey, onların batıl yolunu değil, rabbani yolu tercih edip o
yoldan ayrılmamaktır: “Sabret! Allah’ın vaadi gerçektir. Onlara söz
verdiğimiz azabın bir kısmını ya sana gösteririz ya da seni daha önce vefat
ettiririz. Nasıl olsa onlar bize dönecektir.” (Mümin, 40: 77). Peygamber’e
(s) ve mesajına karşı mücadele verenler, dünyevi azabın muhatabıdırlar.
Ahirette de hesap vermekten asla kaçamayacaklardır. Kâfirlere yönelik bu sert
hitap, aynı zamanda insanların dünya ve ahiret mutluluğunu temin etmeye çalışan
Resul’e (s) bir tesellidir. O, insanlar şirke ve zulme sapıp azaba uğramasın
diye çabalamaktadır. Dini anlatan ve yaşayana, bu çabalar fayda getirir. Tebliğin,
muhataplarında nasıl yankı bulacağı konusu ise tebliğciyle ilgili değildir;
çünkü insanları doğru yola getirme, insanı aşar. Müminlerin, zulmedenlerin
cezalandırıldığını görmeden ölmeleri mümkündür. Bu, zalimlerin dünyada/ahirette
ceza görmeyeceği anlamına gelmez.
Rumların yenilgiye uğrayacaklarından, ardından
tekrar galip geleceklerinden ve o gün müminlerin sevineceğinden söz eden
ayetlerle başlayan Rum suresinin son ayeti şöyledir: “Sabret! Allah’ın vaadi
gerçektir. İnanmamış olanlar, sakın seni gevşekliğe sevk etmesin!” (Rum,
30: 60). Surenin başı ile sonu arasında çok güzel bir uyum vardır. Surenin ilk
ayetlerinde kötü görünen bir durumun sona ereceği müjdesi verilmekte ve
müminler umutsuzluktan kurtarılmaktadır. Surenin sonunda ise Resulullah’a (s)
inkârcıların yalanlamaları ve iftiralarının onu dinden umudunu kesmeye asla
yönlendirmemesi gerektiğinden söz edilmektedir. Peygamber’in (s) sabrı
meyvelerini vermiş, müşrikler yenilmiş ve Mekke Müslümanlar tarafından
fethedilmiştir. Zaten ilahi vaat gereği müminler kurtulacaktır. Nihai
kurtuluş ise ahirette gerçekleşecektir.
Görüldüğü gibi üç ayette de sabretmesi istenen kişi
Resulullah’tır (s). O, en güzel örnek olduğuna göre onun izinden giden müminler
de Hz. Muhammed (s) gibi dini anlama ve yaşama konusunda ısrarlı olmalı, kâfir
ve münafıkların batıl çabalarına karşı dirençlerini korumalı ve “İnanıyorsak eğer
bizimdir zafer.” demelidir.
6.9.2018 Memleket Gazetesi