İstişare Üzerine
Giriş
İstişare, danışmak
demektir. Kur’an, müminlerin işlerinin aralarında danışma yoluyla olduğunu
ifade eder. Derveze’nin belirttiğine göre bazı müfessirler; istişarenin
Müslümanlara ve onların yöneticilerine bu yolu tutsunlar diye Allah tarafından Peygamber’e
(s) emredildiğini söyler (h. 1383, VII: 257). Müfessir Sa’dî, “İşlerinde
onlara danış.” (Al-i İmran, 3: 159) ayeti bağlamında danışmanın; istişare
ve fikir gerektiğinde yapılacağını söylemektedir. Ona göre istişare, Allah’a
yaklaştıran ibadetlerdendir. İktidarda olan kimse görüş sahibi kimselerle
istişare ederse onların kalpleri huzur bulur, o idareciyi severler, onun bir
zorba olmadığı kanaatine sahip olurlar. İstişare, fikir ocağıdır. Onda
akılların toplamından daha fazlası ortaya çıkar. İstişare eden yanlış da yapsa
hedefine ulaşamasa da kınanmaz. Allah, peygamberine bile “onlara danış.”
diyorsa onun dışındakiler nasıl istişareden uzak dururlar (Sa’dî, 2000: 154)?
İstişarenin vacip mi mendup mu olduğu tartışılmaktadır. Makililere göre
istişare vaciptir. Ümmetin faydasına olan şeyleri araştırmamız gerekir. Bunun
için ne gerekiyorsa o vaciptir (İbn Âşûr, IV: 148). İbn Atıyye’ye göre istişare, şeriatın
kurallarındandır. İlim ve din uzmanlarıyla istişare etmeyen yetkili görevden
alınır (İbn Âşûr, IV: 148).
Bu yazıda, yukarıda
kısaca çerçevesini çizdiğimiz istişare terimine dair tefsirlerdeki değinileri
merkeze alarak istişare hakkında şu sorulara kısa yanıtlar vermeye çalışacağız:
1. Yüce
Allah’ın halife yaratması bağlamındaki ayet (Bakara, 2: 30), Allah’ın
meleklerle istişare ettiği anlamına gelir mi?
2. Hz.
İbrahim’in defalarca gördüğü rüyaya dair ayeti (Saffat, 37: 102), Hz.
İbrahim’in aldığı vahiy bile istişareye açtığı anlamına gelir mi?
3. Kur’an
istişareyi sadece müminlerin bir eylemi olarak mı aktarır yoksa istişare yapan
gayrimüslimlerden de söz eder mi?
4. Hz.
Muhammed, karar alırken arkadaşlarıyla istişare eder miydi?
5. Peygamber
(s) vefat ettikten sonra sahabenin istişare yaptığına dair örnekler var mıdır?
1.
Allah meleklerle istişare mi etti?
Kur’an, Allah’ın “halife
yaratacağını” meleklere haber verirken nasıl hitap ettiğini ve meleklerin ne
dediğini şöyle belirtir: “Hani Rabbin meleklere, 'Ben yeryüzünde bir halife
var edeceğim' demişti. Melekler de 'Sen orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar
akıtacak birini mi var edeceksin! Oysa biz senin yüceliğinden övgü ile söz
etmekte (seni hamd ile tesbih etmekte) ve senin bütün eksikliklerden uzak, ulu
sıfatların sahibi olduğunu dile getirmekteyiz.' demişlerdi. Allah da 'Ben sizin
bilmediklerinizi bilirim.' demişti.’” (Bakara, 2: 30) Allah’ın, meleklere
yeryüzünde bir halife yaratacağını söylemesi, O’nun meleklerle istişaresi
olarak görülemez. Ortağı olmayan Allah için imkânsız olan böyle bir şey, sadece
meleklere haber vermek türündendir (Rıza, 1990, I: 210). Meleklerin Allah’a
sorduğu soru da yeryüzünde halife yaratılmasına itiraz olarak değil, bu
yaratılmanın hikmetini sormaya yönelik olmalıdır; çünkü onlar Allah’a karşı
gelmezler: “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailelerinizi yakıtı insanlar ve
taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında gayet haşin, sert; Allah'ın
kendilerine emrettiğine karşı gelmeyen ve kendilerine emredileni yapan melekler
vardır.” (Tahrim, 66: 6).
