Kur’an’da “(Allah’ın) İzniyle” İfadesi
Kur’an’da “(Allah’ın)
izniyle” ifadesi, on ayette geçmektedir. Bunların üç tanesi üç Mekki
surede, yedi tanesi ise –üçü Bakara suresinde olmak üzere- beş Medeni surede
bulunmaktadır. Yunus suresi 3. ve Bakara 255. Ayetlerde “izniyle”
bağlam gereği “izin vermedikçe” şeklinde çevrilmiştir. Bu yazıda söz
konusu on ayet, içlerinde bulundukları surelerin iniş sırasına göre ele
alınacaktır.
1.
Deistlerin ileri
sürdüğünün aksine Allah, yarattığı evreni kendi haline bırakmamıştır. Evrende
olup bitenin gerçek faili Allah’tır. Hiçbir şey O’na gizli kalmaz: “Rabbiniz
Allah, gökleri ve yeri altı günde yarattı; sonra Arş'a kuruldu, her işi
tasarlıyor ve çekip çeviriyor. O, izin vermedikçe hiç kimse aracılık (şefaat)
edemez. İşte budur Rabbiniz olan Allah; o halde O'na kulluk ediniz; bunlar
üzerine düşünüp ders almaz mısınız?” (Yunus, 10: 3). Allah, yarattıklarını
kendi haline bırakmaz, onların mecbur ve özgür oldukları fiillerin de
takipçisidir. O’ndan habersiz bir şey gerçekleşmez. Allah’a hiçbir şey gizli
kalmadığına göre ahirette kullar hakkında hüküm vermesi konusunda başkasının aracılık
(şefaat) etmesine de gerek yoktur. Şefaat konusunu biraz daha netleştirelim:
Sözgelimi iyi niyetli bir şefaatçi, bir kimse için şefaatte bulunmayı talep
ettiği makamın bilmediği bir şeyi ona aktarıyor demektir. Allah, böyle bir
eksiklikten (eksik bilgi sahibi olmaktan) uzaktır. İyilik talebi gibi cennet de
Allah’tan istenir. Şefaatin onun iznine bağlı oluşu, şefaatin olduğunun değil, en
fazla olabileceğinin kanıtı olur. Bu tür şefaatin varlığı ihtimalini belirten
ayetler, dünya hayatında kendilerine şefaatçi tayin edenleri Allah’a
yönlendirmek içindir. Çünkü müşrikler, Allahın yanında sözü geçen kızları
olarak gördükleri meleklerden şefaat istedikleri için müşrik olmuşlardır. Şefaatin
Allah’ın izniyle olabileceği şeklinde yorumlanabilecek ayetler hakkında şuna da
dikkat çekmek gerekir: Müşrikler şefaate inanmazken Allah onları şefaate inandırmaya
çalışmamaktadır.
Şefaatin Allah’ın
izniyle olabileceğine belirterek, şefaati şartlara bağlayan ayetlerdeki vurgu
şöyle ifade edilmektedir:
“Söz konusu şartlardan
söz eden ayetlerde yapılan şey, müşriklerin anlayışının aksine, istifham-ı
inkârî (kınama ve reddetme sorusu) üslubuyla ‘Allah’ın izni olmadan, genel hükmü/yasası
bozulmadan ve mülkü üzerinde başkasına tasarruf yetkisi vermeden onun yanında
kim şefaat edecekmiş?!’ yahut ‘Müşriklerin şefaat etmesini beklediği söz konusu
kişi ve nesnelerin hangisinden Allah razı olmuş da onun yanında bunlar şefaat
edeceklermiş?!’ ya da ‘Şefaat etmesi umulan putlardan ve onlara tapanlardan
hangisi hakkı/vahyin gerçeklerini söylüyor ki Allah ona şefaat için izin
versin?!’ veya ‘Din Günü’nün maliki olan Allah, o gün mülkünde tasarrruf
yetkisi veridği kişiler mi var ki onlar başkalarına şefaat etme hak ve
yetkisine sahip olsunlar?!’ yahut ‘Şefaat etmesi umulanlardan veya şefaat
edecekleri kişilerden hangisi bunun için Allah’tan bir söz almıştır ki ununla
şefaat etme hakkına sahip olsun?!’ (Sarmış, 2011: 401).
