Kur'an-ı Kerim meali okuma üzerine
Kur'an-ı
Kerim'in tercüme edilmiş haline, Kur’an’ın çevirisi yerine genellikle meali
denilir. Bu belki de bir metnin, bir dilden diğerine tam olarak aktarılamayacağı
düşüncesinden kaynaklanmaktadır. Hele hele söz konusu olan metin, Kur'an-ı
Kerim olunca bu konu daha da önem kazanmaktadır. Ne var ki bu, Kuran'ın başka
bir dile aktarılmasının sakıncalı olduğu anlamına gelmez. Hatta Kuran-ı Kerim'in
mesajını aktarmak için yapılan Türkçe meallerin sayısında özellikle son 30-40
yılda bir artış yaşanmış olması, ilahî mesajın anlaşılması ve hayata
aktarılması açısından son derece umut vericidir.
Meal okuru,
meal okurken birtakım problemlerle karşılaşmaktadır. Bunlardan birisi de meal
sahipleri tarafından ayetlere farklı anlamların verilmiş olmasıdır. Kimi
meallerde parantez içinde mensup olunan mezhebin görüşü aktarılır kiminde de
parantez içi ifadelerin varlığı doğru kabul edilmez ancak bu kez de ifade
edilmek istenen şeyler, parantez yerine eğik çizgi (/) ile verilir. Her iki durumda
da çevirmen, anlamı tam olarak veremediğini bir şekilde kabul etmiş demektir. Bununla
birlikte anlamı tam olarak tespit
edilemeyen ayet sayısı azdır. Bunları ön plana çıkarmak ve yanlış anlamanın
tehlikelerini gündemde tutmak yersizdir. Zira hiçbir mealde gerek parantez
içinde gerekse eğik çizgi ile Cebrail'in yerine Mikail, ahiretin yerine dünya, Müslüman
kelimesinin yerine kâfir kelimesine yer verilmez. Yani meal okuyarak dinin
temel esprisini yakalamak, anlamak mümkündür. Kur’an-ı Kerim’i Arapça aslından
okuyup anlama imkânı olmadığı halde doğru anladığı kısımları aktaran ve yaşayan
milyonlarca Müslümanın gayreti de görmezden gelinemez.
Esas olan şey, meal okumanın bir
anlama çabası olduğudur. Dini anlatma pozisyonunda olanlar ise anlamaya çalışanlara oranla daha
fazla sorumluluk taşır. Onların, vahyi indiği dilde anlama çabası içine
girmeleri, kendileri ve hitap ettikleri insanlar açısından son derece faydalı
ve gereklidir. Zira "bilen" olmak, artı bir çabayı gerektirir.
Acaba meal
okumak ve vahyi anlamaya çalışmak, müminlerin gözünde İslam âlimlerini
değersizleştirir mi? Bu soruya vereceğimiz yanıt olumsuzdur. Zira Kur'an-ı
Kerim zaten “bilenlere” değer veren, bilemediklerimizi onlara sormayı teşvik
eden bir kitaptır. Meal okumak olsa olsa onlara olan saygımızı, verdiğimiz
değeri artırır. Vahiy bize, onların delil üzere olan görüşlerine değer vermeyi öğretir,
onları taklitten ise alıkoyar.
Rabbimiz
toplumlara kendi mesajını o toplumun dili ile iletmiştir. Yani dil değişse de mesaj farklı dilde ifade edilebilmekte
ve anlaşılabilmektedir. Vahyi mealinden de olsa okuyan kimse, Arapçayı bildiği
halde Kur'an-ı Kerim'i okumayan birine göre dini daha iyi kavrayabilir, hakkın
şahitliğini sergileyebilir. Rabbimiz, Kur’an mesajının herhangi bir dilde
tüm dünyaya verilebileceğini, Kuran'ın Arapça veya başka bir dilde olmasının
fark etmeyeceğini bizlere şöyle bildirmektedir: "Eğer biz onu yabancı
dilden bir Kur'an yapsaydık onlar mutlaka ‘Bu kitabın ayetleri genişçe
açıklanmalı değil miydi? Arap bir peygambere yabancı dil, öyle mi?’ derlerdi.
Sen de ki: O, iman edenler için bir hidayet ve şifadır.’ İman etmeyenlerin
kulaklarında ise bir ağırlık vardır. Kur'an onlara göre bir körlüktür. Sanki
onlar uzak bir yerden çağrılıyorlar (da
duymuyorlar).” (Fussilet, 41: 44) Yani vahyin mesajını, farklı diller konuşan
insanlara onların dilinde ulaştırmak mümkündür. Ancak bu aktarım, beşeri
etkinliklerin ön planda olmasından dolayı noksandır. Bu eksiklik, dini “vahyin
gönderildiği dil çerçevesinde” anlayabilenlerin gayretleriyle rahatça
giderilebilir.
Arapça
metninden Kur'an-ı Kerim'i okuyup anlamak güzeldir. Ancak Arapça bilmeyen ve kendini,
toplumu şirk, zulüm ve günahlardan arındırmak isteyen Müslümanlar için meal
okumanın Kur’an-ı Kerimi anlamada büyük bir öneme sahip olduğunu hatta onu
okumanın ibadet olduğunu söyleyebiliriz. Peygamber’den (s) bu yana Kur'an’daki kelime
ve kavramların bir kısmı, Türkiyeli Müslümanların zihninde vahiydeki
muhtevasını koruyamamıştır. Bu sorun, meal okuyarak ve vahyin şahitliği çabası
içine girerek büyük oranda aşılabilir. Tüm
Müslümanlara “Arapça öğrenmek vaciptir.” diyemeyeceğimize göre en azından
onları meal okumaya teşvik etmeliyiz. Bu teşvikin sonucunda, dini yanlış
anlama ve uygulama problemleri ortaya çıkabilir. Ne var ki dinin temel kaynağından
habersiz bir hayat yaşamak daha büyük bir yanlıştır. Vahyi anlama ibadetini
yerine getirirken elde edilen sonuçlar mutlak hakikatlermiş gibi düşünülmemeli –taklit
çıkmazına girmeden- konuyu bilen âlimlerin eserlerine de başvurulmalı, vahyi
anlama ve gereğini yerine getirme gayreti sürekli kılınmalıdır.
Memleket
Gazetesi 24.8.2017