Kur’an’da “Allah yolunda savaşın.” ifadesi
“Allah yolunda savaşın
(kâtilû fî sebîli(A)llâh).” ifadesi, iki Medeni surenin üç ayetinde yer
almaktadır. Bu yazıda söz konusu üç ayet, içlerinde bulundukları surelerin iniş
sırasına göre ele alınacaktır.
Savaşma emrinin ilk defa gündeme geldiği[1] ve Bedir Savaşı’ndan
önce indiği ifade edilen bir ayette, saldırıya uğrayan Müslümanlara saldırıyla
cevap vermeleri söylenir: “Size karşı savaş açanlara, siz de Allah
yolunda savaşın. Sakın aşırı gitmeyin, çünkü Allah aşırıları sevmez.”
(Bakara, 2: 190). Savaşın Allah’ın rızasına uygun olması için adalet amaçlı ve
fitneyi, İslam’ın tebliğinin engellenmesini sona erdirme niyetli olması
gerekir. Düşman; kadınları, çocukları, yaşlıları, hangi dine mensup olursa
olsun kendini ibadete adamış kimseleri vs. öldürmek gibi bir yola sapmak
suretiyle aşırılığa saparsa Müslümanlar misliyle mukabele etmez. Savaşta aşırı
gitmek, müminlere yasaklanmıştır. Zulmederek İslam’ı yaymak söz konusu değildir.
Ganimet, sınıf mücadelesi, kavmi hâkimiyet vs. türü batıl amaçlı çabaları
içeren savaşlar Allah yolunda değildir.
Savaş, dünyevi hırsları doyurmak için yapılmaz: “Allah yolunda savaşın
ve bilin ki Allah, her şeyi işitir ve bilir.” (Bakara, 2: 244). Savaş, vahyin
sınırlarını aşmayan nitelikte olursa meşrudur. Yapılan savaşın hakka hizmet
için olsa da batıl amaçlı olsa da tarafların gizli ve açık beyanları Allah’a
asla gizli kalmaz. O, her söyleneni işitir ve kimin ne niyetle savaştığını
bilir. Savaşmak gerektiğinde bu görevlerinden kaçanlar, bu yaptıklarıyla ömürlerini
uzatabileceklerini sanmamalıdır. Müslümanlar için daha değerli olan dünya
hayatı değil, ahirettir. Sadece yaşamak yetmez, yaşam da ölüm de âlemlerin
Rabbi olan Allah için olmalıdır.
Mal ve can ile yapılan savaş, samimi Müslümanlarla ikiyüzlüleri birbirinden
ayırır. Dostun ve düşmanın kim olduğunun bilinmesi yönüyle bu ayrım nimettir. “İki
birliğin karşılaştığı gün sizin başınıza gelenler, ancak Allah'ın dilemesiyle
olmuştur ki bu da müminleri ayırt etmesi ve münafıkları ortaya çıkarması için
idi. Bunlara, ‘Gelin, Allah yolunda savaşın ya da savunma yapın.’ denildiği
zaman, ‘Savaşmayı bilseydik elbette sizin peşinizden gelirdik.’ dediler. Onlar
o gün, imandan çok, kâfirliğe yakın idiler. Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı
söylüyorlardı. Hâlbuki Allah, onların içlerinde gizlediklerini daha iyi bilir.”
(Al-i İmran, 3: 167). Uhud savaşında Allah, dileseydi Müslümanları galip
getirirdi. Ancak O, Peygamber’e (s) gereği gibi itaat edilmemesi sonucunda
Müslümanlara yenilgiyi tattırdı. Görünüşte kötü olan bu yenilginin
getirdiği iyilik, Müslüman olmadıkları halde inanmış görünen kimselerin net olarak
ortaya çıkmasıydı. Müslümanları savaş ortamında yalnız bırakan münafıkların bu kararı
vermelerinde etkili olan şey, çıkarlarıdır. Müslüman görünseler de savaştaki
açık ölüm riski, onları bahaneler uydurup savaştan kaçmaya yönlendirir. Onlar
için önemli olan Allah için yaşamak değildir. Hedefleri, dünya hayatını
yapabildiklerini sandıkları ölçüde uzatmaktır. Hâlbuki onursuz bir hayata
hayat denir mi?
Görüldüğü gibi “Allah yolunda savaşın.” emrinin yer aldığı üç ayette, savaşırken aşırıya
kaçılmamasına, Allah’ın her şeyi işittiğine ve bildiğine, savaşta galip
gelememenin kötü olmasına rağmen, münafıkları Müslümanlara göstermesi açısından
iyi olduğuna dikkat çekilmektedir.
Memleket
Gazetesi 8.2.2018
[1] Seâlebî,
Abdurrahman b. Muhammed b. Mahlûf Ebî Zeyd (h. 875), el-Cevahiru’l-Hisân fi
Tefsiri’l-Kur’an, 5 c., Daru İhyai’t-Turasi’l-Arabî, Beyrut, h. 1418, I,
400.