Kur’an’da “Allah iyileri sever.” ifadesi
Kur’an’da “Allah
iyileri sever.” ifadesi inna(A)llâhe yuhibbu’l-muhsinîn (Şüphesiz
Allah iyileri sever.) şeklinde Bakara ve Maide surelerinde birer ayet olmak
üzere toplam iki kez geçmekte; va(A)llâhu yuhibbu’l-muhsinîn (Allah
iyileri sever.) şeklinde ise Al-i İmran suresinin iki ve Maide suresinin
bir ayetinde olmak üzere toplam üç ayette yer almaktadır. Bu yazıda söz konusu
beş ayet, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele alınacaktır.
Allah yolunda
çarpışanlara maddi destek verme imkânı olan kimse, onları bu destekten yoksun
bırakamaz: “Allah yolunda harcamada bulunun ve kendi ellerinizle kendinizi
tehlikeye atmayın. İyilik edin. Şüphesiz Allah iyileri sever.” (Bakara, 2: 195). Cihat,
Müslümanların güvenliklerini sağlamak ve fitneyi ortadan kaldırmak vb. gerekçelerle
yapılır. Bu mücadelenin yürütülebilmesi sadece insan gücüyle olmaz. Allah
yolunda savaşanların ihtiyaçlarını karşılamayan Müslümanlar, kendilerinin
güvenliğini de tehlikeye atmış olurlar. Mücahitlere destek vermek bir
iyiliktir ve bu tür hayırlarda bulunanları Allah sever.
Hayırsever kimseler, imkânları
ölçüsünde ihtiyaç sahiplerine harcama yapar. Allah’ın sevdiği kimseler, faizli
işlemlerle paralarını artırmaya çalışanlar değil, iyilik üstüne iyilik yapma
gayretinde olanlardır: “Onlar bollukta ve darlıkta hayır için harcar,
öfkelerini tutar ve insanları bağışlarlar. Allah iyileri sever.” (Al-i
İmran, 3: 134). İyilik ettikleri için Allah’ın sevdiği kimselerin ikinci
özelliği de insanların yaptığı yanlışlar nedeniyle misliyle mukabele etmeyi tek
tercih görmemeleridir. Dünyada hedef, her iyiliğin eşit paylaşımını sağlamak
değildir. Zaten bu, mümkün de değildir. En iyi tavır, mümkün olduğunca
insanları affetmektir. Bu, yasalar yoluyla yapılamaz. Herkes mahkeme önünde
yargılanıp hakkını talep eder. Ancak teşvik edilmesi gereken mahkeme yolu değil,
af yoludur. Bağışlayıcılık, dünya ve ahiret mutluluğu getirir. Tabi bu
bağışlamanın anlamlı olması için bağışlayanın, bağışladığı kimseyi isterse cezalandırabileceği
bir konumda olması gerekir. Yoksa mazlum birinin zalim birine “Seni affettim!”
demesi anlamlı değildir. Allah infak edip, öfkelerini kontrol edebilenleri
sever.
“Allah yolunda savaş”
konusunda azimli peygamberleri ve müminleri seven yüce Allah (Al-i İmran, 3:
146) onların bağışlanma dilediklerine ve dua ettiklerine dikkat çektikten sonra
(Al-i İmran, 3: 147) şöyle demektedir: “Allah da onlara hem dünya
karşılığını hem de ahiret karşılığının güzel olanını verdi. Allah iyileri sever.” (Al-i İmran, 3: 148). Sabır-savaş-zafer
üçlüsünü, toplumsal yasalarla (sünnetullah) uyumlu bir şekilde kurgulayıp
uygulayan müminlere, bu iyiliklerinin karşılığı dünya ve ahirette verilecektir.
Bu üçlünün uyumuna rağmen, dünyevi anlamda başarı elde edilemezse müminlerin
hakkın şahitliğini yapmaları ve şeytana uyup Allah’tan ümidini kesmemeleri,
onların aldığı “dünyevi karşılık” olarak yorumlanabilir. Ahirette alacakları
karşılık ise cennettir.
