Kur’an’da “Allah’a ve resulüne” ifadesi
“Allah’a ve
resulüne (ila(A)llâhi verasûlihi)” ifadesi iki Medeni surenin üç
ayetinde geçmektedir. Bu yazıda söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları
surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
Hicret, insanların hoşuna gitmese de hem dünyevi anlamda açılımlar
getirmekte hem de din uğrunda yaşanan bu zorluğa sabır, Allah’ın ödülünün
gerekçesi olmaktadır: “Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek birçok güzel yer
ve bolluk bulur. Kim Allah ve resulüne hicret ederek evinden
çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun ödülü Allah'a düşer. Allah
da çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisa, 4: 100). Vatanını, dinlerini yaşayabilmek
için terk edenler illa da olumsuz bir durumla karşılaşacaklarını
düşünmemelidir. Hicret niyetiyle yola düşüp gidecekleri yere varamadan ölenler
de bu fedakârlıkları nedeniyle ödüllendirileceklerdir. İlim, cihat, hac vs.
için vatanlarından ayrılanların durumu da böyledir. Bu ayet aynı zamanda
özgürlüğün maldan, mülkten daha değerli olmasının yanında Allah’ın razı olacağı
bir işi yerine getirmek için sırf o yola koyulanın bile ödüllendirilmeyi hak
ettiğine işaret etmektedir. Zaten dinini yaşamakta zorlanan Müslüman
zaferden değil, seferden sorumludur.
İman, “Allah’tan başka ilah yoktur.” sözünü dil ile söylemekten ibaret
değildir. Bu kabul davranışlara da yansımalıdır: “Onlar, aralarında hüküm
vermesi için Allah'a ve resulüne çağırıldıklarında, bakarsın ki içlerinden bir
kısmı yüz çevirip dönerler.” (Nur, 24: 48). Müslüman olduğunu söyleyip de
ardından “Bu çağda bu kafa! Kahrolsun şeriat!” sloganlarıyla İslam’a muhalefet
edenlerin imanı, iddiadan ibaret olsa gerektir. Bu kimseler hem dini
yaşamamakta hem de dini yaşayanların yolundan yüz çevirmektedirler. Onlara göre
dinin adının var olması söz konusu olsa da kendisi toplumsal düzene müdahale
etmemelidir, kültürel bir zeminde var olması yeterlidir. Katade’den
aktarıldığına göre ayette sözü edilen kişilerin yüz çevirip döndükleri şey,
Allah’ın kitabıdır.[1]
Vahiyde mevcut ilkelere göre hüküm vermiş olan resulün hükmüne razı olmayıp
başka hüküm koyuculara yönelenler aslında tağuta eğilim göstermiş kimselerdir.
Allah ve peygamberine davet edildiklerinde, müminlerin tavrı nettir. Onlar
yukarıdaki ayette sözü edilenlerin aksine itaat gösterirler: “Aralarında
hüküm vermesi için Allah'a ve resulüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü
ancak ‘İşittik ve itaat ettik.’ demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa
erenlerdir.” (Nur, 24: 51). Allah’ın ve peygamberinin hükmüne davet edilip[2]
de yüz çevirenlerin aksine her ikisinin hükmüne de itaat edenler cenneti hak
eden kimselerdir. İnanç ve pratik uyumu açısından İbn Kesir’in Ebu’d-Derda’dan
yaptığı nakil dikkat çekicidir: “Allah’a itaati içermeyen bir İslam yoktur. Sadece
Müslümanlarla birlikte hareket etmede hayır vardır. Samimi bağlılık; Allah’a,
elçisine, halifeye ve genelde tüm müminleredir.”[3]
Allah’a ve resulüne itaat eden müminler, dünyada ilahi prensipleri merkeze alan
bir hayatı yaşamış ve bu sayede dünyada ve ahirette mutluluğa ermişlerdir.
Görüldüğü gibi “Allah’a ve resulüne” ifadesinin geçtiği ayetlerde
din uğrunda hicretin değerine ve ödüllendirileceğine, dinden yüz çevirmenin
batıl bir tutum olduğuna ve insanın kurtuluşunun dine uygun bir hayat ile mümkün
olabileceğine dikkat çekilmektedir.
12.4.2018 Memleket Gazetesi
[1] İbn Ebî Hatim,
Abdurrahman b. Muhammed, b. İdrîs er-Râzî
(h. 327), Tefsiru’l-Kur'ani’l-Azîm, 10 c., 2. bs., Mektebetu
Nezzar Mustafa el-Bâz, Suudi Arabistan, (h.) 1419, VIII, 2622.
[2] Taberî,
Muhammed bin Cerir (ö. 310/923), Câmiu'l-Beyan an Te’vîli Âyi’l-Kur'an,
24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000, XIX, 205.