2.
Ahirette kimse
yalan söylemeyecek ve o gün, yalancı şahitler olmayacaktır (Düzenli, 2008: 208)
ve tek söz sahibi olan da Allah’tır: “O geldiği gün hiçbir kimse konuşamaz.
Ancak onun izniyle (konuşmak hariç). Artık onlardan kimi bedbahtır kimi de
mutlu.” (Hud, 11: 105). İslam, Allah ile kulları arasında kesin bir farkın
olduğuna dikkat çekmektedir. Allah ahiret gününün sahibidir. Ahiretin öncesinde
olduğu gibi ahirette de O’nun dediği olur. Dolayısıyla onun izin vermesi dışında
kimse söz söyleyemediği gibi kimsenin
kimseye şefaat etmesi de sözkonusu olmayacaktır.
3.
Allah, kullarına
doğrudan hitap etmek yerine, kalbe ilham ederek veya perde gerisinden
seslenerek yahut melek aracılığıyla vahyettiğini belirtir: “Allah bir
insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi
gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz ki O, çok yücedir, hüküm
ve hikmet sahibidir.” (Şura, 42: 51). Allah’ın vahiy yoluyla kullarıyla
irtibat kurmasının yollarından biri, onların kalplerine ilham etmesi
şeklindedir. Perde arkasından hitabı deyince Hz. Musa’ya bir ağaçtan hitabı akla
gelmektedir (Kasas, 28: 30). Hz. Musa, bu diyalog sırasında yüce Allah’ı görmemiştir.
Melek aracılığıyla hitabının örneği de Cebrail ile vahiy göndermesidir. Vahiy
meleği Cebrail, sadece peygamberlere vahiy getirmez. Bunun örneği de Hz.
İsa’nın annesine olan Cebrail’in hitabıdır: “(Cebrail) dedi ki: 'Ben ancak
senin Rabbinin bir elçisiyim. Sana tertemiz bir oğlan çocuk bahşetmek üzere
(geldim).” (Meryem, 19: 19). Allah’ın kullarıyla bu üç çeşit diyalog
tarzıyla irtibat kurması O’nun bildiği bir hikmete dayalıdır.
4.
Adem’in
Rabbinden aldığı kelimeleri (Bakara, 2: 37) o dönemde “doğru yolda olmak için
yeterli” bir vahiy olarak düşünürsek bu dönemin ardından insanların yollarını
şaşırıp bâtıl yolda birleşecek hale geldiklerini söyleyebiliriz. Allah, lütuf
ve merhametinden dolayı onlara yol gösterici peygamberler göndermiştir: “İnsanlar
tek bir ümmetti. Sonra Allah müjdeleyici ve korkutucu peygamberler gönderdi.
Onlarla birlikte insanlar arasında ayrılığa düştükleri konularda hükmetmeleri
için hak üzere Kitab indirdi. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra
aralarındaki kıskançlıklarından, kinlerinden dolayı onda (Kitap) ayrılığa
düşenler kendilerine Kitab verilmiş olanlardan başkaları değildir. Allah iman
edenleri, kendi izniyle onları hakkında ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti.
