Kur’an’da “İnşallah” İfadesi
Kur’an’da “İnşallah (إِن
شَاءَ اللَّهُ)” ifadesi, dördü Mekki ve ikisi Medeni
olmak üzere toplam altı surenin altı ayetinde geçer. Bu yazıda söz konusu
ifadenin yer aldığı ayetleri, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına
göre ele alacağız.
1.
Şuayb ve
inşallah
Firavun’un
öldürtmesi riski nedeniyle Mısır’dan kaçan Musa, Medyen’e gelir ve çobanların
sürülerini sulayıp gitmelerini bekleyen, ardından sürülerini sulayacak iki
hanım çoban görür. Onlara yardımcı olup bir kenara çekilir. Ardından yardımcı
olduğu iki hanım çobandan birisi çekinerek Musa’nın yanına gelir ve bu iyiliğin
karşılığını babasının ödemek istediğini belirtir. Çoban hanımların babası Şuayb,
Musa’yı iyi karşılar ve kızlarından birinin önerisi üzerine onu bir süreliğine
işçi olarak çalıştırmak istediğini söyler: “(Babaları) dedi ki: Bana sekiz
yıl çalışmana karşılık şu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Eğer
(çalışmanı) on (yıl)a tamamlarsan artık o da senden (bir iyilik) olur. Ben sana
zorluk çıkarmak istemem. İnşallah beni salihlerden bulacaksın.” (Kasas, 28:
27). Bu ifadeden illa da Şuayb’ın, kızının evliliği için Musa’dan “başlık
parası” istediği sonucunu çıkarmak gerekmez. Şuayb ve Musa bir iş anlaşması
yapmaktadır. Anlaşmanın gereği Musa, Medyen’i en az sekiz yıl terk
etmeyecektir; ancak on yıl çalışırsa bu, Şuayb için daha iyidir. Bunu kabul
ederse belli bir mihir karşılığı kızlarından birisini de Musa ile nikâhlamak
istemektedir. Zaten evlenecek yaşta kızları olan birisinin yapacağı en doğru
şey de budur. Şuayb’ın, bu anlaşmayı “başlık parası” olarak yaptığı söylenirse
bu durumda da bu uygulama son şeriat tarafından neshedilmiş bir uygulama olmuş
olur; çünkü son şeriatte mihir babaya değil, evlenen kıza verilir. Ayrıca
ayetten anlaşıldığı kadarıyla kızına iyi bir nasip bulduğunu düşünen Müslüman,
açık bir tavırla bunu damat adayına söyleyebilir. “Sabit bir sünnettir.”
denilen bu uygulamaya (Kınnevci, 1992, X: 108) dair siyer bilgilerimiz de bunu
teyit eder:
“Ömer kızı Hafsa’yı
Ebubekir ile evlendimek istediyse de Ebubekir sükût etti. Osman’a kızıyla
evlenmesini teklif etti, o da özür belirtti. Peygamber’e (s) söylediğinde
‘Allah kızına belki o ikisinden (Ebubekir ve Osman) daha hayırlısını
dilemiştir.’ dedi. O da Hafsa’yı Hz. Muhammed (s) ile evlendirdi.” (Kutub, h.
1412, V: 2688).
2.
Yusuf ve
inşallah
Kardeşlerinin
kurdukları tuzak sonucu ana babasından ayrı kalan Yusuf peygamber; başına gelen
satılma, iftiraya uğrama, hapis vb. zorlukların ardından Mısır’ın hazine bakanı
oldu. Alışveriş için Kenan ilinden Mısır’a gelen kardeşlerine yaptıkları
yanlışı, estetik bir tarzda hatırlatan Yusuf, onları affetti ve ana babasını,
ailelerini Mısır’a getirmelerini istedi: “Nihayet Yusuf'un yanına
girdiklerinde o, anne ve babasını bağrına bastı ve ‘İnşallah güven içinde Mısır'a
girin.' dedi.” (Yusuf, 12: 99). Ayet, Yusuf’un başına gelen onca olaydan
sonra kuyuya atılması öncesindeki şefkatini kaybetmediğini göstermektedir.
