kuranda-ediniyorsunuz-ifadesi

Kur’an’da, üç surenin dört ayetinde “ediniyorsunuz” ifadesi geçmektedir. Bu yazıda söz konusu ayetler nüzul sırasına göre ele alınacaktır.
Âd kavmi, peygamberlerine karşı gelmiş ve yok edilmiştir. Onların ardından gelen, Hicaz ile Şam arasındaki Hicr bölgesine yerleşen Semud kavmi, aynı akıbete uğrama konusunda şöyle uyarılmaktadır: “Ve o zamanı yâd ediniz ki sizi Âd'dan sonra halifeler kıldı ve sizi yeryüzünde yerleştirdi. Ovalarında köşkler ediniyorsunuz ve dağları yontarak evler yapıyorsunuz. Artık Allah’ın nimetlerini anın da yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklık çıkarmayın.” (Araf, 7: 74). Semud kavmine “o zamanı yâd ediniz” denilerek Âd kavminden sonra onlara verilen iktidar nimetinden söz edilmesi, Âd kavminin düştüğü nankörlük hatasına onların da düşmemeleri konusunda bir uyarı niteliğindedir. Zaten tarih; önceki kavimleri kutsamak için değil, onların örnek tutum ve davranışlarını sürdürmek, yanlışlarından da uzak durmak için okunmalıdır. Semud kavmi, hem ovalarda hem de dağlarda evler yapmıştı. Muhtemelen kışı ovada, yazı da dağların taze serinliğinde geçiriyordu. Yani ülkelerinde refah içinde yaşıyordu. Bu kavmin mimaride ileri olduğu söylenebilir. Ama asıl yurt ahirettedir. Bu nedenle dünyada “sahih bir inanca ve salih amellere” sahip olmak için çalışmak gerekir. Bu iki unsur, insanların ahiretteki mekânlarını imar edecektir. Her ne kadar ayetteki “bozgunculuk yapıp karışıklık çıkarmayın” ifadesinden ilk olarak akla gelecek şey, Hz. Salih’e verilen “mucize deve”nin zalimler tarafından kesilmesi de olsa ayette ifsat yasağına bir sınırlama getirilmediğinden, ifsadın her türlüsünden uzak durmak gerektiği sonucu çıkarılabilir. Ayet, ifsat etmeyi de ifsadı çok ileri noktalara götürmeyi (çocukları, kadınları, yaşlıları kasten öldürmek vs.) de yasaklamaktadır. Fesadda taşkınlık, fesat organizatörlüğü de olabilir. Toplumun ahlaki açıdan çürümesi, insanlıktan çıkmasına yönelik her çaba, fesad kapsamına girer.
Yukarıda Semud kavmine yöneltilen, “mülk edinmeyi dünya ile sınırlı görme” konusundaki eleştiri, şu ayette de selefleri Âd kavmine yöneltilmektedir: “Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?” (Şuara 26: 129). Bu kavim, üstünlüğü Allah’tan sakınmada değil, görkemli, sağlam binalar yapmakta görüyordu. Halbuki medeni olmak, yüksek ve ihtişamlı binalara sahip olmakla değil, toplumun tüm fertlerinin dünya ve ahiret hayatında mutlu olmalarını sağlayan tedbirlerle ilgilidir. Dünyadaki imar, ebedi aleme hizmet edecek şekilde olursa güzeldir, anlamlıdır. Ayetteki “sağlam yapılar” ifadesinin orijinalinde geçen “mesânia”, üretim yapılan yerler anlamına da gelir. Dolayısıyla bu kimselerin, insanî erdemleri teşvik etmektense kendilerini ebedi yaşatacakmışçasına fabrikalar yapmaya yoğunlaştıkları söylenebilir. Ayetteki soru, öğrenme amaçlı değil, ahireti göz ardı eden zihniyete eleştiri amaçlıdır.
İçkinin haram kılınmasına giden yolda ilk Kur’an ayeti şöyledir: “Hurma ve üzüm gibi meyvelerden hem içki hem de güzel gıdalar ediniyorsunuz. İşte bunlarda da aklını kullanan kimseler için büyük bir ibret vardır.” (Nahl, 16: 67). Bu ayet, sarhoşluk veren içkiyi güzel rızıktan ayrı tutmakta ve onun hakkında olumsuz bir kanaat oluşturmaktadır. Ayrıca şu da söylenebilir: Bir şeyin özünde iyi olması onun kötü amaçla kullanılmayacağını göstermez. Üzümden pekmez elde eden iyi, içki elde eden kimse kötü bir şey yapmış olur.
Söz verip de yerine getirmeyen kimse/toplum geriler. Kur’an sözde durmanın önemini vurgulayıp geçmez, onun zararlı oluşu zihinlere yerleşsin diye edebi bir tasvirle onu somutlaştırır: “Ve ipliğini sağlamca büküp yaptıktan sonra çözüp bozan kadın gibi olmayın. Bir toplum, diğer bir toplumdan (sayıca ve malca) daha çok diye yeminlerinizi aranızda bir hile aracı ediniyorsunuz. Şüphesiz ki Allah, sizi bununla imtihan eder ve elbette hakkında ihtilaf ettiğiniz şeyi size Kıyamet gününde açıkça beyan edecektir.” (Nahl, 16: 92). Ayette, ne yaptığından habersiz ya da aklını oynatmış bir kadının yapacağı bir işin betimlenmesi, sözde durmamanın çirkinliğini ifade etme amacına yöneliktir. Ülke çıkarları vb. gerekçelerle verilen sözler bozulmamalıdır. Dini tebliğin en önemli unsurlarından birisi “güvenirlik”tir. Bireysel ilişkilerde de devletler arası anlaşmalarda da güvenirliğe önem verilmezse Müslümanların yalancılardan farkı kalmaz. Dini tebliğlerinin etkisinden söz edilmez. Müslümanların özellikle güçlü olduğu dönemlerde, sözlerini bozmaları daha da kötüdür. Sözde durmamaktan dolayı bir zarar görme ihtimalinin çok düşük olduğu bir dönemde yine de sözde durmak, imtihanı kazanmak demektir. Anlaşma, Allah ile (O’na itaat konusunda) ya da Müslümanların kendi aralarında veyahut gayr-i Müslimlerle yaptığı bir anlaşma da olsa her halükârda gözetilmelidir. Anlaşmaları bozmak, İslami bir mücadele aracı olarak asla görülemez ve gösterilemez.