Verilen sözlere sadık
kalmak gerekir. Hele ki bu söz Allah’a verilmişse daha da bir ciddiyet kazanır:
“Sözlerini bozmaları sebebiyle onları lanetledik ve kalplerini
katılaştırdık. Onlar sözleri yerlerinden alıp değiştirirler. Kendilerine
hatırlatılanların bir kısmını unuttular. Çok azı dışında onlardan sürekli
hıyanet görürsün. Sen onları affet ve geç. Şüphesiz Allah iyileri sever.” (Maide,
5: 13). Bu ayette sözlerinde sadık olmadıkları için eleştirilenler
Yahudilerdir. Onlar bu günahı işlerken ayetleri göz ardı etmezler. Aksine
ayetleri de delil getirirler; ancak onların yaptığı şey, ayetlerin metnine
onlardan çıkmayacak anlamlar vermektir. Bu sayede hem dini bir görüntü verirler
hem de kendilerince bir tür Allah’a karşı gelme yolu (!) bulmuş olurlar. Bunun
sonucunda onlar, Allah’ın rahmetinden uzaklaştırılırlar ve bâtıl çabalarındaki
ısrarları nedeniyle kalpleri, vahiyden etkilenmez hale gelir. Ayette
Yahudilerin bir kısmının anlaşmalarına sadık kaldığı ifade edilmektedir. Bunlar,
Yahudiler içinde erdemli küçük bir kesim olabileceği gibi daha sonra İslam’ı
seçmiş Yahudiler de olabilir. Yahudilerin onca negatif yönünden bahsedildikten
sonra “Sen onları affet ve geç.” denilmesi de ilginçtir. Güçlü
olduklarında Müslümanların asıl çabası intikam almak değil, insanların ıslahı
yönünde çalışmak olmalıdır. Demek ki suç işleyen kesim veya kişilerin
cezalandırılabilmeleri gibi affedilmeleri de mümkündür. Asıl hedef, insanların
doğru yolu tercih edip cennete gidenlerden olmalarını sağlamaktır. Allah’ın
sevdiği iyi kimseler affetmeyi bilenlerdir.
İçkiyi haram kılan ayet
gelmeden önce içki içen ve ölen Müslümanlar hakkında Rasulullah’a (s) sorulması
üzerine şu ayetin indiği ifade edilir: “İman edip salih ameller işleyenler
için (kötülüklerden) sakındıkları, iman edip salih ameller işledikleri sonra
yine sakındıkları ve iman ettikleri sonra yine sakındıkları ve iyilikte
bulundukları takdirde önceden tatmış olduklarından dolayı bir sorumluluk
yoktur. Allah iyileri sever.” (Maide, 5: 93). Haram ve helal kılma yetkisi Allah’ındır. İnsanlar;
haram olduğu belirtilmeden önce içki, kumar vs. kötü alışkanlıklara sahip
idiler diye kınanamaz. Allah, onları affeder. Ayette, takvaya üç kez dikkat
çekilmesi; iman, amel ve iyiliğin Allah korkusuyla ilişkisine dikkat çekmek
içindir. Ayetteki “Allah iyileri sever.” ifadesinde kastedilenlerin,
Allah’ın razı olduğu nafile ibadetlerle O’na yaklaşmaya çalışan müminler olduğu
söylenmektedir.[1]
Görüldüğü gibi Allah’ın
sevdiği iyi kimseler; mücahitlere yardım eden, öfkesini kontrol edebilen,
güçlüyken affetmesini bilen ve nafile ibadetleri de ihmal etmeyen kimselerdir.
20.7.2017 Memleket
Gazetesi
[1]
Taberî, Muhammed bin Cerir (ö. h. 310), Câmiu'l-Beyan an Te’vîli
Âyi’l-Kur'an, 24 c., Müessesetü’r-Risale, Beyrut, 2000, X, 576.