Kur’an’da “De ki: (…) Allah yeter.” ifadesi
“De ki: (…)
Allah yeter (Kul kefâ bi(A)llâhi).” ifadesi üç Mekki surenin üç ayetinde
geçer. Bu yazıda söz konusu ayetler, içlerinde bulundukları surelerin iniş
sırasına göre ele alınacaktır.
Beşer peygamber olamayacağını ileri sürenlerin iddiaları doğru değildir
(İsra, 17: 94). Yeryüzünde doğru yolu tutmakla sorumlu olanlar, insan
olduklarına göre[1] doğal olan şey, onlara
gönderilen yol göstericinin kendi türlerinden olmasıdır (İsra, 17: 95). Talepleri
karşılansaydı muhtemelen “Biz melek bir elçiyi Allah’a kulluk yapma konusunda nasıl
örnek alalım?” demeye başlayacaklardı. Söz konusu müşrikler, Kur’an’da şöyle
tehdit edilir: “De ki: Benimle sizin aranızda gerçek şahit olarak Allah yeter.
Zira O, kullarını hakikaten bilip görmektedir.” (İsra, 17: 96). Peygamber
(s), insanlar doğru yolu bulsunlar diye elinden geleni yapmaktadır. Bunun
karşılığında müşrikler, bu nimetin değerini bilecekleri yerde uydurma dinlerine
sıkı sıkıya bağlı kalmakta ve tevhidin, adaletin yaygınlaşmasını engellemeye
çalışmaktadır. Allah, onların bu yaptıklarını görmektedir ve cezasız da
bırakmayacaktır.
Mucize isteyen inkârcılara (Ankebut, 29: 50), mucize olarak Kur’an
gösterildiğinde (Ankebut, 29: 51) yüz çevirirler. Ne var ki onların,
vahyi yalanlamalarının bir değeri yoktur. Allah’ın şahitliği yeterlidir: “De
ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. O, göklerde ve yerde ne
varsa bilir. Batıla inanıp Allah'ı inkâr edenler (var ya), işte ziyana
uğrayacaklar onlardır.” (Ankebut, 29: 52). Resul (s), getirdiği ilahi mesaj
konusunda yalancı olsaydı Allah onu da cezalandırırdı. Dünya, yalanlayanların
kötü akıbetlerine dair örneklerle doludur. İnkârcılar, ahirette de azaba
uğrayacaktır. Allah’ı yalanlayanlara karşı mücadele veren bir peygamber nasıl
olur da kendisi böyle bir şeye yeltenir? Dünyada üste çıkmak için risalet
zeminini sarsmaya çalışan inkârcılar kaybedenlerden olacaklardır; çünkü onlar
batıla inanmaktadırlar. Hâlbuki batıl, yok olup gitmeye mahkûmdur.
Müşrikler, kırk yıl aralarında yaşamış ve “güvenilir” gördükleri
Muhammed’in (s) peygamberliğini inkâr ettiler: “İnkârda ısrar edenler,
(yine) ‘Sen Allah tarafından gönderilmiş değilsin.’ diyecekler. Sen (de) de ki:
Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter; bir de Kitabı bilen kimseler.”
(Rad, 13: 43). Ayetin sonunda “şahit olarak Allah yeter; bir de Kitabı
bilen kimseler.” denilmesinden yola çıkarak Allah’ın şahitliğine ek olarak
Yahudi ve Hristiyanlardan Allah’a teslim olmuş olanların tanıklığının da bir
değeri olduğu söylenebilir; onlar, hakkın şahitliğini yaparlar ve kalpleri
hakikate açıktır. Bu surenin Mekke’den indiği dikkate alındığında bu tanıma
uyan kişilere örnek, son Peygamber’e (s) vahiy getiren melek ile daha önce
Musa’ya (a) vahiy getiren meleğin aynı olduğunu söyleyen Varaka b. Nevfel
ve benzerleridir. Ayetteki “bir de Kitabı bilen kimseler” ifadesinden kastedilen
kimseler, müminler de olabilir.
Görüldüğü gibi “De ki: (…) Allah yeter.” ifadesinin yer aldığı
ayetlerde risaletin hak oluşu konusunda Allah’ın şahitliğinin yeterliliğinden,
bu şahitliğe ek olarak Kitabı bilen kimselerin de şahitlik ettiğinden, Allah’ın
kullarını bilip gördüğünden, göklerde ve yerde olanları bildiğinden, batıla
inanıp inkâr edenlerin kaybedeceğinden söz edilmektedir.
Memleket Gazetesi 18.1.2017
[1]
Yeryüzünde
cinler de yaşamaktadır ancak onlara da kendi içlerinden peygamber
gönderilmiştir: “Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimi okuyup
aktaran ve size, bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp korkutan
elçiler (peygamberler) gelmedi mi? Onlar: 'Nefislerimize karşı şahadet ederiz.'
derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kâfir olduklarına dair kendi
nefislerine karşı şahadet ettiler.”(En'am, 6: 130).