Yusuf’un, babasının yaşadığını öğrendiğinde apar topar Kenan iline gitmemesi
nasıl yorumlanabilir? Onun döneminde yaşanan kıtlık, muhtemelen Kenan ilinde
güvenlik sorunu ortaya çıkarmıştır. Bu durumda devlet adamları için başka bir
ülkeye yolculuk yapmanın riski daha fazladır. Bu nedenle oraya gitmektense ailesini
Mısır’a davet etmiş olsa gerektir. Yusuf’un, ailesine “İnşallah güven içinde
Mısır'a girin.” demesinden anlaşılan şey, onları karşılamak için
ülke sınırına gittiğidir. Kralın sarayında onları karşılamış olsayda bu cümleyi
kurmazdı. Taberi bu ayet hakkında şöyle demektedir:
“Sözün doğrusu,
Süddi’nin dediği gibidir: Yusuf, bu sözlerini anne ve babasına, onların
çocuklarına ve ailelerine, onlar henüz Mısır’a girmeden önce onları karşıladığı
sırada söylemiştir. Çünkü ayetin açık anlamı (zâhiru’t-tenzil)
böyledir.” (2000, XVI: 265).
3.
İsmail ve
inşallah
Hz.
İbrahim muhtemelen en az birkaç defa –çünkü “görüyorum” diyor- aynı
rüyayı gördü. Rüyasında oğlunu kurban ediyordu. Bunu acilen yerine getirilmesi
gereken bir emir olarak algılamadı ve rüyanın gereğini yapıp yapmama konusunda
oğlunun da fikrini aldı: “(Çocuk) onun yanında koşacak çağa erince dedi ki:
'Ey oğulcağızım! Ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum. Bak ne düşünürsün?'
Dedi ki: Ey babacığım! Sen emrolunduğunu yap. İnşallah beni sabredenlerden
bulacaksın.” (Saffat, 37: 102). İbrahim gibi oğlu İsmail de mütevekkil idi.
Her ikisi de söz konusu rüyadan aynı şeyi anlamıştı ve bu doğrultuda harek
etmeyi uygun buldular. İbrahim, oğluna danıştığına göre oğlu “istişare
edilebilir” bir yaşta olsa gerektir. “Allah’ın emri istişare edilir mi?” gibi
bir soruya şöyle cevap verilebilir: Dünya, imhitan dünyasıdır. Oğlu emredilene
karşı da gelebilirdi; fakat o babası gibi itaatkâr olmayı tercih etti ve her
ikisi de sınavı kazandı. Bu kıssada söz konusu edilen rüya, emir ise daha sonra
İbrahim ve oğlunun Allah’a itaatkâr oluşlarının kesinleşmesinin ardından bu
emrin iptali ve oğulun yerine büyük bir kurbanlığın kurban edilmesi (Saffat,
37: 107) neshi akla getirmektedir. Râzî, bu konuda şöyle der:
“Ashabımız,
emrin yerine getirilme vakti öncesinde neshini caiz görür.” (h. 1420, XXVI: 348).
Bu
kıssada Razi’nin söz ettiği anlamdaki neshin var olduğu kabul edilse bile
buradaki nesh, Kur’an’da iki emrin zıtlık arz etmesi türünden bir nesh
değildir; çünkü Kur’an, müminlere önce “Çocuklarınızdan birini kurban edin.”
ardından da “etmeyin” dememektedir. Kıssa, Hz. İbrahim’e oğul kurban etme “emri”
ve kurban etme “yasağı” içermez. Dolayısıyla bu kıssada neshe yüklenen yaygın
anlama dair bir durum söz konusu değildir. Ayrıca İbrahim’in oğlunu kurban
etmeye kalkışmasının ardından da oğlunu değil, büyük bir kurbanlığı Allah’a
takdim etmesinin, o güne kadar cahiliye
sistemlerinde bulunan “tanrılara insan kurban etme” uygulamalarının
önüne set çekmek amaçlı olduğu, o tarihten itibaren bu uygulamanın son bulduğu
anlatılır.
