FETÖ davalarında yanlış giden bir şeyler mi var?
Fethullahçı
Terör Örgütü (FETÖ) üyesi olmakla suçlandığını; ancak bu örgüt ile ilişkisi
olmadığını ifade edenlerin gündeme getirdikleri iddialara duyarsız kalmak
mümkün değil. Bu yazıda, söz konusu iddialara, FETÖ’ye dair soruşturmalarda
yaşanan sorunlara ve yapılması gerekenlere dikkat çekeceğim. Eleştirilerim,
iyiliği emir ve kötülüğü nehiy olarak görülmelidir.
Kendi
rızasıyla tüm cihazlarını savcılığa teslim ettiğini, bylock programı indirdiğinin
tespit edilemediğini ama Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) ve Avea’nın
verileri ve Milli İstihbarat Teşkilatına (MİT) gönderdiği hatalı liste yüzünden
açığa alındığını, öğretmenliğe geri dönmeyi beklerken Kanun Hükmünde Kararname
(KHK) ile ihraç kararı geldiğini söyleyenler var.
FETÖ
üyesi olmakla suçlandığını, iki aydan fazla bir süre tutukluluk süreci
yaşadığını ancak bulunduğu ildeki Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından bu terör
örgütüne ait banka hesabı, dernek, okul, dershane kaydının bulunmadığını, hakkında
da aleyhine herhangi bir şikâyet, ihbar, tanık beyanı mevcut olmadığını ve adli
kontrol şartıyla tahliye edildiğini ama MİT’in bir IP (Internet Protocol)
adresi üzerinden elde ettiği bir bilgiye istinaden hâlâ hakkında bylock
kullanıcısı olduğu şüphesiyle soruşturmanın devam ettiğini, polislere ve savcıya,
bu bylock tespitini nasıl yaptıklarını, kimlerle ne yazıştığını sorduğunu ama
yanıt alamadığını, ellerinde sadece ve sadece MİT’in bir excel sayfasında
hazırladığı bir tutanak olduğunu, orada sadece ad, soyadı, tespit tarihi ve bir
IMEI numarası yazdığını, basitçe hazırlanmış olan ama kimin nasıl nerede ne
şekilde neye dayanarak hazırlamış olduğu belli olmayan bu tutanağa göre
hayatının mahvedildiğini ve işinden olduğunu beyan edenler var.
Kamu
işçisi olarak çalıştığı kurumdan 15 Temmuz Darbe Girişimi’nden 10 gün sonra ihraç
edildiğini bildiren Yönetim Kurulu kararının eline tutuşturulduğunu, hayatının
hiç bir döneminde FETÖ ile bir bağlantısının, bankalarında da hesabının
olmadığını, dershanelerinde veya okullarında okumadığını, yurtlarında yahut
evlerinde kalmadığını, bir iftiraya kurban gittiğini, aylardır derdini anlatacağı
hiç bir merci bulamadığını, adının resmi gazetede yayınlanmadığını, KHK ile
değil idari tasarrufla ihraç edildiğini, bu nedenle de OHAL komisyonunun
dosyasına bakmadığını ifade edenler var.
Bunlar,
bilinen çok ciddi iddialardan sadece bir kaç örnek. Kaldı ki iddiaların da
ötesinde somut durumlar söz konusu. Sözgelimi, Özgür-Der eski Antalya
Temsilcisi Gültekin Sincar, dört yıldır Sarıyer (İstanbul) Özgür-Der
programlarına katılan ve eşi 28 Şubat mağduru olan Uğur Dursun gibi din
ve siyaset anlayışları itibariyle FETÖ ile irtibatlandırılmaları mümkün olmayan
kimseler var. Ne yazık ki ikisi de haksız yere FETÖ’den dolayı tutuklu. Yani “at
izi ile it izinin karışması sorunu” henüz halledilebilmiş değil. Darbecilere
hak ettikleri cezaların verilmesinin gerekliliğinden şüphe yok; ancak insanlar
suçsuz olduklarını kanıtlamak zorunda bırakılmamalı. İddia sahibi, iddiasını
kanıtlamada yetersiz ise suçlanan kimseler mağdur edilmemeli. “Olağanüstü bir
dönemden geçiyor” olduğumuz doğrudur; ancak sadece bu gerekçe temel alınıp da yeterli
delil içermeyen iddialarla insanların işsiz kalmasına, hapis yatmasına vs. yol
açacak uygulamalar adil olmaz. Şüpheli durumlar, sanık lehine
değerlendirilmelidir. Beraat-i zimmet asıl olduğuna ve müddei de iddiasını kanıtlaması
gerektiğine göre güçlü delillerle sanığa gidilmeli, sanıktan suçlu olmadığını kanıtlaması
istenmemelidir. Soruşturmalardaki bu özensizlikler, FETÖ’yü dağıtmaya hizmet
etmez. Aksine darbe girişimini başarıyla engelleyen halkın umudunu zedeler ve iktidarın
adaletine gölge düşürerek gereksiz yere düşmanlarının sayısını artırır. Bu
mağduriyetlerde, kolluk kuvvetleri ve yargı mensuplarının sorumsuz ve kasıtlı
tavırlarının olup olmadığı da titizlikle araştırılmalıdır.
Memleket
Gazetesi 14.9.2017