Allah dilediğini doğru yola iletir.” (Bakara, 2: 213). Peygamberler,
insanları hayra teşvik ederken hem İslam (Allah’a teslim olma) sayesinde elde
edecekleri dünyevi ve uhrevi kazançları gündeme getirirler hem de onları kötülükten
uzak tutmak amacıyla Allah’ın azabıyla korkuturlar. Çünkü insanları kötülükten
uzak tutmak sadece sevgi dolu ifadelerle sağlanamaz. Onların bir kısmı da korku
ile doğru yolu tutarlar. Peygamberlerin yanı sıra Allah, Kitap (vahiy) da
göndermiştir. Peygamberler kendilerine verilen vahiylere/Kitaplara bağlı
hareket ederler. Çünkü onlar da dine davet ettikleri kimseler gibi Allah’ın
kullarıdır. Kendilerine Kitap gönderilmiş toplumlar, takvayı tercih ederlerse
Allah onları hakka iletir. O’nun dilemesi, hakikatin peşinde olanların
iradesiyle uyumludur. Allah doğru yolu bulmada kararlı olanların yönünü bâtıla
çevirmez.
5.
Kur’an, Müslüman
erkeklerin hoşlarına giden her hanımla evlenmelerine izin vermez: “Allah'a
iman etmedikleri sürece müşrik kadınları nikâhlamayın. Şüphesiz mümin bir
cariye, hoşunuza gitse bile müşrik olan bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik
erkeklere de iman etmedikleri sürece (kızlarınızı) nikâhlamayın. Şüphesiz mümin
bir köle, hoşunuza gitse bile müşrik bir adamdan daha hayırlıdır. Onlar ateşe
çağırmaktadırlar. Allah ise kendi izniyle cennete ve bağışlanmaya çağırmakta ve
belki düşünüp öğüt alırlar diye insanlara ayetlerini açıklamaktadır.”
(Bakara, 2: 221). Evlenilecek hanımın toplumsal konumu düşük ama mümin bir
kimse ise o hanım evlenmeye daha layıktır. Allah’a ortak koşan bir hanım,
değişik gerekçelerle ilgi çekici de olsa onunla evlenmek yasaktır. Aynı durum
mümin hanımlar için de geçerlidir. Onlar da müşrik birisiyle evlenmemelidirler.
Çünkü kurulan ailede, ebeveynden birisi cennete diğeri cehenneme çağıracaktır.
Allah’tan korkanlar için böylesine bir evlilik azaptır. Ahirette de bundan
hesap verilmesi istenecektir.
6.
Allah, kendisi
hakkında şu bilgileri vermektedir: “Allah, O'ndan başka ilah olmayan, diri,
yarattıklarını gözetip yöneten, kendisini uyuklama ve uyku tutmayandır.
Göklerde ve yeryüzünde ne varsa O'nundur. İzni olmadıkça O'nun katında kim
şefaatçi olabilir?Onların önlerinde ve arkalarında bulunan ve olup biten her şeyi
bilir. Onlar, onun bilgisinin sadece dilediği kadarını kavrayabilirler. O'nun kürsüsü
(egemenliği) gökleri ve yeryüzünü kaplamıştır. Bunları koruyup gözetmek O'na
ağır gelmez. O yüce ve büyüktür.” (Bakara, 2: 255). Allah tapılacak tek
varlıktır. Tanrılık iddiasında bulunanlar, bir süre var olmakta sonra
ölmektedir. Halbuki Allah diridir. Yarattıklarını gözetim altında tutar. Onları
yaratıp bir kenara çekilerek onları kendi haline bırakmaz. Merhametinden dolayı
elçi ve Kitap göndererek cennete giden yolu Allah’tan korkanlara kolaylaştırır.
Her şeyin sahibi O olduğuna göre itaati hak eden tek varlık da O’dur. Rasullere
ve Allah’ın hükmüyle hükmedenlere itaat, onların Allah’a itaatinden dolayıdır.