2.
Hz. İbrahim ve istişare
Kur’an, Hz. İbrahim’in
defalarca gördüğü rüya hakkında şöyle der: “(Çocuk) onun yanında koşacak
çağa erince dedi ki: 'Ey oğulcağızım! Ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum.
Bak ne düşünürsün?' Dedi ki: Ey babacığım! Sen emrolunduğunu yap. İnşallah beni
sabredenlerden bulacaksın.” (Saffat, 37: 102) Hz. İbrahim, emir olarak
algıladığı bu rüya nedeniyle oğlunu Allah için kurban etmeye yöneldiğinde kurban
etme fiilini hemen işlemez. Mazharî’nin ifadesiyle önce, oğlunun Allah’ın emri
konusundaki sabrını ve kararlılığını öğrenmek için onunla istişare eder (h.
1412, VIII: 129). Zira olay, oğlunu da ilgilendirmektedir. Hz. İbrahim istişare
ettiğine göre oğlu fikir beyan edecek yaşta olmalıdır. Oğlunun İbrahim’e
yanıtı, “Emredileni yap!” (Saffat, 37: 102) şeklinde mütevekkil bir
tutumu içerir.
3.
Gayrimüslimler ve istişare
Kur’an, Firavun’un ileri
gelenlerine, “Büyüsüyle (Musa) sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Buna göre
ne buyurursunuz?” diyerek ileri gelenlerle istişare ettiğini belirtir
(Rıza, 1990, IX: 54). Onun amacı Musa’nın risaletini başarısız kılmak olunca
yaptığı istişare de görünüşte doğru, içerik açısından ise şerdir. Dolayısıyla
alınan kararlar tevhid ve adalet karşıtı ise form olarak “istişarî” olması, o
kararların doğruluğunu göstermez.
Kur’an, Süleyman
peygamberin gönderdiği mektup karşısında ne yapılacağı konusunda kraliçe Belkıs’ın
adamlarıyla istişare ettiğini söylemektedir (Maturidi, VIII: 114): “Dedi ki:
'Ey ileri gelenler! Bu işimde bana bir fikir verin. Siz bulunmadan ben hiçbir
işte kesin karar vermem.” (Neml, 27: 32). Her ne kadar Belkıs istişare
ederken Müslüman değilse de karar alırken onun seçtiği yöntem, diktatörlerin
yaptığı gibi değildir. Yetkilendirdiği kişilerin fikirlerini alır ve ardından
kararını verir. Mevdudi’nin ifadesiyle Belkıs şöyle demek istemektedir: “Önemli
konularda karar alacağım zaman, ben yanımda olmanıza önem verir ve aldığım
kararların doğruluğunu ve uygunluğunu onaylamanız için sizin de orada
bulunmanızı isterim.” Söz konusu ifadeler, krallık olmasına rağmen
Sebelilerdeki idare şeklinin bir diktatörlük olmadığını, aksine zamanın
hükümdarlarının mühim işlerde, devletindeki önemli zevatla istişare ettikten
sonra karar verdiğini gösterir (IV: 95). Yukarıda Firavun için söylediklerimiz
Belkıs için de geçerlidir; fakat Belkıs’ın daha sonra İslam’ı seçmesi, onun
gayrimüslim iken Firavun’dan farklı olarak “gücü ölçüsünde” adaletle hükmetmeye
çalıştığı söylenebilir.
İstanbûlî’nin
belirttiğine göre bazı kimseler tıp konusunda uzman olan kâfirlerle istişare
yapılabileceğini söylerler. Yine de tercih edilen, onlarla istişareden uzak
durmaktır. Zira onlar Allah düşmanıdır (ts., V: 91). Uzmanlık gerektiren
konularda gayrimüslimlerin de görüşleri alınabilir. Elde iki tane uzman var ve biri
Müslüman diğeri de kâfir ise tabii ki Müslüman tercih edilir. Bazen inkârcı
kimse konuyu daha iyi bilir. Bu durumda onun görüşü dikkate alınarak hareket
edilebilir.
4.