4.
Musa ve inşallah
Musa,
yanında bir gençle yola çıkar. Amacı, kendisine verilmeyen bilgilerin verildiği
-Hızır diye bilinen fakat melek olma ihtimali yüksek- bir kişi ile görüşmektir.
Ancak o, Musa’nın yolculukları sırasında gördüklerine katlanamayacağını,
sabredemeyeceğini söyleyerek adeta Musa’yı vazgeçirmeye çalışır. Musa ise o
kişiye verilen ilimden öğrenme konusunda ısrarlıdır: “Musa inşallah dedi. Sen
beni sabırlı bulacaksın. Senin emrine de karşı gelmem.” (Kehf, 18: 69).
Musa her ne kadar azimli olduğunun farkındaysa da bir istisna koymuş ve “inşallah”
demiştir. Beğavî’nin ifadesiyle Musa, sabretme
konusunda kendisine güvenememiş (h. 1420, III:
206) ve sözünde duracağını ifade etse de her işin üstünde Allah’ın
iradesinin olduğu bilinciyle kul olarak acizliğine dikkat çekmiştir.
5.
İsrailoğulları
ve inşallah
Allah,
İsrailoğullarından bir sığır kurban kesmelerini ister. Herhangi bir sığırı alıp
kesebileceklerken sorumlu tutulmadıkları ayrıntıları –muhtemelen sorumluluktan
kaçtıkları için- gündeme getirdikçe kurban kesme emrinin şartları, Allah
tarafından daha da zorlaştırılır: “Bunun üzerine, 'Rabbine dua et de onun
nasıl bir şey olduğunu iyice açıklasın. Çünkü bize göre sığırlar hep
birbirlerine benziyorlar. İnşallah biz doğru olanı buluruz.' dediler.” (Bakara,
2: 70). İsrailoğullarının yapacağı şey, kurban kesme emrini yerine getirmek
sonra da başka bir iyiliğe yönelmektir. Allah’ın sınırlamadığı bir emri kolayca
yerine getirebilecekleri halde onlar, güçlerinin ve imkânlarının yettiği bu
emrin gereğini yapmayı, gereksiz
sorularla ertelemektedirler. “Rabbine dua et de onun nasıl bir şey olduğunu
iyice açıklasın.” ifadesi, İsrailoğullarının din ile ilişkileri konusunda
ipucu vermektedir. Onlar, dine kıyısından köşesinden tutunmaktadırlar. Sıkıca
sarılsalardı “Rabbine” değil, “Rabbimize” derlerdi. Suyuti’nin
ifadesiyle “(İsrailoğulları) İnşaallah demeselerdi doğru olanı
bulamayacaklardı.” (ts. I: 188).
6.
Allah ve
inşallah
Peygamber
(s) umre yapacağı konusunda bir rüya gördü; ancak rüyada bu ibadeti hangi yıl
yapacakları kendisine net olarak gösterilmemişti. Müslümanlar umre yapmak için
umutla Kâbe’ye doğru yola çıktılarsa da müşrikler buna izin vermedi. Allah söz
konusu rüya hakkında şöyle buyurdu: “Ant olsun ki Allah, Peygamberinin
rüyasını doğru çıkardı. İnşallah Mescid-i Haram'a güven içinde, saçlarınızı
traş etmiş ve (kiminiz de) kısaltmış olarak korkmaksızın gireceksiniz. (Allah)
sizin bilmediğinizi bildi ve bundan önce yakın bir fetih nasip etti.”
