Kur’an’da “Allah’ın ayetlerini inkâr edenler” ifadesi
“Allah’ın ayetlerini inkâr edenler (elleżîne keferû bi-âyâtillâhi)” ifadesi,
ikisi Mekki biri Medeni surede olmak üzere toplam 3 ayette geçmektedir. Bu
yazıda söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre
ele alınacaktır.
Göklerin ve yerin hazineleri Allah’a aittir.
İnkârcılar, nankörlükleriyle ancak kendilerine zarar verirler: “Göklerin ve
yerin anahtarları (mutlak hükümranlığı) O'nundur. Allah'ın ayetlerini inkâr
edenler var ya, işte onlar hüsrana uğrayanlardır.” (Zümer, 39: 63). Ayetteki
“anahtarlar”ın Allah’ın gücünü ve korumasını (hıfz) gösteren bir kinaye
olduğu anahtarlar kimin elindeyse o hazinelerin bulunduğu yere o
kimsenin girebileceği ve tasarrufta bulunabileceği söylenmiştir.[1] Gökler
ve yer Allah’a ait olduğuna göre evrende O’nun dediği olur. Hiçbir şey tesadüf sonucu
gerçekleşmez. Buna insanın irade sahibi olması, isyan içerikli olsa da kendi
kararlarını verip uygulayabilmesi de dâhildir. Bu gerçekleri inkâr edenler
kaybedenlerden olacaklardır. Onların izinden gidenlerin de akıbeti farklı
olmayacaktır.
Her şeyin sahibi olan Allah’ın göklerde ve yerde var
ettiği ayetleri, risalet içerikli vahyi ve ölüm sonrası dirilmeyi inkâr edenler
hüsrana uğrayacaktır: “Allah'ın ayetlerini ve O'nunla buluşmayı inkâr
edenler, işte onlar benim rahmetimden ümidi kesmişlerdir ve onlar için acı bir
azap vardır.” (Ankebut, 29: 23). Allah, merhametinden dolayı dünyada O’na
karşı gelenleri hemen cezalandırmaz; ancak ahirette bu kimseleri bekleyen şey,
Allah’ın rahmeti değil, azabı olacaktır. İlahi merhameti ummak için tek olan Allah’a
ibadet etmek gerekir. Allah ile “buluşmayı” inkâr, bir bakıma
insanların Allah’tan geldiğini dolayısıyla hayatlarını O’na borçlu olduklarını
ve yine O’na döneceklerini ve inançlarından, ortaya koydukları pratiklerinden
hesaba çekileceklerini reddetmek anlamına gelir. Ahirette işin gerçeğini bizzat
gördüklerinde yaptıkları yanlışlarından dolayı pişmanlık duymaları, onların
göreceği azabı hafifletmeyecektir. Allah’ın “benim rahmetim” diyerek
merhametin kendine ait olduğunu belirtmesi; ancak “acı bir azap” tan söz
ederken “azabım” dememesi, onun merhametinin öfkesinden/cezalandırmasından
daha fazla olduğunu gösterir.
Hakkı batılı birbirinden ayıran sadece son kitap
Kur’an değildir. Önceki kitaplar (vahiy) da bu özelliğe sahiptir: “Daha
önce, insanlara yol gösterici olarak, Furkan’ı da indirdi, Muhakkak ki Allah'ın
ayetlerini inkâr edenler için çetin bir azap vardır. Allah daima üstündür ve öç
alandır.” (Al-i İmran, 3: 4). Ayetteki “Allah'ın ayetlerini inkâr
edenler”in Necran’dan gelen (Hristiyan) bir heyet olduğu söylenmektedir;[2] ancak
ayetteki tehdit onlar gibi inkâr eden diğer toplulukları da kapsar. Bu ayette
Furkan’dan kastın Davud peygambere verilen Zebur olduğu söylendiği gibi Tevrat
ya da İncil olduğu da söylenmiştir. Doğruya en yakın olan Tevrat’ın olmasıdır;
çünkü onda insani ilişkileri düzenleyen hükümler daha fazladır. Zebur ve İncil
nispeten daha az hüküm içermektedir. Hangi kitap kastedilmiş olursa olsun o
kitap, kendi döneminde hak ile batılı ayırma görevi görmüştür. En doğrusunu
Allah bilir. Ayetleri inkâr edenlerin yaptıkları yanlarına kâr kalmayacak ve
gücü her şeyin üstüne olan Allah, onların işledikleri zulümlerin hesabını
görecektir.
Görüldüğü gibi “Allah'ın ayetlerini
inkâr edenler” ifadesinin yer aldığı ayetlerde göklerin ve yerin Allah’a ait olduğundan,
inkâr edenlerin acıklı bir azaba uğrayacaklarından, onların yaptığı
haksızlıkların cezalandırılacağından söz edilmektedir.
30.8.2018 Memleket Gazetesi
[1] Beydâvî,
Abdullah b. Ömer b. Muhammed el-Kâdî (v. 685/1288), Envâru’t-Tenzîl ve Esrâru’t-Te’vîl, 5
c., Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabiye, Beyrut, h. 1418, 5, s. 47.
[2] Firuzabâdi,
Mecdü’d-Din Ebu Tahir Muhammed b. Yakub (h. 817), Tenviru’l-Mikbâs min
Tefsiri İbn Abbas, Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Lübnan, 1992, s. 42.