Hz. Muhammed ve istişare
Hz. Ayşe’den yapılan
nakle göre o, Allah resulünden daha fazla istişare eden kimseyi görmediğini
söyler (Beğavi, II: 124; Beğavi’den naklen Hâzin, h. 1415, I: 312). Bu rivayete
göre Resulullah (s), sıkça istişarede bulunmayı “Kararsız olarak algılanırım.”
deyip kenara koymamış, onu Müslümanların işlerinin düzenlenmesinde temel
almıştır.
Mevdudi’ye göre Hz.
Peygamber'in (s), Müslümanların lideri olması münasebetiyle Allah'ın kelimesini
yüceltmek ve dini ikame etmek için verdiği mücadele boyunca Hz. Peygamber (s),
zaman zaman sahabeyle istişarede bulunmuştur. Bu istişareler sonunda O, bazen
kendi görüşünden vazgeçip, sahabenin görüşünü kabul etmiştir. Bazen de sahabiler
ona, “Bu sizin kendi sözünüz mü yoksa Allah'ın vahyi midir?” diye sormuşlar, O
da “Benim sözümdür.” (Mevdudi, 1986, VI: 13) karşılığını vermiştir. Bazen Hz.
Peygamber (s) içtihat edip, bu doğrultuda emir verdikten hemen sonra yüce Allah,
O’nun buyruğunun aksini bildiren ayetler inzal etmiş ve bunun üzerine Hz.
Peygamber (s) yanlış olan içtihadını düzeltmiştir. Buraya kadar anlatılanlardan
anlaşıldığı gibi, Hz. Peygamber'in (s) sözleri, arzularından kaynaklanmayıp
Allah'ın onaylamasıyla kesinlik kazanmıştır. “Hz. Peygamber'in (s) her
söylediği vahiy midir?” sorusuna gelince, Onun bir insan olması hasebiyle
söylediği sözler, ashabıyla istişare ederek aldığı kararlar veya Allah'ın
aksini emrettiği konulardaki içtihatları vahiy değildir (Mevdudi, 1986, VI:
14).
Bedir Savaşı’nda Müslümanların
müşriklere galip gelmesi ve müşriklerin bir kısmının Müslümanların eline esir
düşmesi üzerine Rasulullah, onlara ne yapılacağı konusunda sahabeyle istişarede
bulunmuş ve içtihat ile hareket etmişti (Maturidi, V: 264). Her ne kadar bu
konuda aldığı karar, vahiy tarafından eleştiriye tabi tutulmuş olsa da istişare
etmenin kendisi kınanmamıştır: “Bir Peygamber'e yeryüzünde kesin galibiyet
sağlamadan esir almak yaraşmaz. Siz dünya varlığını istiyorsunuz Allah ise
(sizin için) ahireti istiyor. Allah yücedir, hakimdir.” (Enfal, 8: 67).
İbn Âşûr’a göre “Onlara
danış.” (Al-i İmran, 3: 159) ayetinin gereği olarak Peygamber (s) ümmeti ilgilendiren
konularda, savaş ve diğer meselelerde ümmetin faydasına uygun hareket
edebilmesi için istişare etmekle emrolunmuştur. Tabi ki istişare şeriatın hüküm
belirtmediği konularda yapılır. Vahiy olmayan konularda Peygamber (s) içtihat
yapabilir (İbn Âşûr, IV: 147).
Bu ayette danışılacak kişilerin Ebubekir ve Ömer olduğuna dair İbn Abbas’tan
bir rivayet vardır ancak İzzet Derveze istişarenin söz konusu iki sahabeyle
sınırlanmasını ayetin ruhuna uygun bulmaz (h. 1383, VII: 255).
Rasulullah, Ümmü Seleme ile
Hudeybiye Barışı konusunda istişare etmişti. Bu, faziletli hanımlarla istişare
etmenin caiz olduğuna delil getirilmiştir (İstanbûlî, ts., X: 16). İstişare
edilecek hanımları faziletli olanlarla sınırlamak sübjektif bir yaklaşımdır.
Hangi konuda çözüm aranıyorsa o konuda yetkin olan kimse ister bay isterse
bayan olsun fark etmez, istişare edilebilir.
5.