O izin vermedikçe kimse şefaatte (aracılık) bulunamaz. Bu nedenle “Ahirette
peşimden gelenler de cennete girmedikçe ben de girmem.” türü bâtıl sözlerin
peşine takılıp, ahirette pişman olanlardan olmamak gerekir. “Keşf[1] yoluyla”
kimin cennete götüreceği üzerine sözler sarf edip insanları, Kur’an’a değil
zanna tabi kılmak, onları saptırmaktır. Allah’ın ilmi, gökleri ve yeri
kaplamışken şefaatçi edinilen kimseler haşa yüce Allah’a, kulları hakkında ek
bilgi mi vereceklerdir? Merhameti azabını geçmiş olan Allah’tan daha merhametli
şefaatçi mi olur? Allah’ın azabına hükmettiği kimseyi, kim ve hangi yetkiyle
cehennemden çıkarabilir? Zaten hangi kulun hangi bâtıl ya da hak inanca sahip
olduğunu ne tür bir şer ya da hayır işlediğini, imanlı mı münafık mı olduğunu
takip etmek, Allah için asla zor değildir.
7.
Uhud savaşında
Allah müminlere verdiği yardım sözünü yerine getirmişti. Müminler savaşta üstün
durumda idi. Ancak onların bir kısmı ganimet elde etmeyi öne alınca ilahi
yardım vaadinin aleyhine hareket etmiş oldular: “Şüphesiz Allah size vaat ettiğini
yerine getirdi. Allah'ın izniyle onları kırıp geçiriyordunuz. Ancak (Allah)
sevdiğiniz şeyi size gösterince gevşediniz, yapılması gerekende tartışmaya
girdiniz ve karşı geldiniz. Kiminiz dünyayı kiminiz de ahireti istiyordu. Sonra
Allah sizi denemek için onlara karşı size verdiği desteği geri çekti, bozguna
uğradınız. Şüphesiz O, sizi bağışladı. Allah müminler için lütuf sahibidir.”
(Al-i İmran, 3: 152). Allah, inananlara yardım vaadinden dönmez. Ancak kulların
Allah yolunda sabırlı olmaları, O’na tevekkül etmeleri, savaş için yeterli hazırlık
yapmaları ve savaşı Allah rızasına uygun şekilde yürütmeleri gerekir. Dünya
malının merkeze alındığı, Allah’ın rızasını kazanmanın ikinci plana düşürüldüğü
bir savaşta ilahi yardım beklenemez. Bu tür bir savaşta başarı elde edilse bile
elde edilen ganimetler dünyada da ahirette de bir fayda vermez. Müminler,
üzerlerinde meşru bir otorite konumunda olan Müslüman yöneticiye itaat
etmelidirler. Aksi takdirde düşman, aralarındaki ihtilafı fırsat bilip onları
yenilgiye uğratır. Nitekim Uhud savaşında da müminler yenildiler ve bu, onlar
için bir imtihan oldu. Yaptıkları yanlışı anlayan ve tövbe edenleri Allah
affetti. Çünkü O, insanların zaaflarını bilir. Bu yönlerini bilip
yanlışlarından dönenlere karşı lütfunu esirgemez.
8.
Peygamberlik
çalışılarak elde edilen bir makam değildir. Allah, kullarından dilediğini bu
görev için seçer. Bunlardan birisi de son peygamber Hz. Muhammed’dir: “Ve
O'nun izniyle Allah'a çağıran ve aydınlatıcı bir kandil olarak (gönderdik).”
(Ahzab, 33: 46). Peygamber (s), insanları “şirk koşmadan Allah’a ibadete” davet
etmektedir. Bâtıl, insanın hayatının hedefini bulmasına engel olan bir
karanlıktır. İnsan hakkında tarih tecrübesine sahip şeytanın, onları cehenneme
sürüklemek için bildiği ve uygulamaya koyduğu pek çok yöntem vardır. Ne var ki
insanları aydınlatmak üzere gönderilen peygamberlerin mesajı karşısında,
şeytanın hilesi zayıftır. Bâtıl, sabun köpüğü gibi dağılıp gider. Müminlerin
anlamlı çabalarıyla hak gelir, bâtıl kaybolur gider, yeter ki onlar peygamberin
yolunu tutsunlar.