(Fetih, 48: 27). Yani müşrikler, Müslümanların umreye niyetlenmeleri karşısında
onlara izin vermemiş olsalar da bu, onların her dilediklerini yapabilecekleri
anlamında değildir. Onların engellemeleri Allah’ın izin vermesi sayesinde
gerçekleşmiştir. Ayetteki “İnşallah” ifadesinin, kullara yönelik bir
ibadet eğitimi ve onların terbiye edilmesi olduğunu ifade eden Tüsterî (h. 283)
şöyle demektedir:
“Allah’ın
ilminin mükemmel olmasına rağmen, ayette bir istisnaya yer vermesi [inşallah] dikkate
alındığında eksik bilgileriyle birlikte kullarından herhangi birinin herhangi
bir şey konusunda istisna etmemesi [inşallah dememesi] olacak şey değildir.” (h.
1423: 148).
Allah
dilemeseydi Kâbe’ye ibadet amacıyla gitmek isteyen Müslümanları, müşriklerin
engellemeleri hiçbir işe yaramazdı. Zaten bu engellemeden bir sene sonra Müslümanlar
umre ibadetlerini yapabilmişlerdir. Ayetten anlaşıldığı kadarıyla hac veya umresini
yapıp ihramdan çıkan erkeklere saçlarının tamamını ya da bir kısmını kesebilme
seçeneği vardır. Saçların tamamını kesmenin -ayette önce belirtildiği için- saç
kısaltmaya göre daha iyi olduğu söylenebilir. Müminlere yönelik olarak Mescid-i
Haram’a “korkmaksızın gireceksiniz” denilmesi, Mekke’nin fethine de
işarettir; çünkü bu ruh hali (korkudan uzak olmak) Müslümanların oraya hâkim
olmalarıyla sağlanabilir. Ayette daha önce nasip edildiği ifade edilen “fetih”,
dezavantajlı görünümüne rağmen Müslümanlara açılım sağlayan Hudeybiye
anlaşmasıdır.
Sonuç
Görüldüğü
gibi “inşallah” ifadesi Şuayb, Yusuf, İbrahim, Musa, İsrailoğulları ve Allahu Teala
tarafından söylenmekte ve gelecekte ne olacağı konusunun “Allah’ın dilemesi”ne
bağlı olduğu vurgulanmaktadır.
Kaynakça
Beğavî, el-Hüseyin b. Mesud el-Ferra (h. 510), Meâlimu’t-Tenzîl fi Tefsiri’l-Kur'an, 5 c., Daru
İhyai’t-Turasi’l-Arabî, Beyrut, h. 1420.
Kınnevci, el-Hüseyni
el-Buhari (ö. h. 1307), Fethu'l-Beyan fi Makâsidi'l-Kur'an, 15 c.,
el-Mektebetu'l-Asriyye li't-Tabâati ve'n-Neşr, Beyrut, 1992.
Kutub, Seyyid (ö. 1966), Fî
Zilâli’l-Kur'an, 6 c., 17. bs., Daru'ş-Şuruk, Beyrut, h. 1412.
Râzî, Fahruddin (h.
606/1209), et-Mefâtihu'l-Gayb, 32 c., 3. bs., Daru İhyai
Turasi'l-Arab, Beyrut, h. 1420.
Suyuti, Celaluddin
Abdurrahman b. Ebi Bekr (h. 911), ed-Dürrü’l-Mensûr, 8 c., Daru’l-Fikr,
Beyrut, ts.
Taberî, Muhammed bin
Cerir (ö. h. 310), Câmiu'l-Beyan an
Te’vîli Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000.
Tüsterî, Abdillâh b.
Refî‘(ö. 283/896), Tefsiru’t-Tüsterî, Daru’l-Kütübi’l-İlmiye,
Beyrut, h. 1423.
Yazının
künyesi:
Kayacan, Murat, “Kur’an’da İnşallah İfadesi”, Haksöz Derg., S. 322, İst., Ocak,
2018. (59-61).