Sahabe ve istişare
Kur’an, Resulullah (s)
zamanında ezberlenerek ve yazılarak korunmuştu. Ancak yazılı vahiyler kitap
(Mushaf) haline getirilmemişti. Onun Mushaf haline gelmesi, Hz. Ebubekir
dönemindedir. Noktasız ve harekesiz halde bulunan Arap yazısıyla kaleme alınmış
Mushaf’ın okunmasındaki farklılıklar nedeniyle -Mevdudi’nin ifadesiyle- herkes
birbirini Kur'an'ı değiştirmekle suçlamaya da başlayabilirdi. Ayrıca Kur'an'ın
saf ve berrak Arapçasının. Arap olmayan Müslümanlarla temasa geçen Araplar
tarafından bozulma tehlikesi de vardı. Bu nedenle Hz. Osman halifeliği
döneminde, Peygamber'in (s) diğer ashabıyla de istişare ederek bütün İslâm
dünyasında Kur'an'ın tek bir kopyasının, Hz. Ebu Bekir tarafından derlenen ve
tashih edilen nüshasının kullanılması gerektiğine ve diğer tüm lehçelerin yok
edilmesine karar verdi. İleride herhangi bir karışıklık ve yanlış anlama
olmasını önlemek amacıyla diğer bütün kopyaları yaktırdı. Örneğin, ashaptan
bazıları kendi nüshalarına açıklayıcı notlar ve yorumlar eklemişlerdi; bu da
Kur'an'ın asıl metni ile karışabilirdi. O dönemde böyle bir şeyin imkânsız
olmasına rağmen, gelecekte herhangi bir karışıklığa meydan vermemek ve Kur'an'ı
mümkün olan herhangi bir değişiklikten korumak için bu tür önleyici bir faaliyete
başvurulmuştur (Mevdudi, 1986, I: 23).
Sonuç
Görüldüğü gibi istişare,
Müslümanların da gayrimüslimlerin de başvurduğu bir yöntemdir. İstişarenin
hayırlı oluşu şekliyle değil, içeriğiyledir. Hakkın yerini bulması amacıyla
yapılan istişare övgüye değer iken batılın hâkim olması için yapılan istişare,
insanları şeytana kulluğa götürür. Vahiy ile belirtilmiş ölçüler istişareye
açık olmasa da hangi ayetin hangi duruma karşılık geldiği ve nasıl uygulanacağı
konusu istişareye açıktır. Ayrıca istişare, danışmaya konu edilen şeyin, kabul
görmesini ve sahiplenilmesini artırır.
Kaynakça
Beğavî,
el-Hüseyin b. Mesud el-Ferra (ö. 510), Meâlimu’t-Tenzîl,
8 c., 4. bs., Daru Tayyibe Li’n-Neşri ve’t-Tevzi’, Beyrut, 1997.
Derveze, İzzet, et-Tefsir'ul-Hadis,
10 c., Daru İhyai Kütübi’l-Arabiye, Kahire, h. 1383.
Hâzin, Ali b. Muhammed b. İbrahim b.
Ömer (h. 741), Lübabü’t–Te’vil fi Maâni’t-Tenzil, 4 c.,
Daru’l-Kütübi’l-İlmiye, Beyrut, h. 1415.
İstanbûlî, İsmail Hakkı b. Mustafa (ö.
1127/ 1715), Rûhu’l-Beyân, 10 c., Beyrut, Daru’l-Fikr, ts.
Mazharî, Muhammed
Senâullah (h. 1225), et-Tefsiru’l-Mazharî, 10 c., Mektebetu’r-Rüşdiyye,
Pakistan, h. 1412.
Mevdudî,
Ebu’l A’lâ, Tefhîmu’l-Kur’an,
(çev. Muhammed Han Kayani ve diğerleri), 7 c., İnsan Yay., İst., 1986.
Rıza, Muhammed Reşid (h. 1354), Tefsiru’l-Menar, 12 c.,
el-Hey’etu’l-Mısriyyetu’l-Âmmetu li’l-Kitab, Mısır, 1990.
Sa’dî, Nasır bin
Abdillah (h. 1376), Teysiru’l-Kerimi’r-Rahman fi Tefsiri Kelami'l-Mennan,
Müessesetu’r-Risale, Beyrut, 2000.
Yazının
künyesi:
Kayacan, Murat, “İstişare Üzerine”, Haksöz Derg., S. 321, İst., Aralık, 2017. (40-43).