9.
Dünya,
insanların doğasına ve yaşamına uygun bir şekilde yaratılmıştır: “Görmüyor
musun ki Allah yeryüzündeki tüm varlıkları ve emri uyarınca denizde yüzen
gemileri yararınıza sundu. O, yeryüzüne düşmesin diye göğü askıda tutuyor. O,
ancak O'nun izniyle yere düşer. Hiç şüphesiz Allah, insanlara karşı şefkatli ve
merhametlidir.” (Hac, 22: 65). Allah insanı yeryüzünde halife (Bakara, 2:
30) olarak yaratmıştır. İnsanlar
Allah’ın değil yeryüzünün halifeleridir (Araf, 7: 69). Bu halifeye kafa
tutabilecek başka bir yaratık yoktur. İnsan, aklıyla kendisinden daha güçlü ve
büyük varlıkları bile Allah’ın evrene koyduğu yasalar çevresinde kendisine
itaat ettirebilmektedir. Dünya, milyarlarca yıldızın olduğu bir yıldız kümesi
içinde adeta nokta kadar bir yere sahiptir ve Allah’ın izniyle bir yıldızın ya
da başka bir gezegenin dünyaya çarpmaması Allah’ın dilemesiyle mümkün
olmaktadır. İnsan, bu korunmuşluk haline şükretmelidir. Nankörlük ettiğinin
farkına vardığında, doğru yola dönerse Allah’ı bağışlayıcı ve esirgeyici bulacaktır.
10. Dünyada
ve ahirette huzurlu bir hayat sürmek isteyen kimseler, Allah’ı memnun edecek
bir ömür sürmek durumundadırlar. Onların bu çabası karşılıksız kalmayacaktır: “Allah,
rızası peşinde koşanları, bu kitap sayesinde kurtuluş yollarına erdirir. Onları,
kendi izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarır, doğru yola iletir.” (Maide,
5: 16). Allah’ın rızasını kazanma konusunda insan, çaresiz değildir. Kur’an bu
konudaki başlıca yol göstericidir. Kur’an’ı okumaksızın, anlayıp gereğini
yapmaksızın kurtulmak neredeyse imkânsızdır. Şirk, insanı kuşatan bir
karanlıksa vahiy de onun olumsuz etkisini kıracak aydınlıktır. Doğru yol,
Kur’an dışında, başka ideolojilerin peşine düşerek bulunamaz.
Görüldüğü gibi “izniyle”
ifadesinin geçtiği tüm ayetlerde “Allah’ın izni” yani O’nun mutlak otoritesi ve
evrende geçerli kıldığı yasalar kastedilmektedir. Onun izni olmadan hiçbir şey
evrende gerçekleşmez. O, evrende tek söz sahibi olandır.
Kaynakça
Düzenli, Yaşar, Üslub
ve Semantik Açıdan Kur’an ve Şefaat, Pınar Yay., İst., 2008.
Öngören, Reşat, “Bir
Bilgi Kaynağı Olarak Tasavvufta Keşfin Değeri”ö, İstanbul Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi, S. 5, 2002, (85-96)
Sarmış, İbrahim, Şeytan
Üçgeni Bidat-Tevessül-Şefaat, Düşün Yay., İst., 2011.
Yazının künyesi:
Kayacan, Murat, “Kur’an’da (Allah’ın) İzniyle”, Haksöz Derg., S. 311,
İst., Şubat, 2016. (47-51).
[1] Genel olarak manevi perdenin açılmasıyla
doğru bilgiye ve gaybe ait konulara vâkıf olma anlamında kullanılan keşf, kalbe
gelen bilgi anlamındaki ilham ile birlikte "keşf ve ilham" şeklinde
kullanıldığı gibi keşfin en ileri boyutu olan müşahede ile birlikte "keşf
ve müşahede" şeklinde de kullanılmaktadır (Öngören, 2002: 86).